7 Mart 2014 Cuma

O'na da 'komünist ve masondan tehlikeli' denmişti!

Bediüzzaman’ı hedef alan bir kara propaganda örneği

3 Mart 2014 / İDRİS GÜRSOY
Halkın Risale-i Nurlara ilgisinin önüne geçebilmek için Said Nursi sahte imzalı broşürlerle hedef alındı. ‘Haşhaşi, deli, cahil, Kürtçü, bölücü, batıl, padişah düşmanı, yeşil komünist, bela, Rusya’dan yardım alıyor, Mason ve komünistten daha tehlikeli…’ dendi.
‘Deli, ilim ve diyanetle ilgisi yok. Okur fakat yazmaz, imla bilmez. Türkçeye vâkıf değil. Siyasete karışır. Bozguncu. Kürtçülük uğruna kendi padişahına sövecek ve din düşmanı bir Ermeni’yi alkışlayacak kadar dinden ve imandan nasipsiz. Mason ve komünistten daha tehlikeli!” Bu ithamlar 1964 baskılı bir broşürde, 20. yüzyılın en önemli İslam âlimlerinden Said Nursi için sarf ediliyor.
17 Aralık’tan bu yana yolsuzlukları perdelemek için Fethullah Gülen Hocaefendi’yi hedef alan karalama kampanyasının benzeri 1960’lı yıllarda Bediüzzaman Said Nursi için yapıldı. Risale-i Nurlara halkın ilgisi azaltılmak isteniyordu. Çetin Özek ve İbrahim Agâh Çubukçu imzası ile pek çok makale ve kitap yayımlandı. Hukukçu Özek ve ilahiyatçı Çubukçu’nun ortak noktası dindar kitleleri Said Nursi ve Risale-i Nurların İslam dışı olduğuna ikna etmekti. 1964’te Varlık Yayınları’ndan çıkan Özek’in, ‘Nurculuğun içyüzü’ kitabında Said Nursi için; “Kendisini evliya gibi görüyordu, akıl hastasıydı, emsalsiz bir filozof sanıyordu!” deniyor. Aynı yıl çıkan ‘Din ışığı altında Nurculuk’ isimli kitabın müellifi de cuntacı generallerden Faruk Güventürk’tü. Doğu Menzil eski Komutanı Korgeneral Güventürk, “Nurcular yeşil komünisttir. Rusya’dan para alıyorlar.” diyor. 1960’lı yılların ‘paralel devleti’nin adı ‘Nurculuk’tu. İslami temayülü olan herkes ‘Nurcu’ diye fişlendi.  1965’te, Said Nursi’nin kitaplarının satış ve dağıtımı yasaklandı. 1966’da Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, “‘Nurculuk anayasaya aykırı” dedi. 1967’de, Nurculuk hakkında Cumhurbaşkanı Sunay’a rapor verildi, 19 kişilik bir liste ile Nurcuların Diyanet İşleri Başkanlığı’nda kadrolaştıkları ihbar edildi.
SAHTE BROŞÜRLE PSİKOLOJİK HAREKÂT
Said Nursi 23 Mart 1960’ta vefat etti. 27 Mayıs darbesinin ağır baskılarına rağmen asrın Kur’an tefsirleri Risale-i Nurlara halkın teveccühü artıyordu. O günkü Ankara’daki dar oligarşik kadro da, Risale-i Nur ve müellifi Said Nursi’nin takipçilerini kendi istikballeri için tehdit görüyordu. Kitle iletişim araçları gelişmemişti. Kara propaganda aracı olarak radyo, gazete, kitap gibi yayınlar kullanıldı. Said Nursi’yi karalayan, iftiralar ve yalanlarla dolu bir broşür hazırlanıp bütün ülkede dağıtıldı. Kendilerine kimsenin inanmayacağını bildikleri için sahtekârlıktan kaçınmadılar; kitapçığa, dindarların itibar ettiği son Osmanlı Şeyh-ülislâmı Mustafa Sabri Efendi’nin imzasını koydular. Bütün müftüleri Ankara’ya çağırıp 45 gün brifing verdiler.
1964’te Ankara Biricik Basımevi’nde basılan 15 sayfalık sahte broşürde, Risale-i Nur hizmeti yeni bir mezhep gibi takdim ediliyor ve zihinleri bulandırmak için Nur hizmeti bir ırkçılık hareketi gibi gösterilmeye çalışılıyordu. ‘Tuhfetür-Reddiye alâ Mezhebil-Said-i Kürdiye’ adını verdikleri broşürde en çok tenkit ettikleri kısımlar, Nur talebelerinin Üstad hakkında yazdıkları şiirlerdi. “Müritleri ona kutsiyet izafe ediyor.” diyorlardı. İşin enteresan tarafı bu şiirlerin yer aldığı Tarihçe-i Hayat adlı eser 1957’de basılmıştı. Mustafa Sabri Efendi ise 1952 yılında Mısır’da Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu. Mustafa Sabri Efendi Arapça bilen bir insandı. Bediüzzaman için ‘Kürdiyyeti’ tabirini kullanması mümkün değildi (Zira bu tabir müennes/dişi için kullanılır). İddiaya göre; Mustafa Sabri Efendi, Risale-i Nurları eleştiren bir risale kaleme almış ve ölümünden sonra yayımlanmasını vasiyet etmişti. Ancak gerçekler kısa süre sonra ortaya çıktı. Sabri Efendi’nin oğlu İbrahim Sabri Efendi 1965’te broşürün kat’iyen babasına ait olmadığını, olamayacağını bir mektupla açıkladı. Sabri Efendi, hayatta iken de Bediüzzaman’dan hep takdirle bahsetmişti.
