28 Aralık 2014 Pazar

BİR MERKEZ İKİ KUMPAS

Polisler neden hedefe konuyor?

  • idris Gürsoy
Polisler neden hedefe konuyor?
Taner Aydın, İzmir Emniyet’e yapılan operasyonla gözaltına alınan 32 polisten biri. Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Şube Müdürü’ydü. Mahkeme’nin serbest bıraktığı Aydın ve arkadaşlarının duruşması şubat ayında yapılacak. Polisler, kendilerine yapıldığını iddia ettiği ‘kumpas’a karşı bir dava açtı. 18 Mart 2014’te Star’daki bir haber, işaret fişeğiydi. Gazete 30 ilde yasa dışı dinlemeler yapıldığını iddia ederek bir liste yayımladı. Pek çok ilde bu haber ihbar kabul edildi ve polise yönelik gözaltılar yapıldı. İzmir emniyetine yapılan operasyonda da 32 polis gözaltına alındı. Gözaltı, savcılık ve mahkeme süreçlerinde dosyaların boş olduğu ve bütün algı operasyonunun bir merkezden yönetildiği ile ilgili kanıtlar ortaya çıktı. Pek çok mahkeme polisleri serbest bıraktı, algı operasyonları çöktü. İzmir 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlayan dava da şubata ertelendi. Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Şube Müdürü Taner Aydın’ın da içinde olduğu bütün polisler serbest kaldı. İzmir’de ilginç bir gelişme daha yaşandı; polis avukatları, devlet içinde bir çetenin polise tuzak kurduğu iddiası ile dava açtı. Aydın, “Yargılanmamız esnasında bize hukuksuzluk yapmak isteyen bir örgütün varlığı ortaya çıktı.” diyor. Peki, kim, neden ve nasıl kumpas kurmuştu? İzmir’de görüştüğümüz Taner Aydın, paralel yapı adı altında yürütülen operasyonlardaki kumpasları bütün ayrıntıları ile anlattı.
-Polise operasyonların arkasında nasıl bir hazırlık dönemi var? Ne zaman başladı bu çalışma?
24 Eylül 2012’de Başbakanlık koruma ekibi değişimi ile başladı. Önce Başbakanlık’taki koruma ekibi değişti. Personel daire ve istihbarat daire başkanını bu ekip belirledi. Kendilerince istihbaratı temizlemeleri lazımdı. Listeleri hazırladılar. 30 önemli ilde terör, kaçakçılık ve istihbarat müdürlerini ‘paralel’ ilan ettiler. Hedefleri bu üç daireyi temizlemekti. Ne denmesi lazım? Paralel…
-Paralel ilan edilen kişiler nasıl belirlendi?
Listelerin hepsini istihbarat dairesi hazırlayıp Başbakanlık ekibine götürdü. Birkaç adam bulmuşlar kendilerince, cemaat avcısı veya cemaat düşmanı bunlar. Bakıyorlar tek tek isimlere, kolejde böyleymiş, görevde iken şu yerlere gitmiş, şu işleri yapmış. Sonra ‘Cemaatle irtibatı var mı?’ diye soruyorlar.  Tasfiye edilecekleri belirleyip uygun suç arıyorlar. Suç araştırmıyorlar, suç isnat etmeye çalışıyorlar.
-Nasıl?
Değiştirmek istedikleri müdürler için, özel denetleme ekipleri kuruluyor ve illere gönderiliyor. Dinlenen telefonları, her şeyi inceliyorlar. Bula bula bir liste hazırlayıp, ‘Siz bu insanları usulsüz dinlemişsiniz’ dediler. Bu, onların iddiası; çünkü dinlemediğimiz insanları da o listelere yazarak dinlemişiz gibi bir algı oluşturmaya çalıştılar aslında.
-Kozmik Çalışma Grubu kimlerden oluşuyor?
Kendilerini cemaat düşmanı olarak konumlandırmışlar. Geçmişten beri kendi kabiliyetsizliği, liyakatsizliği, beceriksizliğinden dolayı bir yere gelemeyenler bunlar. Emniyette ahlâksızlık yapmış göndermişler, hırsızlık yapmış göndermişler, görevini liyakatle yapamamış göndermişler…
-AKP’li mi bunlar?
AKP’ye oy bile vermemiştir çoğu.
-Tasfiyeyi kriminalize etmeden yapamazlar mıydı? Neden ‘paralel yapı’ diye yaftaladılar insanları?
Yapacaklardı ama makul bir sebep gerekiyordu. Adam şimdi operasyon yapmış, başarılı, birden sen bu adamları alıyorsun, nasıl izah edeceksin? Şimdi 17 Aralık’ı çıkın, bütün bu sokak eylemleri olduğunda, bombalar patladığında, vatandaşın tepkisi farklı olurdu. Buna AKP’liler bile tepki gösterirlerdi. Ne oldu da biz bu adamları aldık? Terör azdı, uyuşturucu arttı, adamlar devlet kuracağız diye bas bas bağırıyor, biz bu polisleri niye aldık, bunlar mücadele ediyorlardı, diye tepki gösterilirdi. Şahsi kanaatim AKP’li vekiller, bakanlar ve taraftarlarından birçok insan bu işlerin yanlış olduğunu hissediyor ama söyleyemez. Söylediği anda paralel olacak, hain olacak.
-İstihbarat, KOM ve terör dairesi neden dağıtılıyor?
