19 Ekim 2012 Cuma

Suikasta otopsi


8 Ekim 2012 / İDRİS GÜRSOY, AKSİYON DERGİSİ KAPAK


Kabri açılarak ani ölüm sebebi araştırılan merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın 1988’de uğradığı suikast girişiminde savcı, bir örgütün varlığına dikkat çekmişti. Özal, 93’te yine aynı örgütün hedefi mi oldu? Suikast iddianamesindeki örgüt izini ve soruşturma/yargılamadaki soru işaretlerini araştırdık.



Dönemin başbakanı Turgut Özal’ı hedef alan 1988’deki suikastın iddianamesinde derin şüpheler ve şoke edici ayrıntılar var. Tek sanıklı davada savcılar bir örgütün varlığına işaret edip tarif de veriyor; ancak örgütün üzerine gidilmiyor. Olaydaki üçüncü kişilerin takip ve tespiti ile soruşturmanın sürdürülmesi için evrak tefrik ediliyor. Soruşturma ve yargılama sürecindeki soru işaretleri ise kafaları karıştırıyor. Müdahil avukat Mehmet Yaşar Sevük, “Örgüt yok demek, örgütün olmadığı anlamına gelmez.” diyor. Peki, dönemin DGM Başsavcısı Nusret Demiral ve iki yardımcısının hazırladığı 54 sayfalık iddianamede hangi ayrıntılar var? Tetikçi Kartal Demirağ’ın ilişkileri, tanık ifadeleri ve maddi delillerle şoke edici ayrıntılar, Özal’ın 1993’te ani ölümündeki şüpheleri derinleştirecek nitelikte.



Kartal Demirağ, tabanca bulundurmak ve taşımak, ideolojik amaçla Başbakan Turgut Özal’ı tasarlayarak iki el ateş etmek suretiyle öldürmeye tam teşebbüs ve nüfus tezkeresinde sahtekârlık yapmakla suçlanıyor. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısı Nusret Demiral ve yardımcılarının hazırladığı iddianame, 30 Eylül 1988 tarihini taşıyor. Savcılar, başbakana suikast soruşturmasını üç buçuk ay gibi kısa sürede sonuçlandırıyor.



Demirağ’a yardım ve yataklık yaptığı hâlde iddianamede adı geçen pek çok sanık hakkında suç duyurusunda bile bulunulmuyor. Dosyanın ‘tefrik edildiği’ söyleniyor ama akıbeti hakkında hâlâ bir haber yok. Demirağ tek sanık olarak hâkim karşısına çıkarılıyor. ‘Genel anlatım’ başlığı altında Özal’ın seçimle işbaşına gelmiş bir başbakan olduğu anlatıldıktan sonra ‘olayda genel gaye ve kastın açıklanması’ bölümünde; “Devlet büyüklerine saldırı öteden beri görülmektedir. Faillerin tasarladıkları ve icra ettikleri eylem içinde kendilerini çok kez gizli tuttukları, bu yüzden yapılan geniş çaptaki araştırma ve soruşturmalarda hüviyetleri dahi tespit edilemediği gözlenmektedir.” deniyor.



Örnek olarak da Pakistan Devlet Başkanı Ziya-ül Hak, İsveç Başbakanı Olof Palme, ABD Başkanı John F. Kenndy, Hindistan Devlet Başkanı İndira Gangi, Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat ve eski Başbakan Nihat Erim’i hedef alan suikastlar gösteriliyor.



Amaç, makamından uzaklaştırmak



Peki sonuca gidilsin veya gidilmesin, suikastların amacı ne? İddianamede şu çarpıcı tespitler yapılıyor: “Özellikle bu tür eylemlerde görevlilerin öldürülmesi ve görev dışı kalmasının sağlanmasında kasıt, eylemi gerçekleştiren kişi veya kişiler için bir manevi haz veya maddi çıkarların önde gelmesidir. Yine eylemi gerçekleştiren kişi veya kişilerin politik çıkarları ve illegal kuruluş ve örgütlerin şahsi çıkarlarının rolü büyüktür.



Yukarıda verdiğimiz misallerde çok kez kişinin düşünce ve maksadın dışında illegal örgüt ve kuruluşların ve politik çevrelerin tasarladıkları girişimler yakın ve çok az ihtimal olsa da uzak zamana yatırımlar şeklinde tecelli etmektedir. Bu tür eylemlerin varoluşunda gaye, görevliye karşı özel bir fiili gerçekleştirmek düşüncesinden ziyade şahsın o makamdan uzaklaşmasını sağlamak ve bu boşluk dolayısıyla o makamı ele geçirmek maksadının daha ağır bastığını da söylemek kabildir.”



Özal neden hedefti? Savcılar bu soruya cevap ararken 12 Eylül 1980 darbesinden sonra yapılan ilk seçimde (1983) iktidar olan Turgut Özal’ın icraatlarına dikkat çekiyor: “ANAP’ın iktidarı sırasında görülebilen önemli faaliyetlerden biri 12 Eylül 1980’den önce sıkıntısı duyulan bazı tüketim mallarındaki ferahlama ortamıdır.



Bugün için denilebilir ki; gayrimeşru ve yasadışı ortam içinde piyasada karaborsa olarak tanımlanan ortam mümkün olduğunca ortadan kaldırılmışsa; bu yönüyle bazı çıkar sahiplerinin iktidarda bulunan partinin genel başkanına elbette sempati duymayacakları ve kısa zaman içinde her ne şekil ve şartta olursa olsun iktidardan uzaklaştırılması için faaliyete geçecekleri açıktır. Sonuç itibarıyla devlet büyüklerine yapılan suikast girişimindeki kişi ve kişilerin amacı, 1- Demokratik düzen içinde seçim yoluyla elde edemeyecekleri politik çıkarlarını, 2- Ekonomik düzen içinde meşru yollar dışında elde etmeye alıştıkları menfaatlerini sağlamaktır.”



Savcı Nusret Demiral, kongre günü gerçekleştirilen suikast girişiminin nasıl olduğunu aktarırken, herkesin aranmadan salona girdiğini belirtiyor: “Ankara Atatürk Spor Salonu’nda yapılması kararlaştırılmış ve herkesin aranmadan girdiği genel toplantının ilk gününde saat 12.00-12.30 arasında parti kongresine iştirak edecek üyelerin dışında sanık Kartal Demirağ’ın da girdiği ve olay anında taşınması ve bu bulundurulması yasak Webley-Scott marka 7.65 çapındaki tabancasını ateşleyerek Başbakan Turgut Özal’a ateş ettiği, tabanca mermilerinin ilkinin Özal’ın sağ eline, ikincisinin de mikrofon ayak borusuna çarptığı, bu olayda ateş edilmeyle sanığın yakalanma anına kadar geçen zamanın 18 saniye kadar olduğu video kamerasından tespit edilmiştir...



Failin yanında ikinci bir kişinin olup olmadığı, bu olayı kendisine azmettiren bir grubun bulunup bulunmadığı, keza sanığın eylemini işlemesinden önce bu eylemin gerçekleştirilmesi için kendisine yol gösteren ve yardım eden kişi veya kişilerin olup olmadığı, yukarıdaki düşünceler içinde araştırılmasına, soruşturma anında ayrıca tevessül olunmuştur. Sanık Kartal Demirağ’ın, olaydan sonra hastanedeki tedavisi bitiminden itibaren soruşturma sırasında ifadesine müracaat olunmuş ve beyanının doğruluğu her şekliyle araştırılmıştır.”



‘Polis beni aramadı’



İddianamede suikastçının yalnız olmadığını gösteren pek çok bilgi yer alıyor. Ayrıca Demirağ’ın özgeçmişi onu kimlerin kullanmış olabileceğine ilişkin fikir veriyor. Demirağ ifadesinde, 12 Eylül öncesi eylemlere katıldığını, defalarca cezaevine girdiğini, bazı kamplarda eğitim aldığını anlatıyor. Sanık, suikasttan beş ay önce cezaevinden kolaylıkla kaçıyor. “Dazkırı’ya gittim. Polis beni aramadı.” diyor. Suikast sonrası gideceği yurtiçi ve yurtdışındaki adresleri belirleniyor. Pasaport için fotoğrafını Osman Atay’a veriyor.



Demirağ, iddianameye yansıyan ifadesinde, 1978-1979 yıllarında Dazkırı’da Kemal Duruhan’ın başkanlığında (kendisi ikinci başkan) Ülkücü Gençlik Derneği’ni kurduklarını, derneğin amacının Türk milliyetçiliğinin ve Türk devletinin güçlülüğüne çalışmak olduğunu, aslında silahlı mücadeleyi benimsemediklerini ancak solcu grupların silahlanması üzerine bazı üyelerinin de bu harekete silahlanmak suretiyle karşılık verdiklerini, görevinin 1980 yılı başlarına, eğitim enstitüsüne tekrar kayıt oluncaya kadar devam ettiğini ve okuma sırasında ülkücü faaliyetleri bıraktığını söylüyor.



