14 Şubat 2012 Salı

11 HAVACI OLAYI: Demokrasinin kaçırdığı fırsat

6 Şubat 2012 / İDRİS GÜRSOY,


CHP’nin darbecilikle suçlananları listelerinden aday gösterme ve süren davalarda onlara destek olma politikası nereden geliyor? CHP’li milletvekillerinin Silivri’ye niçin çadır kurduğunun şifreleri, 1962’de yaşanan 11 havacı olayında gizli.

CHP’li milletvekilleri Silivri’de çadır kuruyor, sık sık darbeye teşebbüsten yargılanan asker-sivil sanıkları destekleyici açıklamalar yapıyor. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, mahkemelere ağır suçlamalar yöneltiyor. Darbe sanıkları CHP listelerinden milletvekili adayı gösteriliyor. CHP’nin darbecilerle işbirliği yeni değil. Cuntacılarla ilişkiler 27 Mayıs 1960’ta başlıyor; ancak ‘Ordu+CHP=iktidar’ ve ‘Ordu+CHP= ihtilal’ formülünün dillerde dolaşmasına 1962’de yaşanan ‘11 havacı subay olayı’ sebep oluyor. Neydi 11 havacı subay olayı?

27 Mayıs darbesi bir yılını doldurmadan yeni cuntalar kurulmaya başladı. CHP, 1961 seçimlerinde beklenen oyu alamayınca Silahlı Kuvvetler Birliği darbeye karar vermişti bile. Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay, krizi çözdü. İsmet İnönü başbakanlığında CHP-AP koalisyon hükümeti kuruldu. Talat Aydemir, 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963’teki iki darbe girişiminde başarısız olunca idam edildi. Ancak İnönü, Hava Kuvvetleri’ndeki bir grup subayın darbe planlarken suçüstü yakalanmasını görmezden geldi, üzerini örttü. Hava Kuvvetleri Komutanı’nın 11 havacının istifalarını işleme koyma talebini geri çevirdi. Çünkü cuntanın CHP ile ilişkisi vardı. Yanlarında derecelerine göre yıldızlar bulunan 70 kişilik listede bazı CHP’li milletvekillerinin (üç yıldız) isimleri sıralanıyordu. ‘Ordu+CHP= ihtilal’ formülünü de Hava Kuvvetleri’nde sergilenen listeyi gören bir subay ortaya atmıştı. Cuntanın açığa çıkmasından sonra darbe çalışmalarını yürütmekle suçlanan General Hüsnü Özkan, CHP’ye kaydoldu ve milletvekili yapıldı. Emekli edilen Albay Fevzi Arsın da CHP’nin Ankara il Başkanlığı görevine getirildi.




1962’deki 11 havacı olayı Meclis’te sert tartışmalara sebep oldu. İnönü, CHP’li milletvekilleri ile ilişkisi tespit edilen Hava Kuvvetleri’ndeki cuntanın üzerine gitmemekle suçlandı. AP Grubu adına konuşan Gökhan Evliyaoğlu; CHP’yi eleştirerek bir uyarıda bulunmuştu: “Meseleyi münakaşa etmek isteyen partileri ‘ordu düşmanı’ olarak itham etmek asıl ordu düşmanlığıdır. Bütün dünya ordularında bir hain çıkmayacağına dair kaide yoktur. Bu sebeple meselenin üzerine ciddiyetle gidilmelidir. Orduda siyasi faaliyetler ve cunta teşkil edilmesi sapık bir düşüncedir. Bu türlü bir maceraya kalkışanı hükümet affederse bunlar birbirini takip eder gider.”



Meclis tutanakları, 1962’de yayımlanan gazeteler ve tanıkların hatıralarında olayın ayrıntıları vardı. 4 ciltlik ‘Matbuat Basın Derkeeen Medya’ isimli kitabında 11 subay olayını ilk defa bütün yönleri ile anlatan gazeteci Bedii Faik’le görüştüm. Faik’e 11 havacı cuntasının ihtilal planları verilmiş ve o da bunu gazetesi Dünya’da yayımlamıştı. Talat Aydemir’le birlikte babası asılan ve döneme ilişkin iki kitabı bulunan Ömer Gürcan da önemli açıklamalarda bulundu. Gürcan, İnönü’nün kendine yakın kişiler olduğu için havacıların üzerine gitmediğini belirtti. Aydemir’in darbe girişiminde Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı General Hüsnü Özkan ve 10 havacı da cunta ile birlikte hareket etmişti. Aydemir ve Gürcan’a acımayan İnönü, darbe suçlaması ile istifaları alınan 11 havacı subayla ilgili hiçbir işlem yapmaya yanaşmamıştı.



Muhalefet partileri, havacı cuntasının da araştırılıp yargılanmasını istiyordu. AP grubu adına konuşan Gökhan Evliyaoğlu, İnönü’yü eleştirmiş, “Hükümet cuntayı affederse devamı gelir” uyarısında bulunmuştu. Meclis, CHP’nin oyları ile darbe planlamakla suçlanan subaylar hakkındaki Meclis araştırma önergesini reddetti. Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel, Millî Güvenlik Kurulu toplantısında İnönü’ye, 11’lerin dosyasını kendisine göndermek istediğini söyledi. Başbakan İnönü’nün cevabı “Gönderme, iade ederim!” oldu. Tansel bu görüşmeyi evinde gazetecilere açıkladı.