DİYANETLE NE ALAKASI VAR!
1964 yılında Ankara’da bastırılarak dağıtılan kara propaganda kitapçığında,  ‘SAİD-İ KÜRDİ VE ŞAHSİYETİ’ ara başlığı altında şu cümleler dikkat çekiyordu: “Bu kadar büyütülen Said Kürdi kimdir? Sait, Kürt cemaatinden, Şafii mezhepli, Nakşi tarikatlı, okur fakat yazmaz, imla bilmez, seksen sene içinde yaşadığı millet olan Türkün lisanına hakkıyla vâkıf olamamış, felaketten felakete sürüklenmiş, bir hapishaneden diğerine sürülmüş ve bugün seksen yaşını geçmiş ihtiyar bir adamdır. Devletin büyük makamlarını uzun bir zaman ellerinde tutan bir zümre, bu adamcağızı lüzumsuz yere mahkemeden mahkemeye ve hapisten hapse sürükleyerek kahramanlaştırdılar ve zamanın müceddidi, mübeşşiri hâline getirdiler. Hâlbuki Deli Said’in ilim ve diyanetle ne alakası var? (…) işte bu idare zümresinin milletin başına sardığı belalardan birisi de budur.” 
Broşürde Said Nursi’ye yapılan diğer bazı hakaretler şöyle:
  •  Sultan Abdülhamit’e dil uzatmış! Ona düşmanlık ve kin beslemiştir. Abdülhamit düşmanları dinin düşmanlarıdır.
  •  Kürtçülük uğruna kendi padişahına sövecek ve din düşmanı bir Ermeni’yi alkışlayacak kadar asıl ve imandan nasipsiz Said, bugün sahneye müçtehid-i mübeşşir olarak çıkmış görünüyor.
  •  Kendini Kur’an’ın müdafii gibi gösteren Sait bizzat kendisi Kur’an’a muhalefet etmektedir.
  •  Said’in yolu saçma olduğu kadar pek fazla mizahidir de...
  •  Ömrü hayatında hiç evlenmemiş, sakal bırakmamış, Kürtçülükle meşgul olmuş, ishar-ı keramet etmiştir.
  •  Siyasetle uğraşmayan Said’in Reisicumhura (Celal Bayar) ve Başvekile (Adnan Menderes) birer mektubu vardır. Bağdat Paktı dolayısıyla kendilerini tebrik ediyor.
  •  Risalelerin yazılışı da pek acayiptir. Bilmem kaçıncı lem’anın kaçıncı şuasının şu meyvesi zühre yıldızından gelmiş, beşinci noktası olarak yazılıyor.
  •  Damarında bir damla Türk kanı olan her Müslümana, bu adamın mason ve komünist kadar tehlikeli olduğunu ehemmiyetle hatırlatırım.
  •  Gayesi memleketin ve millet-i İslamiye’nin ittihadını bozmaktır.
  •  15 sayfalık broşürde “Bu risaleyi tekrar ve tekrar oku ve okut.” notu düşülüyor ve şöyle deniyordu: “Nurcuların âlem-i İslam ve Arap âleminde alaka ve iltifata mazhar oldukları bu husustaki iddiaların ne kadar sahte, hatta bir siyasi cereyana hizmet bakımından ne kadar memlekete zararlı olduğunu ispat etmektedir. Nurculuk yeni bir mezhep ve Kur’an’ın yerine Nur risaleleri dedikleri cehalet örneklerinin okunmasını tavsiye eden batıl bir yoldur. İslam anlayışının tamamıyla zıddıdır.”
GÜVENTÜRK’Ü MAHKÛM ETTİRDİLER
Peki, bu yalan ve iftiralarla dolu sahte broşür halkın üzerinde etkili oldu mu? Mehmet Kırkıncı Hocaefendi bu soruya “Hayır, tam tersi yeni fütühatlara sebep oldu” diyor. Broşürün yayılması ve kabul görmesi için Osman Demirci hocanın da içinde bulunduğu bir grubun Ankara’ya celb edildiğini hatırlatan Kırkıncı, şöyle devam ediyor: “45 günlük bir kursa tabi tutmuşlar, fakat çağrılan muhterem hocaefendilerden gereken cevabı almışlar. Zübeyr Gündüzalp Ağabey bu broşüre karşı bir cevap hazırlanmasını zaruri görmüştü. Bu maksatla benden de bir yazı istedi. Yazıyı kaleme aldım ve Zübeyir Ağabey’e gönderdim. Broşürün masraflarını Nur talebeleri karşıladı ve cevabî broşürümüz memleketin en ücra köşelerine kadar ulaştırıldı. Hamdolsun bu broşür, bütün iftiraları çürüttüğü gibi Nur düşmanlarının gayeleri hilafına Nur’un daha çok inkişafına vesile oldu.”
Risale-i Nur talebeleri, hukuki yollardan bütün iftiralara cevap verdi. Mustafa Birlik ve Ahmet Feyzi Kul, Faruk Güventürk’e,  “Sen neyin paşasısın, neyin maşasısın?” başlıklı bir makale yazınca orduya hakaretten haklarında dava açıldı. Mahkeme, Güventürk’ü iftirasından dolayı mahkûm etti.