Yine 1971-72 yılları arasında Denizli Güney ilçesinde Kanlıgöl denen bölgede Ülkücü Gençlik olarak topluca jimnastik ve spor yaptıklarını, Ankara Ticaret İlimler Akademisi’nde okuyan Şevki Acaroğlu’ndan da karate dersleri aldığını, 1978-79 yıllarında Dazkırı’da Ülkücü Gençlik Derneği ikinci başkanlığı yaptığı dönemde silahlı eğitim atışları yaptığını anlatıyor.



‘Cezaevinde çürüyorsun’



Kartal Demirağ, Kemal Horzum’un adamı olarak bilinen Osman Atay’la Dalaman Cezaevi’nde görüştüğünü anlatıyor. Atay, Demirağ’a para veriyor ve “İsviçre’ye gelseydin bu işler başına gelmezdi, rahat ederdin.” diyor. Atay, 1987 yaz aylarında bir Kurban Bayramı gününde tekrar cezaevine geliyor. Cezaevinden kaçacağını söyleyen Demirağ’a, İsviçre Basel şehrinde Uzvil Otel adresini veriyor.



Pasaport çıkarmak için bir fotoğrafını alıyor. Demirağ’a, Horzum ve ekibinin Özal hükümetinin uygulamalarından şikâyetçi olduklarını anlatıyor ve “Sen ufak işlerle cezaevinde çürüyorsun, yapacaksan büyük iş yap.” dediğini aktarıyor. Demirağ, cezaevinden çıktıktan sonra gittiği illeri, görüştüğü kişileri, para, sahte kimlik ve silahı nereden nasıl aldığını, hastane tetkiklerini, kongre salonuna nasıl girdiğini ayrıntılı bir şekilde anlatıyor. Suikastı cezaevi şartları kötü olduğu ve af çıkmadığı için tek başına, hiçbir yardım almadan tasarlayıp işlediğini ısrarla vurguluyor.



İddianamede iki gazeteci, sağlık çalışanı ve Demirağ’ı elinden yaralayan koruma polisi Ziya Ayaz’ın da aralarında olduğu 10 tanığın ifadelerine yer veriliyor. Bazı tanıklar, Demirağ’ı salonda olay öncesinden çok önce gördüklerini ve yanında başka birilerinin de olduğunu söylüyor.



Kartal Demirağ’ın üzerinden çıkan notlara ve Semra Özal’a yazdığı tehdit mektuplarına da yer veriliyor. Demirağ, mektuplarda Semra Özal’a “Sayın Yeğinmen” diye kızlık soy ismi ile hitap ediyor ve bir yerde, “Af çıkarılmazsa örgütümüz sizi öldürecek.” ifadesi yer alıyor.



Delillerin değerlendirilmesi



Savcılar, delil değerlendirmesinde sanığın ülkücü düşüncede ve kendi tanımıyla ‘Atatürk milliyetçisi’ görüşlere sahip olduğuna dikkat çekiyor. Demirağ’ın kullanılmaya açık karakterde olduğu ise şöyle anlatılıyor:



“Sanık Kartal Demirağ’ın çoğu suçlu tipinin dışında bir benliğe diğer suçlulardan farklılıklar gösteren bir kişiliğe sahip olduğu görülmüş ve öğrenilmiştir. Diğer bir anlatımla sanık Kartal Demirağ’ın soğukkanlı yaptığı eylemin bilincinde taviz vermekten kaçınan katı insanca olan merhametten yoksun suçlu örneğini verdiği müşahede edilmektedir. Bu suçlu tipinde bir yasal veya yasadışı örgüte sığınma şartı olmadığı yalnız tasarladığı eylemi düşüncesi ve yapacağı fiili kabul etmesinin yeterli olacağı bilinmektedir. Bu tür suçlu tipinin üçüncü kişilerce elde edilmesi sevk ve idare edilmesi de kolaydır. Hatta üçüncü kişiler olayda görülmeksizin suçlunun yapacağı eylemden her zaman çıkar sağlayabilir.



“İşte sanık Kartal Demirağ ifadesinde bildirdiği Osman Atay da sanığın bu karakterlerinden faydalanmaya eylemini çabuklaştırmaya ileriye açık vaatlerde de bulunarak sanığın fiilini öncelikle işlemesine dolaylı olarak iknaya çalıştığı sezilmiştir. Eylemin geciktirilmeksizin ifasında suçluya kolaylık ve vaadin önem taşıdığını çok iyi bilen Osman Atay bunu her hareketi ile göstermiştir. Yine sanık Kartal Demirağ’ın ideolojik fikirlerinden hareketle bu durumdan faydalanmaya kalkışan yasal veya yasadışı örgütlerin yöneticileri fertler olabileceği varsayımıyla soruşturmanın bu yönünün araştırılması ve bu yönden sürdürülmesi cihetine gidilmiştir.



Sanık hakkında kendisine isnad edilen suç için kamu davasının açılmasına yeterli deliller ve emareler vardır. Bu hal içinde sanık hakkında kamu davası açılarak üçüncü kişilerin eylemdeki ilişkilerinin araştırılmasına ve tespitine devam edilmesi için evrakın tefrik edilmesinde bir sakınca görülmemiştir.”



Savcılar, Demirağ’ın, Başbakan Turgut Özal’ı öldürmeye tam teşebbüs suçundan dolayı TCK’nın 450/2-4, 62, 31, 33; suç mevzuu tabancayı ruhsatsız bulundurmak ve taşımaktan dolayı 6136 sayılı kanunun 13; TCK’nın 36; Hayati İpek isimli kişinin nüfus tezkeresini alarak kendi fotoğrafını yapıştırmak ve doğum tarihini değiştirmek suretiyle kullanmak, bu nedenle nüfus tezkeresinde sahtekarlık yapmak suçundan dolayı TCK’nın 350/1, 40, 69, 71’inci maddelerine göre ayrı ayrı cezalandırılmasına karar verilmesi için muhakemesini istiyor (30.9.1988). İddianamede Nusret Demiral Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı Tevfik Hancılar, Ankara DGM Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Ülkü Coşkun ve Ankara DGM cumhuriyet savcı yardımcısının imzası bulunuyor.



Cevap bekleyen sorular



Kartal Demirağ, 18 Haziran 1988’de Ankara Spor Salonu’ndaki ANAP kongresinde iki el ateş ederek Özal’ı yaraladı. 15 gün sorgulandıktan sonra Ankara DGM’de hâkim huzuruna çıkarıldı. 30 Eylül 1988’de Nusret Demiral, Tevfik Hancılar ve Ülkü Coşkun’dan oluşan DGM’nin 3 savcısı iddianameyi hazırladılar. Demirağ, 1 Kasım 1988’de Ankara DGM’de yargılanmaya başladı. 27 Ocak 1989’da 20 yıl hapse mahkûm edildi. 16 Nisan 1992’de şartlı tahliye yasasından yararlanarak serbest kaldı. Başka bir suçtan tutuklanarak cezaevine gönderildi. Peki, soruşturma ve dava sürecinde neler yaşandı? Dava dosyası, tanık ifadeleri ve hukukçuların değerlendirmelerine göre Özal suikastı dosyasında cevap bekleyen çok sayıda soru vardı:



1. Demirağ, Sandıklı Cezaevi’nden Dalaman Cezaevi’ne 20 Ocak 1988’de getirildi, 22 Ocak’ta da elini kolunu sallayarak kaçtı. Demirağ’ı Sandıklı’da kimler ziyaret etti? Dalaman açık hava cezaevine kolayca niçin nakledildi? Yakalanması için ne gibi girişimlerde bulunuldu?

2. Cezaevinden firar ettikten sonraki 5 ay ne yaptığı karanlık. İfadesine göre; memleketi Dazkırı’ya gitti, silah aldı. Adana’da bir süre kaldı. Hastaneye, psikiyatri servisine gitti. Firari bir kişi yakalanmadan nasıl bu kadar rahat hareket edebildi?

3. Cumhurbaşkanı Kenan Evren, gazetecilerin sorularını cevaplarken, suikast görüntülerini izlediğini belirterek, “O kişi komando eğitimi almış.” diyordu. Demirağ’a komando eğitimi nerede, kim tarafından verildi? Demirağ bir röportajında 12 Eylül öncesi Dazkırı’da emekli bir askerden eğitim aldığını açıklamıştı. Kimdi bu kişiler?

4. Delege kartı olmayanlar salona alınmıyordu. Demirağ, salona nasıl girdi? Güvenlik duvarını geçerken yardım eden oldu mu? Silah salona nasıl sokuldu? İçeride biri mi verdi? Emekli Savcı Uğur Tönük, “İçeriden birinin verdiğini tespit ettik.” diyordu. Bu iddianın üzerine gidildi mi?

5. Kongrede genel başkanlar tribünlerde, delegelerin arasında oturur. O gün kongre salonuna herkesin dolaştığı yerde neden koltuk ayrıldı? Özal’ın nereye oturacağını Demirağ önceden biliyor muydu? Koltuklar neden ve kim tarafından suikastçı ile burun buruna gelebileceği bir yere kondu?