Türk siyasi hayatında eline darbe planları ulaşan gazeteci sadece Mehmet Baransu değildi. 1962 yılında dönemin en ünlü gazetecilerinden biri olan Bedii Faik’e kimliği belirsiz iki kişi bir dosya ulaştırdı. İçinde 11 havacının darbe planları vardı. Faik, Baransu gibi savcılara gitmedi. Sahibi olduğu Dünya gazetesinde konuyu önce makalelerine konu etti. Sonra da manşetten bu darbe girişiminin ayrıntılarını yayımladı. 1962’de de tıpkı 2002’deki Balyoz gibi darbe planları yapılmıştı. Bu tarihî olayın Meclis tutanakları ve tanıkların itirafları ile ilginç ayrıntıları vardı. İddiaya göre 22 kopyası bulunan, orijinali Hava Kuvvetleri komutanının kasasında olan plan ile ‘CHP +Ordu=iktidar’ formülü hayata geçirilmek isteniyordu. Darbede ismi geçen 70 kişinin çoğu CHP’liydi.



Darbe planlarının basına sızması ve 11 subayın istifalarının alınmasından sonra Başbakan İnönü, Meclis araştırma önergesi veren AP’lileri ‘orduyu yıpratmak’la suçladı ve tıpkı bugünkü CHP’nin Ergenekon’da yaptığı gibi cuntacı subayları korumaya aldı. Millî Savunma Bakanı’nın emekliliklerini istediği darbe ile suçlanan subayların görevde kalmaları için gayret sarf etti. Konuyu gündeme getiren Dünya gazetesi ve Bedii Faik de diğer basın tarafından yalnız bırakıldı. Hatta bazı gazeteciler, cuntanın üzerine gitmek yerine bu bilgilerin nereden sızdırıldığını sorgulayan yayınlar yaptı.



Peki Aydemir’in ipini çeken İnönü neden 11 havacı cuntasının araştırılmasını isteyen Meclis önergesini reddetmişti? 22 Şubat darbesine teşebbüsten Talat Aydemir’le birlikte idam edilen Binbaşı Fethi Gürcan’ın oğlu Ömer Gürcan, Aksiyon’a İsmet İnönü’nün iki darbe girişiminde farklı davranmasını şöyle açıklıyor: “Çünkü kendi sadık adamlarının CHP adına yaptıkları ihtilal girişiminin açığa çıkması İsmet İnönü’nün işine gelmemiştir.” Döneme ilişkin araştırmaları da bulunan Gürcan, İsmet Paşa’nın kendi cuntası olan bu ekibi kurtarmaya çalıştığını belirterek “22 Şubatçıları durduran ve ‘demokrasi kahramanı’ ilan edilenlerin sahte demokrasi kahramanları olduğu 11 havacı olayında ortaya çıkmıştır.” diyor. Darbe ile suçlanan 11 havacının cezalandırılması gerekirken İnönü’nün aflarını istediğine dikkat çekiyor: “Darbe planları Meclis’ten ve kamuoyundan İsmet Paşa tarafından saklanılmış ve örtbas edilmiştir.”







Darbe planlarında neler vardı?



22 Şubat’tan az sonra Hava Kuvvetleri’nin içinde dört kademeli bir cunta gittikçe oluşmaya başlamıştı. Birinci kademesi planlama-koordinasyon grubu olan bu cuntanın başlıca elemanları Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı olan General Hüsnü Özkan’ın başkanlığında toplanmış şu kişilerdi: Halim Menteş, Fevzi Arsın, Tufan Akkoç, Refik Yurtsever, Yusuf Parmaksız ve Halit Elgin. Hava cuntasının ikinci kademesi planlama grubunun emrinde daha küçük rütbeli subaylardan teşkil edilmişti ve asıl görevi 22 Şubatçıları, 14’lere bağlı subayları, 6 Hazirancıları ve o zamanlar henüz adları ‘zinde kuvvetler’ olan bütün unsurların elemanlarını birleştirerek bir güç birliği meydana getirmekti. Üçüncü kademe ‘İstanbul irtibat komitesi’ idi. Bunun Hv. Yzb. Remzi Oral’ın idaresinde olduğu ilk günden biliniyordu. Ve daha çok Hava Harp Akademisi’nde teşkilatlanmaya çalışarak planlama grubunun direktiflerine göre faaliyet gösteriyordu. Dördüncü kademe ise Hava Kuvvetleri Karargâhı’nda görevli ve yeminli iki daktilocu kadın yer almaktaydı ve hazırlanan yazıları, planları daktilo etmek veya çoğaltmakla görevliydiler.



Darbenin olabilmesi için her zamanki gibi ortamın olgunlaştırılması gerekiyordu. Bunun için de cunta Millî Devrim Ordusu (MDO) adı altında bir yapılanmaya gitmiş ve MDO imzalı bildiriler yayımlıyordu. Ankara’nın ortasında gazete büroları taşlanıp parti merkezleri tahrip ediliyordu. Hava cuntasının isteğine uygun bir hava gittikçe doğmaktaydı.