6. Eski Bakan Vehbi Dinçerler gibi bazı tanıkların salondaki ikinci-üçüncü silahlı kişilerle ilgili ifadeleri zabıtlara neden girmedi? İddianamede niçin yer almadı?

7. Demirağ ilk ifadesinde ısrarla Özal’a rastgele ateş ettiğini söyledi. Görgü tanıkları Demirağ’ın önündeki bir kişinin omzundan destekli atış pozisyonu ile ateş ettiğini söyledi. Demirağ neden rastgele ateş ettiğini söyledi? Önünde omzuna dayanak yaptığı kişi kimdi?

8. Demirağ’ın suikastta kullandığı İngiliz Weber-Scott marka silahın yapılan balistik incelemesi sonucu daha önce herhangi bir olayda kullanılmadığı ve üçüncü kurşunda tutukluk yaptığı saptandı. Silahın ruhsatının Kars Emniyet Müdürlüğü’nden alındığı ortaya çıkarıldı. Demirağ’ın tabancayı nasıl aldığı araştırıldı mı?

9. Kardeşi Ali Demirağ, “Kartal’ın bütün ilişkilerini anlattım.” dedi. Babası ve onu tanıyanlar “Tek başına yapamaz. Birilerini saklıyor.” ifadelerini kullandı. Bu ilişkilerin üzerine neden gidilmedi? MİT soruşturmaya nasıl girdi? Demirağ’ın bir röportajında söylediği “Horzum konusunda yönlendirildim.” iddiası araştırıldı mı? MİT, hangi bilgi ve belgeleri savcılığa intikal ettirdi?

10. Özal, ‘Başbakanı öldürme amaçlı bir saldırı düzenlenecekse bunu MİT ve Emniyet istihbaratının bilmemesi mümkün değil. Suikastı MİT ve Emniyet isterse çözülebilir’ diye düşünüyordu. MİT, çeşitli partilere girip-çıkmış, kaymakam yaralamış, cezaevi firarisi, suç dosyası kabarık birini neden takip etmedi?

11. TRT’nin, emniyet foto film merkezi ve özel şirketlerin suikast anında çektiği görüntüleri Özal defalarca izledi ve izletti. Özal, gazeteci Yavuz Gökmen’in “Suikast basit mi yoksa beynelmilel bir örgüt işi mi?” sorusuna; “Ben basit görmüyorum. Ama ilk bakışta bu kişinin profesyonel biri olduğu anlaşılıyor.” cevabını verdi. Onu böyle düşünmeye iten sebepler neydi?

12. Demirağ’ın kaldığı Numune Palas Oteli’ndeki odada yapılan aramada telefon numaraları ve notlarının bulunduğu defter soruşturmanın odak noktasını oluşturuyordu. Notlarda ne vardı? Telefonlar kimlere aitti? Bu kişiler sorgulandı mı?

13. Demirağ, ifadesinde, en az 6 kez psikolojik rahatsızlığı olduğunu, yaşamak istemediğini, hafızasının gidip geldiğini söylüyordu. Savcılar, polisler ve doktorlar saldırganı dengeli, soğukkanlı ve sağlıklı buldu. Psikolojik rahatsızlık önceden öğretilmiş bir ifade verme şekli miydi?

14. Demirağ’ın sorgulamaları video kasete kaydedildi. 3 video kaseti tab edilmek üzere emniyete götürüldü. Mahkemede delil olarak kullanılacağı belirtilen bu sorgulamaların tamamında ne vardı?

15. Başbakan Özal’ın Demirağ’ın geçmişi ile ilgili açıklamalarına TRT haber bültenlerinde yer verilmedi. Kamuoyu savcılar tarafından bilinçli bir şekilde yönlendirildi mi?

16. Özal’ın örgüt bağlantısı açıklamaları neden sansürlendi?

17. Doğu Perinçek’e ait 2000’e doğru dergisinde (21 Temmuz) “Özal’ı ben vurdum” başlıklı röportajda Murat Ağırtıcı’nın iddialarına yer verildi. Perinçek, Demirağ’ın üzerindeki dikkati neden dağıtmak istedi?

18. Dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, Demirağ’ın eylemi tek başına yaptığına inanıyordu. Oysa onu tanıyanlar ve Kartal Demirağ’ın 1980 yılında arkadaşlarını yaralama olayındaki avukatlığını yapan Abdullah Gedik, “Demirağ, suikastı yapması için cezaevinden kaçırıldı.” iddiasını ortaya attı. Gedik’i bu açıklamayı yapmaya iten bilgiler nelerdi?

19. Emniyet, Demirağ’ın bu işi tek başına yaptığına nasıl kolayca ikna oldu?

20. Özal; Bülent Şemiler ve Ahmet Selçuk’u neden İsviçre’ye gönderdi?

21. Suikastın İsviçre bağlantısı neydi? İsviçre’deki bankalara yatan bazı paraların anlamı neydi? Hangi hesaplara kimler tarafından ne miktarlarda para transferleri yapıldı?

22. İsviçre istihbaratı başta Erol Simavi olmak üzere birkaç ismi verdi. Korkut Özal bildiklerini savcıya anlattı. Ahmet Özal da bazı isimleri savcıya açıkladı. Sabri Yirmibeşoğlu’nun ismi geçti. Bu isimlerle ilgili ne gibi bir soruşturma yapıldı?

23. 1 Kasım 1988’de Savcı Yardımcısı Tevfik Hancılar iddianameyi okudu. İlk duruşmada bazı tanıklar dinlendi. Mahkeme ara kararında savcılığın tanık gösterdiği 93 kişinin dinlenmemesini kararlaştırdı. Bu tanıklar neden dinlenmedi?

24. İddianameye göre; Osman Atay, suikast öncesi Demirağ’ı cezaevinde ziyaret edip para yardımında bulunuyor. Hatta para verip sahte pasaport hazırlıyor, suikast sonrası İsviçre’ye hangi yollarla nasıl gideceğini anlatıyor. O hâlde Atay, neden sanık sandalyesine oturtulmadı?

25. İsviçre’de taksicilik yaptığı belirtilen Osman Atay’a daha sonra Milliyet muhabiri ulaştı. Atay, hakkındaki tüm iddiaları yalanladı ama 1986’da Kartal’ı cezaevinde gördüğünü de söyledi. Atay, “Elçilikte kaydım ve adresim var, isteseler beni bir saat içinde bulurlar. Hiçbir yazı gelmedi.” dedi. Atay hakkında neden iade başvurusunda bulunulmadı?

26. Bir örgütle bağlantılı olduğu iddianamede belirtildiği hâlde Demirağ, TCK’nın 450. maddesine göre yargılandı ve 20 yıl ceza ile kurtuldu. İnfaz yasasına göre 8 yıl yatıp serbest kaldı. Demirağ hakkında niçin örgütlü suçlarla ilgili 146-1’den dava açılmadı?

27. 1990’da Bahadır Tamer adlı hükümlünün ihbarını değerlendiren polisin aldığı ifadenin gazetelerde yayımlanmasını engellemek için DGM, gazetelere baskın düzenledi. Tamer, Demirağ’la aynı kovuşta kalmış, Adalet Bakanı Oltan Sungurlu’ya gönderdiği ihbar mektubunda Demirağ’ın kaçmasına yardım eden savcı ve çeşitli cezaevi görevlilerinin adını vermişti. DGM’yi telaşa düşüren neydi? Tamer’in ihbarı nasıl değerlendirildi?

28. 1994’te, Özal’a suikastın önce Veli Can Oduncu’ya teklif edildiği ancak Oduncu’nun teklifi kabul etmemesi üzerine kısa süre sonra cezaevinde meydana gelen bir olayda öldürüldüğü iddia edildi. Ülkücü görüşlü Oduncu, 12 Eylül öncesi 7 TİP’linin öldürülmesinden hüküm giymişti. Bu iddia araştırıldı mı?



Delil olmaması örgüt yok anlamına gelmez



Özal suikastı davasının müdahil avukatı Mehmet Yaşar Sevük, aceleye getirildiğine inandığı yargılamadaki soru işaretlerine hak veriyor.



Özal suikastı davasının müdahil avukatı Mehmet Yaşar Sevük, “1988, ANAP ikinci olağan büyük kongresinde ordaydım. Suikast teşebbüsüne şahit oldum. Ceza davasında da Özal’ı ben temsil ettim. Bütün duruşmalara katıldım.” diyor. Sevük, avukatlıktan emekli olmuş. Özal suikastı dosyası ile ilgili yeniden soruşturma açılmasının olayla ilgili bütün soru işaretlerini ortadan kaldırabileceğini söylüyor. “Mahkemenin örgüt yok demesi, örgüt olmadığı anlamına gelmiyor.” diye konuşuyor. Özal suikastının müdahil avukatı sorularımızı cevapladı.



-Suikast sırasında neredeydiniz?



Büyük kongreyi organize edenler içindeydim. Özal konuşmaya başladığı sırada kürsünün arka tarafında daha yukarıda bir yerdeydim. Bütün olayları gördüm.



-Nasıl gerçekleşti?



Eşiyle beraber biraz geç geldi, program devam ediyordu, çok kalabalıktı. Kürsüye doğru konuşma yapmak için yürüdü, icraatı anlatıyordu. Konuşmasının başında bir yerde silah sesi duyduk. Kurşun seslerini duyunca ne olduğunu anlamadık önce. Panik havası oldu. Bakanların korumaları müdahale etti, epey bir silahlı çatışma gibi kurşun sesleri duyuldu. Dedim ki ‘herhâlde büyük bir çatışma var, bir grup kongreyi bastı’. Ama sonra korumaların silahlarından çıkan sesler olduğu anlaşıldı. Sonra bir adamın yerde döndüğünü gördüm. Galiba hedef olmamaya çalışıyordu. Kurşunlardan birisi ile vurulmuş. Özal’ın korumaları tedbir aldı. Demirağ yerde yatıyordu, üstüne de bir şey örttüler, ölmüş gibi yatıyordu orada. Sonra alıp çıkardılar.



-Silah sesleri kesilince ne yaptınız?



Salon şok geçirdi. Kimse yerinden ayrılmadı. Özal sonra geldi konuşmasını tamamladı. Eli sargılıydı. Parmağı yaralanmış. Güzel bir konuşma yaparak hiçbir şey yokmuş gibi devam etti.



-Afyon’da Demirağ’ın avukatlığını yapmış bir kişi ‘tek başına yapamaz’ diyor?



Avukatı olduğuna göre bir şeylere dayanıyordur herhâlde.



-Silah nasıl sokuluyor?



Orası enteresan, tişörtlüydü. Nasıl ve kimden aldı?



-Sorgu kasete alınıyor. Tapeleri gördünüz mü?



Hayır. Demek ki delil olarak dosyaya girmemiştir. Sorgulamada bir kısmı dava dosyasına delil anlamında konabilir, bir kısmı konmayabilir, savcı dava açarken hangi delillere dayanıyorsa, hangi bulgular varsa onları koyar. İfadeleri okumadan değerlendiremeyiz.



-İlk duruşmada alınan ara kararla 93 tanığın dinlenmemesi söz konusu?



Dava dosyasında 93 kişinin ifadeleri yer almıyordu. Bunlar savcılık aşamasında dinlenip dava delili olarak kullanılmayanlar olabilir. Dava dosyasında 93 kişinin ifadeleri yoktu.



-Davayı siz takip ettiniz?



Umumi vekâletim vardı, soruşturma aşamasından sonra davada müdahil vekil olarak bulundum. Duruşmalara katıldım.



-Özal suikastın arkasında bir odak arıyor. Demirağ’ın tek başına olduğuna inanmıyordu. Neden odak arıyordu?



Genel tecessüs olarak çok analitik kafa yapısı vardı. Kendisini hedef alan bir suikast girişimiydi. Türkiye’de birtakım düzenlemeler, yasal değişiklikler yapıyordu, onun neresinde bu olay diye tecessüs içinde hareket etti. Başkası ile ilgili olsa da yine ilgilenirdi. Büyük fotoğrafa her zaman ayrıntısı ile bakan bir kafa yapısı vardı. Bu özel olay bütünün neresinde diye bakardı.



-Tetikçi profesyonel mi?



Profesyonel yönü olabilir. Gayet soğukkanlıydı. Salonda kurşunlardan kaçmak için yaptığı o hareketi gözümün önünde. Ondan sonra ölmüş gibi serilip yattı orada, kıpırdamıyordu. Üzerine gazete gibi bir şey de serdiler. Vurulmamaya çalıştı, nitekim o kadar ateş edildiği hâlde vurulmadı. Profesyonel olmasa ölürdü.



-Nasıl seyretti dava?



Fevkaladeliği yoktu, rutin bir ceza davasıydı. Zaten çok tartışma konusu da olmadı. Normal seyrinde gitti. Davada müdahil avukatın görevi, müvekkilin haklarını korumak, cezaları istemesidir, aktif değildir, takip ederiz, gerekirse müdahil oluruz.



-Savcı Demiral sürekli açıklama yapıyor?



Hâkimler kararları ile konuşur.



-Türkiye’de davalar çok uzun sürer, bu dava kısa sürede sonuçlandı?



Davaların uzun sürmesinin başka sebepleri var, delil toplanamıyor, sanık çok oluyor. Burada sanık belli, olay belli. Bir de önemli bir davaydı.



-Hiç itiraz ettiniz mi?



İtiraz olacak bir durum olmadı. Özal’ın maddi manevi tazminat talebi de olmadı. O biraz rahmetlinin bağışlayıcı olmasının sonucuydu. Demirağ’ı affetti. Bir de ‘o sadece bir tetikçi’ diye düşünmüş olabilir.



-Mustafa Kalemli içişleri bakanıydı, Mehmet Ağar emniyet genel müdürü. Ağar, ‘Soruşturma aşamasında biz devreden çıktık, savcılık olaya el koyunca takip edemedik’ diyor.



Avukat olarak şunu söyleyeyim, soruşturmayı savcılık yürütür. Kolluk kuvvetleri savcılığın yönlendirmesi ile hareket eder. İlk olay anında tabii güvenlik kuvvetleri var. Burada suçüstü durumu söz konusu. Savcılık neyi bekleyecekti diye düşünürüm. Çatışma devam etseydi, uzasaydı, emniyetin anında müdahalesini gerektiren bir olay olsaydı. Emniyet derleyip toparlayıp savcılığa intikal ettirmiştir.



-Özal soruşturmadan memnun görünmüyor?



Özal daha işlevsel bir adliye düşünüyordu. Daha hızlı karar verebilen bir adliye olmasını istiyordu, hantal bulmuştur. Özal, suikastın her unsuru ile her yönü ile değerlendirilmesini bekliyordu. Ama adliyenin bu kadar cevval bir yapısı yoktur, genel bir değerlendirme olarak söylüyorum.



-Demirağ’ın 80 öncesi ilişkileri, cezaevinden kaçması, üzerinde bulunan paralar, silahı nasıl aldığı bir sürü soru işareti var. Bu soruların cevapları neden verilemedi?



Bugün itibarıyla eksik tahkikat diyebilmemiz zor. Ama bu soruların cevaplarının da mutlaka verilmesi gerekir. Başbakana yapılan böyle bir hareketin her yönüyle incelenmesi gerekir. Bunların dosyaya girecek şekilde ele alınmamış olması hukuki açıdan bir eksiklik olarak değerlendirilebilir. Eksik tahkikat demek için de somut bilgiler olması lazım. Sanığın banka hesaplarının incelenmesi, organize edenlerin kimliği açısından önemlidir, kendisini suçlayacak unsurlar çıkabilir, iade-i mahkeme yapılır. Bir davanın karara bağlanması artık onun bir daha ele alınmayacağı anlamına da gelmez. Yeni deliller ortaya çıkarsa dava yeniden görülebilir. Böyle bir konu da olmadı. Eğer bunlar yapılmamışsa bugünkü soruşturma tarihîdir.



-Demirağ, çeşitli kamplarda eğitildiğini söylüyor. 80 öncesi olayların içinde var. Örgüte Özal da dikkat çekiyor. Bunlar dava konusu olmuyor?



Bunlar mahsus incelenmemiştir, o anda aktüel değildir... Hangisidir bilemiyorum ama dava tarihindeki konular içinde yoktu bunlar. Demirağ’ın ilişkileri vs. daha sonra basın ve Özal’ın konuyu takip etmesi ile ortaya çıktı. Bir de bir an önce dava açılması, cezasının verilmesi psikolojisi vardı. Böyle baktılar meseleye.



-Bu acelecilik, diğer yandan bazı ilişkilerin ortaya çıkmasını önlemiş olmuyor mu?



Daha sonra detaylar ortaya çıkıyor.



-Mahkeme ve dava sadece Demirağ’la sınırlı kalıyor. Onun dışında sanık yok?



Sanık belli, olay belli, bir şekilde bu davanın görülüp daha sonra eğer bu bir organize olaysa, ilişkileri ile vs. dava konusu yapılması da mümkün. Onlar için tekrar dava açılması mümkündür ama öyle bir gelişme olmadı. Aslında savcılık her olayda hiçbir ihbara, şikâyete gerek olmaksızın kendiliğinden yapabilirdi bunu. Yapmadı.



-Mustafa Kalemli ‘Vatandaş olarak kanaatim örgüt var ama yetkili olarak somut bilgiye ulaşamadık’ diyor.