Cunta planlama grubu, Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı olan General Hüsnü Özkan’ın odasında çalışıyordu. Bu oda Hava Kuvvetleri Karargâhı’nın üçüncü katında en dipteki kumandan odasının bitişiğindeydi. Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel, cuntanın varlığından ve faaliyetlerinden haberdardı. Tansel, yanı başında çalışan cuntanın faaliyetlerine bir süre göz yumdu. Cunta 1962 Eylül ayından itibaren daha muntazam bir çalışma devresine girdi. Bütün faaliyetler, tabii senatörlerin hava kanadını teşkil eden Mucip Ataklı, Haydar Tunçkanat ve Emanullah Çelebi ile paylaşılıyordu. Ekim ayında cunta planlama grubu tarafından hazırlanan ihtilal dosyası tamamlandı. İhtilalde üç aşama vardı. Birinci bölüm yeşil kâğıtlara yazılmış ve ülke problemleri ele alınmıştı. Çeşitli sorunlar sosyal, ekonomik ve politik yönlerden ele alınıyor, analizleri yapılıp değerlendirilerek çare ve teklifler hâlinde sonuçlandırılıyordu. Özel arabaları dahi şahıs mülkiyetinden çıkaran teklifler dikkat çekiciydi. İkinci bölüm kırmızı kâğıtlara yazılmış ve harekât ile harekât sonrası yapılacak işleri gösteriyordu. Rejim, temelini CHP’liler teşkil etmek üzere ortanın hayli solunda partisiz bir iktidara teslim ediliyordu. İhtilal dosyasının üçüncü bölümünde ise hizalarına güvenlik derecelerine göre tek veya çift yıldız konulmuş işbirliği yapılacak CHP’lilerden parlamento içinde ve dışındaki mensuplarının isimlerini ihtiva eden liste vardı. Hava cuntasının 70 kişilik listesinde güvenlik dereceleri yüksek, üç yıldızlı bazı CHP’liler şunlardı: “Turhan Feyzioğlu, İlhami Sancar, Suphi Baykam, Orhan Eyüboğlu, Kemal Satır, Turan Güneş, Coşkun Kırca, Muammer Erten, Turgut Göle, Kenan Esengin, Lebit Yurtoğlu, İbrahim Ökten, Nedim Müren, Ali İhsan Göğüş ve Kemal Yılmaz.”



Cuntada görüş ayrılığı



Hava cuntasının kuruluşundan ve tutumundan Hava Kuvvetleri içerisinde daha başından itibaren asla memnun olmayan ve faaliyetini tasvip etmeyen iki general vardı. Eskişehir Birinci Hava Kuvvet Komutanı Tümgeneral Muhsin Batur ve Ankara’da Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı Yardımcısı Tuğgeneral Süleyman Tuncel. Batur cuntayı izliyor ve karşı tedbirleri alıyordu. Tuncel ise demokrasiye bütün samimiyetiyle inanmış, askerin politika ile ilgilenmesine tam manasıyla karşı bir komutandı. Kendisine cuntaya katılması için yapılan teklifleri her defasında reddetmiş, baskıları savuşturmuştu.



Ekim ayının sonuna doğru cunta çalışmalarına bir kat daha hız kazandırmak zaruretini duydu. Bu defa sıra Hava Kuvvetleri içindeki hakimiyetlerinin ve taşıdıkları kuvvetin fiilî ölçümüne gelmiş gibiydi. Bazı geceler muhayyel kuvvetlerin ve bilhassa 22 Şubatçıların baskın yapacakları gerekçesiyle alarm tatbikatları düzenliyor, kendilerine sıkı sıkıya bağlı saydıkları subaylara gece gündüz karargâhta silahlı nöbet tutturuyorlardı. Bu durum Hava Kuvvetleri ve Genelkurmay’da huzursuzluğu artırdı.



Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İrfan Tansel’den hava cuntasının dağıtılmasını istedi. Tansel, çoktandır bu emri bekliyordu ve derhâl harekete geçti. Cuntanın esas icra komitesini teşkil eden üç astan ikisinin görevlerini değiştirdi. Böylece Hava Kurmay Albay Halim Menteş, Bandırma Üs Kumandanlığına; Hava Albay Fevzi Arsın da Mürted Hava Üs Komutanlığına tayin edildi.



İki havacı albayın görevlerinde yapılan değişiklikler cuntayı ve ilişkide olduğu siyasi uzantılarını rahatsız etti. Havacı tabii senatörler derhâl harekete geçti; Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İrfan Tansel görevinden uzaklaştırılmalı ve yerine Kurmay Başkanı Tümgeneral Hüsnü Özkan getirilmeliydi! Tansel’in yaptığı görev değişikliğini bir formaliteden ibaretmiş gibi göstermek için de aksine emir verilmesine rağmen, görevleri değiştirilen iki albayın Ankara’ya getirilerek General Hüsnü Özkan’ın başkanlığındaki toplantılara devam etmeleri sağlandı. Tansel bu durumu dikkatle ve serinkanlılıkla izledi.