Hukukçu olarak söylüyorum; örgüt olduğunu değerlendirebilmek için somut delillere ihtiyaç hissedilir. Organizasyon değildir diyemem ama olduğuna dair bir bilgim yok. İkna edici bir şey olması lazım. Örgüt olduğuna inanmıyorum da demiyorum. Benim ulaşabildiğim kanaatimi oluşturacak yeterli delil yok benim açımdan. Delil olmaması örgüt yoktur anlamına gelmez. Çeşitli şüpheler var, sorular var. Tek sanıklı bir dava şeklindeydi. Onun bağlantıları var mı, böyle bir şey yoktu. Suikast girişimi bugün yine soruşturuluyor. Ortaya çıkacak delillere göre yeniden dava açılabilir.



-Danıştay saldırganı Alpaslan Aslan yakalandı, dava görüldü sonra Ergenekon’la birleşti. Kartal Demirağ için de böyle bir süreç olabilir mi?



Mutlaka o tarihteki veriler, dava dosyası inceleme konusudur. Yeni deliller ortaya çıkarsa tabii ki olabilir.



-Yeniden soruşturma açılabilir mi?



Biz hukukçular düz bakarız, olay nedir, şudur. Başka olaylarla ilişkisi var mı? Gözümüzün içine sokulacak kadar somutsa tamam, yoksa yok. Diğer olaylarla ilişkilendirecek kadar hukukçunun kabiliyeti yok. Sebep sonuç bu kadar. Ufkumuz yoktur.



-Böyle mi olması lazım?



Olmaması lazım. Şu değerlendirmeyi yapıyorum. Hukuk camiası genel sektörler içinde başarısızdır. İçtihati gelişmeyi yapamadık. Ticari Kanunu, Borçlar Kanunununu sil baştan yapıyoruz. Bu bizim hukukçular olarak yeterli içtihadi gelişmeyi sağlayamadığımızı gösterir.



-Dosya kapandı mı?



Dava bitmekle her şey bitmiş sayılmaz hukuken. Örgütlü suç demek için yeterince somut delil görmemiş olmaları lazım. Cezada önemli olan olgulardır, somut delillerdir. Onların hangi suça tekabül ettiğidir. Böyle kuru, dar bir perspektif var. Gözümüze aykırı gelen hareketleri desteleyen delil olması lazım ki bu suç delili sayılsın. Böyle bakmış olabilirler.



-Soruşturmadan ne çıkar?



Netleştirilmesi lazım. Geçmişin bu bilgileri, bulguları ile belki yeniden bir sonuca varılacaktır, varılmalı da, zihnimizden çıkması lazım. Kişi olarak on seneye damgasını vuran bir adamın hayatına kasteden olay her halükârda aydınlatılmalı. Yeni tahkikatın sonucuna bakmak lazım. Yeni tahkikatın seyrini takip etmek lazım.

3 Ekim 2012 Çarşamba

Demirağ’ı engellemesem Özal ölmüştü

24 Eylül 2012 / İDRİS GÜRSOY
Özal’ın 1993’te ani ölümü ile ilgili şüpheler üzerine Başsavcılık kabrin açılmasına karar verdi. 1988’deki suikast girişimi dosyası da incelenecek. Özal’ı ölümden kurtaran ANAP’lı delege Ali Ünal’a göre; Özal, örgütü çözdü ancak üzerine gidemedi.
Tarih, 18 Haziran 1988… Yer, Ankara… Kartal Demirağ’ın tabancasından çıkan iki kurşun Başbakan Turgut Özal’a isabet etse, 12 Eylül 1980 darbesi sonrası demokratik sürece geçiş dönemi o gün kapanacaktı. Anavatan Partisi’nin (ANAP) Ankara Atatürk Spor Salonu’ndaki ikinci olağan kongresinde suikastçı ilk mermiyi sıktığında, hemen arkasında duran delegelerden biri hamle yaptı. Tetikçinin ikinci kurşunu nişan alarak ateşlemesini önledi. İlk mermi mikrofondan sekerek eline isabet eden Turgut Özal, hızla kendini kürsünün arkasına bıraktı. Yerde perende atarak kaçmaya çalışan bir saldırgan ve ardı ardına patlayan silahların sesi vardı geride. İşte o kadar polis ve istihbaratçı dururken, Özal’ı ölümden kurtaran bu kişi, bir delege, Ali Ünal’dı.

Özal’ın 1993’te ani ölümü ile ilgili şüpheler üzerine Ankara Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturmada savcılar, kabrin açılmasına karar verdi. 1988’deki suikast girişimi dosyası da incelenecek. Ölümü gibi, suikastın üzerindeki sis perdesi de aralanmaya çalışılacak. Özal’ı ölümden kurtaran ANAP’lı delege Ünal’a göre; suikastın arkasında emniyet ve istihbarattan kişiler vardı. Özal, örgütü çözdü ancak üzerine gidemedi. Ünal, “Kartal Demirağ’la birlikte biri kız iki kişiyi daha gördüm. Kimse bunları bana sormadı. Ne fotoğraf gösterildi ne de suikast anının filmi seyrettirildi. Mehmet Ağar, tatbikat için Atatürk Spor Salonu’na beni evimden aldırıp götürdü. Sonra gece yarısı dışarıda bırakıverdi.” diyor. Ünal’a göre, kendisine mesaj verildi, suikast soruşturmasının üzeri kapatıldı.
Peki, Özal’a suikast girişimi nasıl olmuş ve daha sonra neler yaşanmıştı? Türkiye, 18 Haziran 1988’de yapılacak ikinci ANAP genel kongresine kilitlenmişti. Kongre öncesinde oluşacak yeni MKYK’ya, Özal’ı cumhurbaşkanlığına taşıyacak kurul gözüyle bakılıyordu. Büyük kongrenin yapılacağı salon, dev Özal ve ANAP bayrakları ile süslenmiş, hıncahınç dolmuştu. Salonda günler öncesinden güvenlik tedbirleri alınmıştı. Delegeler kimlik kontrolünden sonra kapılara kurulan 4 adet x-ray cihazından geçiriliyordu. Kongrenin güvenlik organizasyonundan İlker Tuncay ve Mustafa Taşar sorumluydu. Özal ve eşi Semra Hanım için salonun orta bölümünde iki kocaman koltuk hazırlanmıştı. Programa göre Özal salonda bir tur attıktan sonra kendilerine ayrılan koltuğa oturacaktı. Ancak Semra Özal rahatsızdı, salona biraz da bu yüzden geç geldiler. Semra Özal’ın ısrarı üzerine Özal, protokol koltuğuna oturmak yerine konuşma yapacağı kürsüye yöneldi. Eğer Turgut Özal kendisine ayrılan koltuğa gitse, gazetecilerin arasına gizlenen Kartal Demirağ, çok yakın mesafeden ve tam karşıdan ateş edecekti. Özal korumasız ve savunmasız kalacaktı. Başbakan kürsüye yürüyünce plan bozulmuştu.
Başbakan ve ANAP Genel Başkanı Özal, 48 sayfalık kitapçığı kürsünün önüne koydu ve yoğun tezahüratlar arasında konuşmasına başladı. Semra Özal da kürsünün yanında bir sandalyeye oturdu. Saatler 12.18’i gösteriyordu. Kitapçığın 25. sayfasına geldi: “Hayalî ihracatçılarla, yem borusu kesilenlerle, devleti soyan kaçakçılarla mücadelemiz devam edecek… O zaman buyur kardeşim…” Cümlesini bitirememişti ki iki el silah sesi duyuldu. Kürsünün tam karşısına düşen foto muhabirlerine ayrılan bölümde bir süre ayakta bekleyen tetkikçi, 7.65 mm çapındaki tabancasını 12 metreden kürsüdeki Özal’a doğrultmuş ve ateşlemişti. Suikastçı, birinci kurşunda Özal’ın göğüs bölgesini, ikinci kurşunda ise sağ kasığını hedef almıştı. İlk kurşun Özal’ın karın bölgesine denk gelen mikrofon demirine çarpıp sektikten sonra sağ elinin başparmağı ile işaret parmağı arasındaki dokuyu delip geçmiş, ikinci kurşun da başını sıyırarak arkadaki divan kürsüsünün tahtasına isabet etmişti.
Delegelerden Ali Ünal, ikinci mermiyi atarken arkadan sarılarak suikastçının nişan almasını engellemiş ve başbakanın hayatını kurtarmıştı. Panik hâlinde çığlıklar atan Semra Hanım, eşinin üzerine kapandı. Başını yokladı. Özal, “Parmağımdan vuruldum, bir şeyim yok.” dedi. Semra Özal, korumalara bağırdı. İlginç bir şekilde o anda ne koruması Musa Öztürk ne de Ankara Emniyet Müdürü Mehmet Ağar salondaydı.
Özal’ın yanına ilk gelen, doktoru Cengiz Aslan oldu. Parmağı mendille sarıldı. Başbakan, ‘Salona hâkim değiliz, çıkalım’ teklifini geri çevirdi. Özal’ın teknik danışmanı Erkan Zenger, mikrofonu eline aldı ve salonu yatıştırdı. Kürsünün altında Özal, yanındaki Mehmet Keçeciler’e “Bu ne hâl?” diye sordu. Keçeciler aynı soruyu Mehmet Ağar’a yöneltti. Ağar, İçişleri Bakanı Mustafa Kalemli’yi işaret edecekti. Ertesi gün kongrede ‘Kalemli istifa’ protestoları yükseldi. Kalemli’nin iddiasına göre, istifası başbakan tarafından geri çevrildi. Suikast girişiminden sonra Turgut Özal’ın söylediği ilk cümleler, “Allah’ın verdiği canı Allah’tan başka alacak yoktur. Biz de O’na teslim olmuşuzdur.” oldu. Konuşmasına kaldığı yerden devam etti.
Özal’ın çevresindeki korumalar ilk şaşkınlığı üzerlerinden attıktan sonra havaya ateş ederek saldırganın yere yatan kalabalık arasında belirmesini sağladılar. ‘Dağılın’ diye bağıran Demirağ, kaçamayacağını anlayınca gerilla dönüşünü yaparak kurşunların hedefi olmaktan kurtuldu. Ama sağ eli, pazusu ve omzundan vurulmuştu. Etkisiz hâle getirildi. Demirağ’ı sağ kolundan vuran, dönemin Maliye Bakanı Ahmet Kurtcebe Alptemoçin’in koruma polisi Ziya Ayaz’dı. Bu arada hastaneye götürülmek üzere salondan çıkarılan Demirağ’ı silahlı bir kişi öldürmeye kalkıştı. Dönemin Malatya Milletvekili Bülent Çaparoğlu, Mehmet Ağar’ı, “Bu sana teslim. Hayatına bir şey olursa bil ki senin yakandan tutarız!” diye uyardı. Demirağ, yaralı olarak yakalanıp hastaneye götürülürken Turgut Özal’ın durumunu merak ediyordu. Polislere yolda “Başbakana bir şey oldu mu?” sorusunu yöneltti. 5. Dahiliye servisindeki odasına polis kimliği ile girmeye çalışan bir kişi yakalandı. Sanığı koruma tedbirleri artırıldı. Demirağ, ifadesinde, Özal’ı affa karşı olduğu için vurduğunu söyledi.
Özal, Kartal Demirağ’ın nişan alarak ateş etmesini engelleyen Ali Ünal’a konutunda teşekkür etti. “Kim bilebilirdi ki bir muhtar beni ölümden kurtaracak.” dedi. Ünal, Özal’a suikastla ilgili soruşturmanın yeniden açılmasından sonra olayı ilk defa bütün yönleri ile Aksiyon’a anlattı. ANAP’lı eski delegenin sorularımıza verdiği cevaplar, Özal suikastı üzerindeki şüpheleri daha da derinleştirecek gibi görünüyor.
-Siz Kartal Demirağ’ı tetiği çekmeden gördünüz mü?
Olaydan önce gördüm, aynı adamdı. Salona sürekli girip çıkıyordum, herkes kendi adamını yönetime seçtirmek için çalışıyordu, ben de ona uğraşıyordum. Üç kişiydi bunlar, dışarıda. Üzerlerinde tişört vardı. Biri kızdı. Sonra içeride bir daha gördüm. Aynı tişörtler, yabancı yazılar vardı; İngilizce yazıyordu galiba, ben anlamıyorum. Ellerinde sadece çanta vardı.

Suikastın kronolojisi

20 Ocak 1988’de Kartal Demirağ, Dalaman Cezaevi’ne nakledildi.
22 Ocak’ta da elini kolunu sallayarak kaçtı. Adam öldürmeye teşebbüsten hüküm giymişti. Suikast öncesi beş ay ne yaptığı bilinmiyor. Demirağ, 18 Haziran 1988’de Ankara Spor Salonu’ndaki ANAP kongresinde iki el ateş ederek Özal’ı yaraladı. 15 gün sorgulandıktan sonra Ankara DGM’de hâkim huzuruna çıkarıldı. Özal’a suikast girişimi sırasında Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Sabri Yirmibeşoğlu, Ankara Emniyet Müdürü Mehmet Ağar, İçişleri Bakanı Mustafa Kalemli, Ankara DGM Başsavcısı Nusret Demiral idi.
30 Eylül 1988’de Nusret Demiral, Tevfik Hancılar ve Ülkü Coşkun’dan oluşan DGM’nin 3 savcısı, 3,5 ay süren soruşturmalar sonucunda, 44 sayfadan oluşan iddianameyi hazırladılar.
1 Kasım 1988’de, yani 18 Haziran’dan sadece 6 ay sonra Kartal Demirağ Ankara DGM’de yargılanmaya başladı. Tek sanık Demirağ’dı. Örgüt bulunamadı.
24 Haziran 1988’de Korkut Özal, DGM’ye suikastın ardındaki ismin Erol Simavi olduğunu söyledi. Erol Simavi hakkındaki bu iddia araştırılmadı. 1993’te Erol Simavi, Hürriyet’i Aydın Doğan’a satarak yurtdışına yerleşti.
27 Ocak 1989: Yargılama sadece 6 ay sürdü. Demirağ 20 yıl hapse mahkûm edildi.
16 Nisan 1992’de şartlı tahliye yasasından yararlanarak serbest kaldı.
17 Nisan 1993’te Özal, Köşk’te görevi başında aniden vefat etti.
16 Mayıs 1993’te Süleyman Demirel cumhurbaşkanı seçildi. Temmuz 1993’te Mehmet Ağar, Emniyet Genel Müdürlüğü’ne getirildi.
22 Eylül 2010: Ahmet Özal’ın, babası Turgut Özal’a suikast girişimiyle ilgili açıklamaları üzerine yeniden soruşturma başlatıldı.
23 Kasım 2011: Dönemin Emniyet Müdürü Mehmet Ağar, suikast ve Özal’ın ölümü ile ilgili Ankara özel yetkili savcılığına tanık olarak ifade verdi. Soruşturmayı yürüten Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Kemal Çetin, suikastı daha önce soruşturan eski savcı Uğur Tonik’in de ifadesine başvurdu. Tonik, Çetin’e kızının kaçırıldığını ve eski MGK Genel Sekreteri Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu tarafından tehdit edildiğini söyledi.
15 Eylül 2011’de Ankara Özel Yetkili 11. Ağır Ceza Mahkemesi, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, parti liderliği, Valilik ve Emniyet Genel Müdürlüğü yapan Mehmet Ağar’ı Susurluk davasında 5 yıl hapse mahkûm etti.
4 Haziran 2012, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu, Özal’ın ölümü şüpheli, mezarı açılsın raporu verdi. Cumhurbaşkanlığı Köşk’ünde güvenlik ve sağlık hizmetlerinden sorumlu kişileri kusurlu buldu. O dönemde Hasan Iğsız, Kemal Yamak ve Aslan Güner, Özal’ın yakınındaki görevlilerdi.
15 Haziran 2012: Suikastı ve Özal’ın ölümünü soruşturan Savcı Kemal Çetin DDK’dan raporu istedi. 3 Temmuz 2012’de rapor, Ankara özel yetkili başsavcılığına ulaştırıldı.
-Suikast anını anlatır mısınız?
Salonda basına yer ayırmışlardı. Küçük, kapalı bir platform. Ben içeride ön sıralardaydım. Delegeler nasıl olacak diye koşuyordum. Özal, kürsüde konuşuyordu. Beni biri itekledi. Arkaya şöyle yaslandım (Ayağa kalkarak gösteriyor). O arada önündeki adamın dalına (sırtına) silahı koydu, patlattı. Ben ikinciyi atarken eline vurdum. Sağ elindeki silah sol eline gitti. Arkadan kavradım ben bunu. Kavrayınca sol elindeki silahın kabzasıyla benim şuraya (kaşını gösteriyor) vurdu ve deldi. Kan fışkırıyor, bir metre ileri sıçrıyordu. Ama salmadım. Birinciyi attı, mikrofon borusuna vurmuş ve Özal’ın elini delmiş o kurşun. İkinci mermiyi engellemesem kafasına, kalbine gidecekti bilemiyorum. Ben salmayınca boşa gitti. Çelme attım, tökezledi. Yuvarlanmaya başladı. O arada maliye bakanının koruması kolundan vurdu. Bana ‘yat’ dediler, yattım. Onu da götürdüler.
-Ateş ettiğinde neredeydi?
Gazetecilerin arasındaydı. İçerisi sıcaktı. Emniyet teşkilatının çoğu dışarı çıktı. Belki 15 polis ya var ya yoktu içeride.
-Demirağ, ilk ifadesinde, ‘Rastgele ateş ettim’ diyor?
Yalan söylüyor. Rastgele ateş olur mu? Gözetledi de vurdu. Havaya ateş eder de adamı vurur mu? Adamın boyu kısa.
-Nasıl gelmiş oraya?
Aniden çıktı, kulübenin içindeymiş. Silah da elindeymiş.
-Silahla girmesi mümkün mü?
Yok, elinde silahla girmesi mümkün değil.
-Çiçekle, çelenkle getirilmiş olabilir mi?
Bilemiyorum. Kimler tarafından sokulduğunu bilmiyorum. Araştırsalar çıkartırlardı. Şimdi nasıl çıkarıyorlar? O zaman yok muydu? Emniyet istese bulurdu. Ya da emniyeti çalıştırmadılar.
-Silah nasıl sokulmuş olabilir?
Salona gelen her vatandaşı arıyorlardı. Bunları arayan kimdi? Aranmadılar mı? Emniyetten araya birini mi koydular? Kendisi birini bulup araya mı koydu, içeride birisi mi silahı verdi, onu bilmiyorum. Yalnız emniyet zaafı vardı.
-Niçin?
Ben her şeyi göğüslemişim. Beni ertesi gün evimden Ankara Emniyet Müdürü Mehmet Ağar suikast tatbikatı için alıyor, sonra gece yarısı ortada bırakıyor. Adam alındığı yere bırakılır. Silah yok, bir şey olsa müdahale edecek bir şeyim de yok. Adamlar yol kenarında aradılar, belki beni bulamadılar.
-Neden emniyet ve istihbarat bu olayı önleyemedi? Bir zaaf olduğunu düşünüyor musunuz?
Şimdi bu adamı araştırdıklarına göre, bütün partilerde görev yapmış. Bir kaymakamın boynunu kesmiş. Sabıka dosyası kabarık. Her şey var. CHP’ye, MHP’ye girmiş çıkmış. Her yerde de bir pislik yapmış. Beni şuradan şuraya giderken takip ediyorsun. Bu belirli bir adam, başbakanın kongresine nasıl gidiyor? İçeriye nasıl sokuluyor? Şimdi MİT’in, emniyetin elinde bütün fotoğrafları, her şeyleri var. O zaman araştırılsaydı. Böyle bir vurdumduymazlık olmaz.