1962 Kasım ayının sonuna doğru Tansel kararını verdi. Cuntanın Hava Kuvvetleri Kumandanlığında, General Hüsnü Özkan’ın odasında toplantı hâlinde oldukları haberini aldı. Arabasına atladı ve Hava Kuvvetleri’ne giderek kurmay başkanının odasında cuntayı toplantı hâlinde yakaladı. Cunta biraz şaşırmıştı ama daha çok birlikten doğan kuvvetle hiçbiri renk vermediler. Tansel’in kararlılığı ve biraz da sinirliliği kolayca anlaşılıyordu. Cuntacılar son görev değişikliklerini yersiz bulduklarını söyleyerek komutanı itham ettiler. Tansel, konuşmaları sabırla dinledi. Nihayet hepsi âdeta birbirleriyle yarışırcasına görevlerinden istifa ederek derhâl emekliliklerini isteyeceklerini söylemeye başladı. İstifayı son koz olarak kullanıyorlar ve böyle bir hareketin Hava Kuvvetleri içinde yapacağı tesirleri düşünen bir komutanın hemen gerileyeceğini hesap ediyorlardı. Tansel’in de aynı istifa hareketini beklediğini ve hatta meselenin tek çözüm noktası olarak bunu gördüğünü bilemediler. Tansel cuntayı biraz süzdükten sonra; “Böyle bir talebinizi memnuniyetle karşılayacağım.” dedi. İşi o kadarla da bırakmadı, istifa dilekçelerinin hemen oracıkta hazırlanıp kendisine verilmesini de talep etti.



Toplantıda bulunan 9 havacı da hemen istifalarını verdi. Generaller Hüsnü Özkan, Şevket Demirgüç, İbrahim Metel ve albaylar Halim Menteş, Fevzi Arsın, Yusuf Parmaksız, Refik Yurtsever, Tufan Akkoç, Halit Elgin hemen, asli üye olmadıkları hâlde ertesi gün de Yarbay Abdulkadir Yücel ve Yarbay Emin Yerlikan istifa dilekçelerini imzalayarak emekliliklerini istedi. Hava Kuvvetleri’ne 11 general ve subayın emeklilik işlemlerinin yapılması talep ediliyordu. Olaya 11 damgası böyle vuruldu.



1962 yılının aralık ayında gazeteler 11 subayın emekliye sevk edildiği haberini verdikleri zaman bu subayların Hava Kuvvetleri komutanı ile ihtilafa düştükleri sanılıyordu. İsmet İnönü de olayı bu şekilde kamuoyuna açıkladı ve cuntanın üzerini örtmek istedi. Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel ise geri adım atmadı, gazetecilerin sorusu üzerine “Hüsnü Özkan dâhil 11’lerin ihtilal hazırladığı yolunda el yazılarıyla dolu dosyalar vardır.” dedi.



Ancak Genelkurmay istifaları bir türlü işleme koymadı. Millî Savunma Bakanı İlhami Sancar hemen bir demeç vererek “Hava Kuvvetleri’nde sadece bir görev değişikliği bahis konusudur ve hiçbir ayrılma, çıkarılma mevcut değildir!” dedi. Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay da 2 Aralık 1962 tarihli yazıyla 11 havacıya 15 gün izinli olduklarını bildirdi.



11 havacının istifası cebinde olan Hava Kuvvetleri Komutanı Tansel ise bütün bunlara rağmen geri adım atmadı. Hürriyet’e bir açıklama yaptı: “Bunlardan birkaçı Mucip Ataklı’dan emir alır, askerliklerini kaybetmişler ve hava kuvvetleri ile silahlı kuvvetlerin bütünü için tehlikeli olmaya başlamışlardır. Kendilerini bu yüzden istemiyorum.”



Cuntacıların ordudan tasfiye edilmesine hükümetin direnmesi Hava Kuvvetleri’nde de rahatsızlığa sebep oldu. Hava Kuvvetleri Karargâhı’nda General Süleyman Tuncel, 11 havacının ihtilal dosyalarını karargâhta sergilemek zorunluluğu duydu. Sergi her subaya açıktı. Tuncel’in sergi odasına geldiği bir sırada genç bir hava teğmeni CHP’liler listesinin isimleri yanındaki yıldızları incelemiş ve sonra elindeki gazeteyi işaret ederek “Gazetedeki demeçlere bakınca insan ‘amma isabetli yıldız koymuşlar’ demeden kendini alamıyor generalim.” demişti. Başka bir genç subay bu dosya teşhirini ibret ve dehşetle seyrettikten sonra Albay Turan Çağlar’a şöyle söylüyor: “Hayır, ‘Ordu+CHP = iktidar’ değil, bu tertip yanlış olmuş demek, ‘Ordu+CHP =ihtilal’ olmalıymış.”





28 Şubat cuntacıların ustalık dönemiydi

6 Şubat 2012 / İDRİS GÜRSOY , AKSİYON


Asker, ‘27 Mayıs çıraklık, 12 Eylül kalfalık, 28 Şubat ustalık dönemimizdir’ diyebileceği bir yapı kurdu. Darbeye ihtiyaç olduğunda artık plan yapmaya gerek yok. 28 Şubat’ta TSK’ya Türkiye’yi idare etme görevi de yüklendi.