-Demirağ tek sanık olarak yargılandı. Üç kişiyi gördüm diyorsunuz?
Üç kişiydiler. Aynı tişörtleydiler ve biri kızdı.
-Başka tanıklar da ikinci, üçüncü kişilerden bahsediyor. Siz mahkemeye tanık olarak gittiniz mi?
Tanık olarak gitmedim.
-İfadenizi aldılar mı?
Hiç almadılar.
-Neden?
Bu işin üzerine gitmediler. Bu işi örtmek için ellerinden geleni yaptılar. Ben bu adamla bir iki dakika boğuştum. Adama sarıldım, eline vurdum, adam sol elindeki silahın kabzası ile vurdu. Hâkim bir araştırır değil mi? Bir sorar değil mi? Ben canlı şahidiyim, yanındayım, içerideki adamın nasıl hareket ettiğini gören adamım.
-Vehbi Dinçerler ‘Sözler imzapta geçmedi’ diyor.
Ben aynısını konuşuyorum.
-Demirağ’ın omzuna elini koyarak ateş ettiği kişi kimdi?
Onun yüzünü görmedim. Silahı koydu, silah patlar patlamaz, baktım silah var. Oğlana vurdum, sağ eline vurdum. Silahı yine düşürmedi, sol eline geçti. Adamı zor zapt ettim.
-Siz olmasaydınız…
Özal’ı öldürürlerdi. 7.65 ufak silah. Büyük silah olsa oradan giremezdi. İlk kurşun zaten mikrofonu delmiş, ikinciyi atabilseydi göğsüne saplanacaktı. Belki adam beş de altı da atacaktı.
-Silah tutukluk yapıyormuş.
Ben tutukluk yaptığını görmedim.
-Demirağ’ın daha sonra bazı kamplarda özel eğitim aldığı ortaya çıktı. Siz onunla boğuştunuz. Ne düşündünüz?
Demirağ maşa, kimler yaptırıyorsa onların maşası. Çok iyi eğitilmiş, herkesin gücünün yeteceği bir adam değil aynı zamanda. Sıradan değil.
-İlk ifadesinde hapishanedeki şartlardan şikâyet ediyor ve ‘Af çıkmadı, bunun için yaptım’ diyor.
Bunlar öğretilmiş işte. Yakalanırsan böyle konuşacaksın, bunlardan başka şey konuşma, demişler.
-İddianamede ise ‘Şöhret olmak için yaptı’ deniyor.
Savcılar araştırsaydı bu örgütü ortaya çıkarırlardı zaten. Araştırmadıkları için böyle diyorlar. Sıradan olayları bile çözüyorlar. Türkiye’nin başbakanı bu ya! Adam şöhret olmak için başbakanı öldürmek ister mi?
-Özal kürsüye gitmese, salonda kendisine ayrılan sandalyeye otursa ne olurdu?
Direkt kafasına sıkacak adam. Kendisi anlatıyor. Koltuğa otursa, direkt ölecek. Kürsü ile tetikçi arası 20-25 metre. Sandalyeye otursa 3-4 metreye düşüyor mesafe, yanına kadar da gidebilirdi. Kim bakıyordu? Kimse ilgilenmiyordu ki!
-Soru işaretleri oldukça fazla. Neden aydınlatılamadı?
Bunların ama partide ama emniyette adamları var. Bunu devletin araması lazım. Devlet istese bulurdu. Şimdiki Ergenekoncuları nasıl arayıp çıkardılar. Neden o zaman gitmediler bunların üzerine? Sorsunlar Mehmet Ağar’a. Onun çok şey bilmesi lazım. Bunların içinde biri var ama Ahmet ama Hüseyin bilmiyorum. Kaymakamın boğazını kesiyor adam. Böyle birini devlet takibine almaz mı? Bu sıradan bir olay değil ki, kongre. Silah sıkar, bomba koyar, panik çıkartacak bir şey yapabilir. Tedbirler alınmaz mı? Özal “Ben bunları biliyorum evladım ama bize çok zaman aldırır bu işler. Memleket kaybeder. Lanet olsun.” dedi. Kendi lafları buydu. “Bunu iyi biliyorum ben.” dedi.
-Suikast sonrası salondaki tatbikata siz de katıldınız mı?
Evet. Olay yerine incelemeye götürdüler. Kartal Demirağ’a birkaç kişi gösterdiler. Beni işaret etti, “Bu adam olmasaydı ben Özal’ı vuracaktım. Bu adam engelledi beni.” dedi.
-Ne düşündünüz?
Emniyetin içinde de vardı bazı irtibatlar. Özal’a bu durumu anlattım. Dedi ki “Oğlum ben bu işi biliyorum. Üzerine gidersem yakalarız ama ülke kaybeder, çok uğraşmamız lazım.”
-Özal o gün ölseydi yerine kim gelirdi?
Teşkilatlarda Özal tek adamdı. Kaya Erdem’in falan arkasında adam yoktu. Sonradan cumhurbaşkanı olunca Yıldırım Akbulut’u başbakan yaptı. Kongreye gittiler, Mesut Yılmaz geldi.
-Dışarıda suikast yapılabilir miydi? Kongrede hedef alınmasının bir sebebi olabilir mi?
O zaman koruma da yoktu. Şimdiki başbakan çok iyi korunuyor. Allah vermesin. Başbakanın gittiği yerde büyük koruma var. Buraya da geldi Özal. Sağlık evi yaptırdım. Adamlar dışarıda da vururdu. “Mafyanın belini kırdım.” derken vuruldu bu adam. Bir mesaj var burada. Konuşmanın başında neden patlamadı da mafyadan bahsederken patladı? Bunu araştıracak olan Türkiye Cumhuriyeti’nin emniyeti ve mahkemeleri. Sıradan bir vatandaş olsa üzerine çökerlerdi.
-Özal’la suikasttan sonra görüştünüz mü?
Rahmetli başından beri ilgilenmiş. Mendille kaşımdaki yarayı tuttum. İbn-i Sina’da üç saat diktiler. Özal, ‘Yara izi belli olmasın, güzelce ilgilenin’ diye emir vermiş. Sonra yanına çağırdı. Yine orada ekonomi çalışıyordu.
-Size olay anını sordu mu?
Nasıl olduğunu anlattım. 2 saat kaldık, oturduk. Halil Şıvgın ve birkaç milletvekili vardı, salmadı. “12 yaşımdan beri sabah namazını kılıyorum, inançlı bir insanım. Yurtdışında cami olan yerleri tercih ediyorum.” dedi. Sonra “Oğlum ben bunu biliyorum. Yalnız Cenab-ı Allah’ın verdiği canı Cenab-ı Allah alır. Kim bilebilirdi Ortaköy muhtarının gelip bu işi engelleyeceğini.” dedi. “İnsan ayağına bir diken batsa sebebini aramalıdır. Belki benim de bir hatam vardı ki bu iş başıma geldi.” diye konuştu. Rahmetli, yeni düzlüğe çıktık, bu işi yapmamız çok zaman alır diye düşünüyordu. Yalnız biz bu işin üzerine çok gidersek memleket kaybeder. Adam bunu söyledi. Demek ki o zamandan belli, asker polis içinde bazı kişiler içli-dışlı çalışıyorlarmış. Anladığım bu. Nitekim Susurluk’taki kazada bu ortaya çıktı.

Mevcut yasalar dururken darbeye gerek bile yok!

1 Ekim 2012 / İDRİS GÜRSOY
Darbeleri Araştırma Komisyonu, hazırlayacağı raporda, darbeye dayanak teşkil eden bütün yasaların temizlenmesini isteyecek. Komisyon sözcüsü İdris Şahin, “Aksi takdirde darbeye bile gerek yok!” diyor.
Türkiye, tarihinde ilk defa sivil mahkemeler eliyle darbe teşebbüsünü yargıladı. Balyoz darbe planını yapanlar hakkında verilen ağır hapis cezaları demokrasiye müdahale dönemlerinin geride kaldığı yorumlarına sebep oldu. Meclis’te kurulan Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun sözcüsü ve Çankırı Milletvekili İdris Şahin de Balyoz davasının açılabilmiş olmasının bile anlamlı olduğunu söylüyor; ancak ihtiyatlı yaklaşıyor. Ona göre mevcut yasal düzenlemeler devam ettiği müddetçe darbe teşebbüsleri yine olabilir. Türkiye’nin acilen darbe gerekçesi sayılan yasaları ortadan kaldırması gerekiyor. Hatta Şahin, iddiasını daha da ileri götürüyor: “Şu an itibari ile bu ülkedeki yasalar devam ettiği müddetçe darbe yapmaya gerek yok! İhtiyaç da yok!”
-Nasıl?
1982 Anayasası’ndan sonra öyle kurumlar kurulmuş ki almış oldukları kararlarla ister istemez siyasi iktidarı, hükümeti istediği gibi sıkıştırabiliyor, istediği noktaya getirebiliyor veya Millî Güvenlik Kurulu (MGK) da çıkan kararları, yasaları istediği şekilde uygulatabiliyor. Bunu yasal çerçeve içinde yapıyor.

Şahin, 28 Şubat sonrası ortaya konan birtakım yasal düzenlemeleri, MGK’nın hükümete müdahalesine en güzel ispat olarak gösteriyor: “Alınan kararları uygulamayan hükümetin istifaya zorlanmasına da bu kararlar sebep teşkil ediyor. Yoksa Necmettin Erbakan keyfinden bırakmıyor ki. Kendisi tamamen sıkışmış, bu düşünce ile bırakıyor. Şu andaki hükümet güçlü olabilir, MGK’da söz sahibi hükümet olabilir ama her zaman da aynı hükümet olmayacaktır. Yasal zeminin ortadan kaldırılması gerekir.”
-MGK, gücünü koruyor mu?
2001’de MGK’da yapılan bir değişiklik var: “MGK; millî devletin, millî güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili tavsiye kararları alır ve gerekli koordinasyonun sağlanması konularında görüş tespit eder. Tespit ettiği bu görüş, tedbir ve esaslar ile tavsiye kararlarını Bakanlar Kurulu’na bildirir ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirir. Kurulun devletin bağımsızlığı, ülkenin birliği, bütünlüğü, toplumun güven ve huzuru konusunda alınmasını uygun gördüğü kararlar Bakanlar Kurulu’nca değerlendirilir.” Anayasanın 118. maddesinde bunlar net ifade ediliyor. Bunları yapabilecek bir güce sahip olduktan sonra asker kanadı için sorun yok.
-Siviller için sorun sürüyor mu?
Evet. Bugün güçlü bir hükümet var ama yarın değişebilir. Onlar için ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği ile toplumun huzur ve güvenliğinin korunması konusundaki tehditler sürekli olarak değişebiliyor. Bir dönem terör en öncelikli tehdit iken bir süre sonra irticayı en önemli tehdit hâline getirebilirler. Basın yayın araçları ve diğer araçlarla istedikleri gibi rahatça bir psikolojik algı meydana getirebilirler. Zaten toplumda ortaya çıkan sıkıntıların sebebi de bu.
-Darbe tehdidi hâlâ var mı diyorsunuz?
Elbette. Her ne kadar bu ülkede bir daha darbe olmaz diyorsak da fiilî darbe olmaz ama bu şekilde müdahaleler, bu yasal çerçeve ortadan kaldırılmadığı müddetçe olabilir.
Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu, 27 Mayıs’tan 28 Şubat’a darbe ve muhtıraları masaya yatırdı. Asker ve sivil tanıkları dinledi. Alt komisyonlara çeşitli kurumlardan gelen belgeler üzerine çalışması sürüyor. Yeni tanıklar da komisyona çağrıldı. Hüsamettin Cindoruk, Burhan Apaydın, Celil Gürkan, Sarp Kuray, Ali Kırca, Baskın Oran, Mete Tuncay, Mümtaz Soysal, Ferruh Bozbeyli, Cüneyt Arcayürek, Mahir Kaynak, Nülifer Bayar Gürsoy, Emine Naskali ve Organ Birgit de dinlenecek. Komisyonlar görevini tamamladığında bir rapor hazırlanarak Meclis’e sunulacak. Komisyon çalışmaları hakkında bilgi veren İdris Şahin, 28 Şubat soruşturmasını yürüten savcılarla da görüştüklerini açıklıyor: “Onların elindeki belgelerle bizdekileri karşılaştırıyoruz. Bütün mesele şu: Var olan bir hadiseyi konuşmaktan ziyade, bunu ortaya çıkaran sebepleri, darbe yapıldıktan sonraki etkilerini ve darbeye sebep olan yasal düzenlemeleri ortadan kaldırabilmek. Komisyonun görevi bu. Bir suçlu varsa onu yargılayacak biz değiliz. Bunu yapacak olan yargı. Ben şahsen Talim Terbiye Kurulu’na mutlaka tavsiyelerde bulunulabileceğini düşünüyorum. Anayasada bu yapıların ortadan kaldırılması için birtakım çalışmalar yapılabilir. Özellikle Millî Savunma Bakanlığı-Genelkurmay ilişkilerinde düzenlemeler yapılması lazım. Bunlardan ikisini gerçekleştirmiş olsak ülke için büyük şeyler yapmış oluruz.”

Demek ki mahkeme Balyoz’da somut deliller gördü

Balyoz kararları kesinleşmiş değil. İki yıl gibi bir sürede bu kadar kapsamlı bir dosyada karar verilmiş olması somut, şüpheden uzak, son derece net delillerin olduğunu gösteriyor. Ceza yargılamasında temel ilke hızlılık ve gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Demek ki mahkeme somut deliller gördü ki bu kadar sanığı bol olan bir davada bu kadar hızlı bir karar verdi. Mahkemenin gerekçeli kararını ve hangi delillere dayandığını bilmek lazım. Demokrasi açısından bunlar hakkında dava açılmış olması bile manidardır. İddianamenin kabul edilmiş olması, demokratik işleyişe müdahale edenlerin sorgulanması bile çok anlamlıdır. Yerel mahkemenin bu yönde karar vermiş olması da demokrasiye ciddi anlamda müdahaleler olduğu anlamında ciddi bir kanaat oluşturmaktadır.

Karadayı ikna edemedi

İsmail Hakkı Karadayı, 28 Şubat’ın genelkurmay başkanı. Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’na geldiğinde söyleyecekleri önemliydi. Komisyon üyeleri Dolmabahçe’deki TBMM çalışma ofisinde yerlerini aldılar. İllegal Batı Çalışma Grubu’nun faaliyetleri sonucu Refah-Yol hükümeti düşürüldü. Karadayı, son derece rahat söze başladı. 28 Şubat’ın bir darbe olmadığını, TSK’nın kendisine verilen yetkiyi kullandığını söyledi. “Postmodern darbedir.” diyenleri de ağır bir şekilde eleştirdi. Kurul üyelerinin soruları eski genelkurmay başkanına geri adım attıramadı. Karadayı’nın “Bu bir darbe değildir.” demesini bekliyorduk. Demirel de Karadayı da 28 Şubat’a ‘darbedir’ demedi. Komisyonda ifade veren pek çok asker-sivil anayasa ve kanunları dayanak gösteriyor. Topluma ve siyasete müdahaleye yasal kılıf buluyorlar. Karadayı’nın izahı bizi kesinlikle tatmin etmedi. 12 Eylül öncesini de karıştırıyor. Yok ezan Arapçaya çevrilmiş, Erbakan “Kadayıfın altı kızardı.” demiş, halk çok fazla silahlanmış… Diğer darbeleri birbirine ilintileyerek kendisini savunma içine girdi ve kaçamak cevaplar verdi.

Darbelere dayanak teşkil eden madde

Darbelere dayanak teşkil eden Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi şöyle: “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumaktır.” Darbeleri Araştırma Komisyonu Sözcüsü İdris Şahin, “Bu madde başta olmak üzere İç Hizmet Kanunu yeniden düzenlenmelidir.” diyor.