12 Eylül’den sonra 28 Şubat’ın da yargı önüne çıkarılması darbeler dönemini bitirir mi? Türkiye’deki vesayet rejimine ilişkin makaleleriyle dikkat çeken asker kökenli yazar Namık Çınar, ihtiyatlı konuşuyor. Eski Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun sarf ettiği, “28 Şubat bin yıl sürecek.” sözünün tesadüfen söylenmediğini belirtiyor. Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in dönem arkadaşı Çınar, “Her askerî darbe vesayeti daha da derinleştirdi. 28 Şubat, ustalık dönemi ve zirveydi. Süreç devam ediyor.” diyor. AK Parti hükümetini uyarıyor: “Zaman kaybetmeden askerler ve sivillerin oluşturduğu bir komisyon, askerî reform için çalışmalıdır.” Çınar, demokrasi için Ergenekon davalarının sonuca ulaşmasının önemine dikkat çekiyor. Balyoz’un da bir darbe planı olduğunu belirtiyor
Bir genelkurmay başkanı ‘28 Şubat bin yıl sürecek’ diyorsa askerî dilde bundan ne anlamak gerekir?




“28 Şubat bin yıl sürecek.” Bu simgesel bir laftır. Bu özgüven nereden geliyor? BÇG, bir çalışma grubudur. Nihayetinde görevi bitince gider. ‘Bin sene sürecek’ ne demek? Çok açık; ‘düzeneği, yapıyı kurduk’ diyor. Bu sözün askerî dilde tercümesi vardır. ‘Lüzumu hâlinde ülke idaresine el koymayı içeren planlar da demek olan geri bölge emniyet tedbirleri, asayiş, yardım, sıkıyönetim, olağanüstü hâl, terörle mücadele gibi görüntüdeki misyonları, tüm TSK’yı kapsayacak ve sonra gelenleri de bağlayacak şekilde asıl görevimiz olan genel savunma işlevlerimize katarak sürekli kıldık ve tıpkı onlara benzer resmî planlara döktük; özerk bir Genelkurmay ve askerî yargı, vesayetçi bir MGK ve YAŞ, askerin kontrolünde bir MİT, JİTEM ve özel harp gibi kurumlarla tahkim ettik’ diyor.



-28 Şubat’ta kurulan yapı bugün de devam ediyor mu?



Silahlı kuvvetlerin amacı ülkeyi dış düşmana karşı savunmaktır. Fakat bu, o kadarla bitmez, eklemeler olmuştur. 28 Şubat’ta en son versiyonu, en iyi versiyonu ile eklenmiştir: Türkiye’yi idare etmek. An be an sürekli idare etmek. Eğer bu idarede bir sorun çıkarsa doğrudan doğruya el koymak. O el koymanın planları vardır.



-Nasıl bir yapı kuruldu?



28 Şubat 1997’de silahlı kuvvetlerin saçının telinden tırnağına kadar işlemiş bir şekilde görevi yeniden biçimlendirdiler. İnsana bağlı olmayarak yaptılar. Ahmet de gelse Mehmet de gelse o görevi yapmakla yükümlü olacak şekilde silahlı kuvvetlerin ruhuna işlediler.



-Darbe soruşturmaları 28 Şubat sürecini bitiremedi mi?



Planların büyük bölümünün imha edildiğini düşünüyorum. Ama teamülleri imha edemezsin. Var olanların ne olduğunu da söyleyeyim. Türk ordusunun planları savunma planlarıdır. Bir ordu ne planlar? Bir ülkeyi nasıl savunacak onu planlar. Düşman gelmeden askerî doktrine göre o ülkeyi barış zamanında bir gün savaş olursa ne yapacağım diye planlar. İşte 28 Şubat bu planların içine başka şeyler de kattı.



-Ne tür şeyler?



Siyasete müdahale, toplumu biçimlendirme planlarına kılıf aradılar. ‘Buna meşruiyet nasıl getiririm? Bu planları askerin göreviymiş gibi nasıl yaparım, nasıl bir kılıf uygulayayım?’ diye. Bu işi topyekûn, bütün boyutları ile ilerleyen bir organizma gibi düşünmek lazım. Batı Çalışma Grubu’nun çalışmalarının sona erdirilmesi yetmez. Bir kere kurumlar var.



-Hangi kurumlar? Ne tür faaliyetler yapıyor?



Mesela Yüksek Askerî Şûra. Organerallerin kuruludur. YAŞ’ı personellerin terfileri ile ilgili sanıyoruz, hâlbuki YAŞ’ın görevi bu değil, o görevlerinden sadece biri, en talisi. YAŞ’ın görevi askerî konsepti belirlemektir. Askerî ana fikri nedir Türkiye’nin? Bu nükleer denizaltının nükleer çekirdeği gibidir, meselenin özünü oluşturur. İşte bunu 15 general belirler. Askerî şûra orgenerallerin birlikteliğine denir. Başbakan ve bakan oraya şahit gibi konmuş.



-Bu kadar önemli bir konuda 15 generalin dediği mi oluyor?



Bir ülkenin askerî ana fikrinin belirleneceği yer parlamentodur. Bizdeki parlamento her konuda devre dışıdır. Oysa mesela Millî Savunma Komisyonu bu konuda öneri getirebilir. Böyle şeyler gizli olmaz. Günümüzde aleniyetin olduğu bir dünyada, gizlilik olmaz. ABD’nin askerî doktrini gizli değildir, dünyaya ilan eder. Bana, ‘bunlar düşmanlık, bunlar da dostluktur’ der. Bu da parlamentoda olur. Bir ülkenin askerî bakımdan neyi ölçü aldığını bütün dünya bilecek. Bu konuda Türkiye hassas, ‘dokunursanız yanarsınız’ diye ilan etmeliyiz.



-Şûra’da askerlerin belirlediği iç ve dış tehditler daha sonra nasıl hayata geçiyor?



MGK mutfağına gönderiliyor, orada pişiriliyor. ‘Kırmızı kitap’ diye bir kitap yazılıyor. ‘Millî güvenlik siyaset belgesi’ adı altında onu siyasete, mahruti bir dişli ile tekerleklere veriyor hareketi. Dolayısıyla MGK tamamen asker, başındaki kişi orgeneral, orada alınan kararlar ‘böyle olacak’ diye dayatılıyor. Hükümet üyeleri de dinliyor. Kırmızı kitabı da vermiyorlar sivillere. Mal sahibinin kiraya verdiği dairenin oturma planını kiracıya ‘bunu sana veremem, uzaktan hatır için bakıver, uy’ demeye getirmesi gibi. ‘Kimseye de söyleme’ demeye getiriyor. Burada ‘irtica, bölücülük tehlikedir’ diyor.



-Sonra?



Sonra orgeneral karargâhlarında kurmaylar bu planları yapıyor. Ama as birliklere inmiyor. Planlar varsayım senaryolarına göre yapılır. A, b, c gibi seçenekler olur. Ordunun görevi savunma; ancak işte ordunun geri bölgesi de var. Gericilikle suçladıklarını zapturapt altına alacakları bir plan yapıyorlar. Böyle varsayımsal bir olay düşünüyorlar. Nasıl müdahale edeceklerini planlıyorlar. Herkes kendi düşmanına bakarken arkasında irtica var, irticaya müdahale planları yapılıyor.



-Neden şimdi sorun oldu bu planlar?



İlk defa siviller güç kazanınca ‘ne bu planlar’ dediler. Ancak orgenerallerin de yargılanması lazım. Bana bu planlardan birini yapan general mektup yazmıştı, ‘biz görevimizi yaptık’ diye. Dursun Çiçek diyor ki, ‘Bir yerde bir komutan olur, hepsi ona çalışır. Komutana sorun.’



-28 Şubat sürecinin bitmesi için ne tür yapısal değişiklikler gerekiyor?



MGK’yı, Yüksek Askerî Şûra’yı kaldırıp bunların işlevlerini parlamentoya verecek düzenlemeler şart. Bu yapısal değişiklikler olmazsa her şey boşadır. Millî savunma bakanını başbakana bağlama meselesi değil, görevin kimde olması gerektiği meselesidir. En baştaki sivil olursa komutan sivil demektir. ‘Başbakan askerlikten ne anlar?’ diyorlar. Başbakan ekonomiden veya başka şeylerden ne anlar? Her şey Meclis çatısı altında olmalı. Bir sürü çalışma grupları olacak. Genelkurmay’daki çalışma gruplarını oraya alacaksın. Genelkurmay Başkanlığı, başkomutanın karargâhı olacak. Komutan başbakandır. Komutanlık sorumluluk mevkiidir. Kimse o ülkede siyasi sorumlu, her şeyden sorumlu olduğu gibi askerlikten de sorumlu olur. Komutan sorumluluğu devredilemez. Başkomutanlık kanunu yok. Başkomutanlık kanunu yapılmalıdır.



-30 sene önce bu kadar değil miydi? Darbeler zaman içinde nasıl karakter değiştirdi?



Değildi. 1960 ihtilali böyle yapılmadı. 38 kişilik bir çete tarafından oturmuşlar bir salonda yapmışlar. Fakat çete. Silahlı kuvvetlerin haberi yok bundan. Yüzbaşısı, korgenerali var; ahbap çavuş gibi bir şekilde tanışanların işi. Silahlı kuvvetler hiyerarşisine de uymuyor. O kadar ki içinde yüzbaşı var, orgenerali komuta ediyor, emir veriyor. Numan Esin mesela yüzbaşı rütbesinde orgeneralleri parmağında oynatıyor. İhtilalden sonra konu kapandı. Ama darbeler süreci devam etti. 1963’te Talat Aydemir, ‘İhtilal yapılırken ben yoktum; benim de canım çekti, ben de yapacağım’ dedi. Denedi. İlkin seni affettik dediler; ama adam durmuyor. İlla yapacak.



-İnönü’ye karşı olunca mı ‘dur’ dediler?



Onun önemi yok. Adamın ruhunda ihtilal yapmak var. İhtilal yapmazsa kendisini eksik, görevini yapmamış hissediyor. Böyle bir kompleksi var. Çok anlamaya çalışmayın, anlayamazsınız.



-Ya 12 Mart?



Yine bir çete. Ama bu çetenin genelkurmay başkanı, kuvvet komutanları var. Fakat birbirlerine düşüyorlar. 9 Mart’ta yapacaklardı; fakat hava kuvvetleri komutanı Muhsin Batur ve Faruk Gürler, Memduh Tağmaç’a yanaşıyor. Üç gün sonra 9 Martçıların hepsi tutuklanıyor. Bu arada orduda da operasyon yapılıyor. 12 Mart da çete olunca Kenan Evren’le birlikte diyorlar ki; ‘Bu böyle olmuyor, birbirimize düşüyoruz. Ne lüzum var buna, bundan sonra darbeleri emir komuta zincirinde yapalım.’ 12 Eylül sıkı bir ihtilal oluyor. Onbaşıya kadar sorumlulukları yayıyorlar. ‘Beraber yaptık, hepinizin taşın altında eli var’ diyorlar. 12 Eylül’de albayların bile etkisi yoktur. 12 Eylül’ün hiyerarşik bir şekilde yapılması daha sonra 28 Şubat sürecindeki generalleri etkiledi.



-28 Şubat, önceki darbelerden dersler çıkarılarak mı planlandı?



BÇG aldı önüne bugüne kadar yaptıkları ihtilalleri. Hangisi etkili, diye değerlendirdiler. ‘27 Mayıs’ta böyle oldu, 12 Mart ona benzedi, tadı tuzu olmadı, sivillere açık kapı veriyorsun, risk alamıyorsun, beş kişinin iki dudağı arasındasın. Ama 12 Eylül öyle değil. Kenan Paşa, bak, iyi yaptı. Beş kişilik bir heyeti millî güvenlik konseyi diye kurdu ve başkanı oldu. Bütün silahlı kuvvetleri içine soktu. Bundan sonra yapacaklarımızı böyle yapmalıyız veya geliştirmeliyiz’ dediler. Balyoz veya Özden Örnek günlüklerinde, bir tanesi ‘12 Eylül Bayrak Planı’nı bulun getirin bana’ diyor. Yani 12 Eylül iyi, master bir plan. Bu sırada başka vesayet kurumları da var, hepsi tahkim ediliyor. Her ihtilal süreci MGK, YAŞ, askerî yargı gibi kurumları güçlendiriyor. MGK’nın yetkileri genişliyor. ‘27 Mayıs bizim çıraklık, 12 Eylül kalfalık, 28 Şubat ustalık dönemimizdir’ diyebilecekleri bir yapı âdeta. Orada planlama var çünkü. Yani bundan sonra biz oturup darbeye ihtiyaç olduğunda mı plan yapacağız? Yoksa olsa da olmasa da silahlı kuvvetleri kapsayan hazır ‘G’ günü ‘S’ saatinde ‘A’ planı devreye girsin dendiğinde o planın yürürlüğe gireceği ve uygulanacağı; hiçbir birliğin şu nasıl olacaktı, bu nasıl olacaktı diye sormayacağı; herkesin her şeyi nasıl yapacağını bileceği; her sene bunların güncelleneceği bir plan mı olsun? Komutan tayin olur gider; ama o plan orda durur.



-Hangi seviyede?



28 Şubat’ta hangi seviyede duracak, bunlar da belirlenmiş. Birinci prensip general karargâhı seviyesinde duracak. Generali olmayan karargâhta durmayacak. General asıl unsurdur, ikiye ayrılır; taktik ve stratejik generaller. Tuğ ve tümgeneraller taktik generallerdir. Tugay ve tümen taktik birliklerdir. Kolordu ve ordular stratejik birliklerdir. Kolordu ve stratejik generalleri taktik generallerdir.



-Türk ordusunda inisiyatif kimde? 27 Mayıs alt rütbeliler tarafından yapıldı?



27 Mayıs harp okulu çerçevesinde yapıldı, kullanılan araç harp okuludur. Radyoevini almak, milletvekillerini tutuklamak gibi görevleri var öğrencilerin. Daha sonra harp okulunu sokmadılar; çünkü ‘bunlar şımardı’ diyorlar. 27 Mayıs şımarıklık olarak görülmüyor; ama 21 Mayıs 1963 olayı olunca ‘harp okulu şımardı’ oluyor. 12 Mart’ta muhtıra verildi, başka bir yöntemle oldu. 12 Eylül’de harp okulu falan yasaklandı, harp akademisini devreye soktular. Generaller silahlı kuvvetler yetkisini giderek artan bir ivme ile kendi ellerine almışlardır. Bazı şeyler de teamüllerle gider zaten. Yol yapılmamışsa biz gide gele patika ile yol yaparız. Bir yapı teamülle yönetilebilir. Her anlamda yönetim generallerin eline geçmiştir. Bugün kışla-karakol savunmalarında sıkıntı çekilmesinin sebebi Türk ordusunun unsurlarının inisiyatifinin elden gitmesidir. Bir bardak su içilecek olsa bile buna generaller karar verir. Aşağıda bir inisiyatif bırakmamışlar. Yetkiler yukarıya alınmış.



-Balyoz, Sarıkız güncellenen darbe planları mıydı?



‘2002’de şu vardı, 2003’te şu çıktı.’ Çıkar; çünkü güncelleniyor. Ahmet gidiyor, yerine Mehmet geliyor. Bilmem nerenin kaymakamı tayin oluyor, onun yerine başka birisi geliyor. Bu sefer onun adını yazıyorlar. Adam diyor ki, bu adam 2006’da seçildi, 2003’teki planda bunun adı var. Ya Kartal’daki, atıyorum belediye başkanı o sıralarda alınanlarda görünmüyordu, adı Ahmet’ti; ama öbür seçimde mütedeyyinlerden biri ve adı Mehmet oldu. Bunlar güncelleniyor. O yüzden isimler değişiyor.



-Askerin reformlara direnci var mı? Nasıl kırılır?



Subaylar yıllarca bu eğitimi aldı. 30 yıldır da bir iç savaş yaşanıyor. Savaş mantalitesi ile yetiştiler. Orada hastalıklı bir yapı var. Ancak bunlarla yapacaksın bu reformu. İkna ederek yapılabilir. Askerlikte ‘Üstten dost, eşekten post olmaz’ derler. Çıkarların, menfaatlerin çatışması vardır. Subaylar, astsubaylar orgenerallerden çok çektiler, onları orgenerallerin kucağına attınız. OYAK’tan orgeneraller 600-700 bin liralık tazminatları alacağına, subay-astsubayların eline hisse senedi diye bu paraları verseniz, hepsi sana müteşekkir olurdu. Çünkü OYAK subayların malı zaten. Şirin görüneceksen orgenerallere değil, binbaşılara, üsteğmenlere şirin görün. O zaman generaller, ‘ordu elden gitti’ der. A’dan Z’ye çok değişiklik lazım. Tayyip Erdoğan’ın çok işi var; ama az işi varmış gibi dolaşıyor. Mutlaka askerî yargı mahkemeleri kaldırılmalıdır. Askerî mahkeme olmalı; ama adliyede. Çocuk mahkemesi gibi. Üniformalı hâkim olmaz. Selam veren, amiri olan hâkim olmaz. Anayasa çalışması için yapıldığı gibi askerî reform paketi için de ön çalışmalar yapılmalı. Asker ve siviller bir araya gelip çalışabilir. Mesela harp okulunda siviller okutulmalıdır. Harp okulundan mezun olacak; ama subay olmayacak. Parlamentoda görev yapacak. Hukuk fakülteleri mutlaka hâkim mi yetiştiriyor, şirketlerin hukuk müşavirleri de yetişiyor.



-Jandarma terörle mücadelede neden başarısız?



Jandarma sınıfının komple kalkması gerekiyor. Jandarma İçişleri Bakanlığı’na dâhil bir organ olmalı. Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde bir kır polisi olarak devam eder. Askerî vasfından çıkarılmalıdır. Atatürk’ün döneminde kurulmuş. O zaman Batı Çalışma Grubu’nun planlarına gerek duymamışlar, ‘Jandarma ile Türkiye’yi hallederiz, yönetiriz’ demişler. Kara kuvvetleri dış düşmana bakar, jandarma iç düşmana. Şimdi o misyonuna devam ediyor, işi o. İnsan kendi halkı ile savaşmaz.





--------------------------------------------------------------------------------



Komünizm propagandası yapmaktan ordudan atıldı

Namık Çınar, üniformayı sırtına 11 yaşlarındayken (1960) giydi. Selimiye Kışlası’ndaki askerî ortaokulda ilk adım atılır. Erzincan Askerî Lisesi, sonra Kuleli Askerî Lisesi, ardından Kara Harp Okulu, Piyade Okulu ve nihayet kışlada göreve başlar. Artık genç bir teğmendir. Ama hayalleri kısa sürer. 12 Mart 1971’de ordudan ‘komünizm propagandası’ suçlamasıyla atılır. Genelkurmay Başkanlığı Askerî Mahkemesi’nde yargılanır ve aklanır. Askerî Yüksek İdare Mahkemesi’ndeki tüm davaları da kazanarak tekrar silahlı kuvvetlere döner. Ancak o artık bir sakıncalıdır. 12 Eylül 1980’de yüzbaşıyken istifa ederek ayrılır. Çınar, Taraf gazetesinde özellikle asker-sivil ilişkilerini konu alan makaleleri ile dikkat çekiyor.



Balyoz, bir darbe planıdır

Namık Çınar, 5-7 Mart 2003 tarihindeki “1. Ordu Plan Semineri”nin davayı sulandırmak isteyenlerin aksine bir darbe hazırlığı çalışması olduğunu söylüyor: “Birinci hat birliklerinin ‘Geri Bölge Emniyeti’nde ne işi vardır? Onların ve komutanlarının ‘Genel Savunma Planı’ çerçevesindeki savunma mevzilerinde olmaları gerekmez mi? Asıl ‘muharebe hattı’nın tugay, tümen ve kolordu komutanları yerine, geri bölge emniyet tedbirlerini asıl alacak olan bölgenin valileri, kaymakamları, jandarma ve polis teşkilatı unsurları ile sivil savunma birimlerinin oyuncuları nerededir? Diyorlar ki ‘Bu planlarda neden ast birlikler yok?’ Darbe planları, genel savunma planları gibi, bölük- tabur- alay seviyelerine kadar yayımlanmaz. General seviyesindeki karargâhlarda tutularak diğerleri tarafından prova edilmeleri de beklenmez. Tıpkı 12 Eylül’deki gibi, G günü S saatine çok az kala devreye sokulmaları yeterli olur.”