Aslına bakarsanız, Oslo ile bağlantısı var bu sürecin. Oslo’da oturup bir şeylere karar veriliyor. Özerk bir yapı olacak, PKK şehre inecek, polisin ve askerin görevini üstlenecek. Oturup bunu konuşuyorlar karşılıklı. Bunun kabul edilip edilmediğini bilemem. Apo diyor ki ‘Bizim önümüzde hedeflerimize ulaşmak için en büyük engel polistir.’ PKK’nın hareket alanını daraltan kim? İstihbarat dairesi, terör dairesi, bir de KOM dairesi.
-KOM dairesinin ne ilgisi var?
Terör örgütü her türlü kaçakçılıktan vergi alıyor. Siz kaçakçılığı engellediğinizde adamların gelir kaynaklarını engelliyorsunuz. Yüksekova’da uyuşturucu kaçakçılığı var, PKK orada 14 tane gümrük noktası oluşturmuş. Teröristi koymuş yola, kaçakçıyı durduruyor. Kaç kilo uyuşturucu? Şu kadar. Vergisini verip geçiyor.
-Emniyet bu işlere engel olduğu için mi tasfiye edildi?
Sadece emniyet değil, askeriyede de tasfiyeye karar verdiler. TSK da hedefte şimdi. Askerde de terörle mücadele edenleri almayı planlıyorlar. Hava Kuvvetleri’nden, Kara Kuvvetleri’nden, jandarmadan olabilir. PKK ile mücadele etmiş insanlarla ilgili aynı şekilde hazırlık yapıyorlar.
-Diğer yandan psikolojik bir harekât da yürütülüyor, polis müdürleri itibarsızlaştırılıyor. Burada üzerinde çalışılmış bir eylem planı var mı?
Bakın, 17 Aralık yolsuzluk operasyonu olmuş, 30 ilde KOM, istihbarat ve terörle mücadele müdürlerini alıyorsunuz. Neye göre alıyorsunuz? Demek ki bir hazırlığınız var. Oturmuşlar listeleri yapmışlar. Ben bu listeleri gördüm. Hiçbir tayin olmadan, kendim de tayin olmadan gördüm. Exel tablosu yapmışlar. 17 Aralık oldu, değiştirmeye başladılar.
-Emniyette paralel diye tasfiye edilen polisler bir cemaatle ilişkili mi?
İçki içen de var, ülkücü de var, ulusalcı da var, başka cemaatlere sempati duyan da var. Terörle ve uyuşturucu ile mücadele etmişseniz paralel olmayı hak etmişsinizdir!
-Size ‘paralel yapı’ suçlaması yapıldı mı?
Bize kimse örgütle ilgili bir soru sormadı. 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde örgütle ilgili yine soruya muhatap olmadım. Bize suçlamalarda bulunan bazı memurlar da mahkeme huzurunda ifadelerini değiştirdiler. Ve gerçekleri söyleme gereği hissettiler. Bir avukatımızın tabiri ile bir suç örgütü dosyasından yargılanan bizlerin örgüt olmadığı ortaya çıkarken bu kumpası kuran bir örgütün de varlığı ortaya çıktı. Bunlarla ilgili suç duyurusunda bulunduk.
-Kimlerden oluşuyor bu örgüt?
Burada iki büyük kumpas var. Birinci büyük kumpas; başbakan ‘altyapı kuruyoruz’ itirafında bulundu, Mehmet Metiner de ‘delil oluşturuyoruz’ dedi. Star’da da bu dinleme listeleri yayımlandı. İkinci büyük kumpas illerde; mesela İzmir’de savcı ile birlikte, bazı şube müdürleri, memurlara, önceki müdürleri aleyhine ifade vermek üzere baskı yapıyorlar. Delil üretmek için bazı dosyaları suç gibi gösteriyor, bazılarının ise suç olmadığına dair raporlar yazıyorlar. Terör şubesinde yazılan raporların sahte olduğu anlaşıldı.
-Nasıl?
Bunlar geliyorlar bizim alt rütbeli arkadaşlarımıza, ‘bak sen bunu dinlemişsin’ diye listeleri veriyorlar. Kendilerine bu dinlemelerin yasal olduğu izah ediliyor, ‘biz anlamayız kardeşim’ deyip gidiyorlar. Hâlbuki orada hiçbir usulsüzlük yok. 2013’ün yaz aylarında oluyor bunlar. 2014’e geliyoruz. 18 Mart 2014’te Star’da bir liste yayımlandı. Bu listeler denetlemelerde arkadaşlarımıza gösterilen listeler, aynısı hiçbir değişiklik yapılmadan yayımlandı. Çok ilginç bir şey var, müfettişler de 17 Mart 2014’te görevlendiriliyorlar. Avukatlarımız buldu, bunun belgesi var. Star’da yayımlanan listeden bir gün önce müfettişler 30 ile gönderilmek üzere görevlendiriliyor. Bir gün sonra da Star’da 30 ile ait dinlemeler yayımlanıyor. Çok net kumpas. 30 il özellikle seçilmiş. İzmir, Aydın, Mersin, Adana, Hakkâri, PKK ile mücadele eden, operasyon yapan iller. Sızdırmalar yapıldıktan sonra güya müfettişler sahaya inmişler de gazetede yayımlanan şeyler usulsüz mü değil mi diye araştırmışlar, raporlar hazırlamışlar! Hep aynı müfettişler. 20’yi geçmez bunlar. Binlerce adam var. Bunların kanunsuz emirlerini, konusu suç teşkil eden emirlerini yapmadıkları için adam bulamıyorlar. Savcıya müfettişlerin hazırladığı raporu gönderiyorlar.
-Savcı raporları aldıktan sonra ne yapıyor? Dosyada evrakta sahtecilik suçlaması var. Gizli tanıkların ifadeleri ve hakkınızda şikâyetler bulunuyor.
Savcı Okan Batu, Terörle Şube Müdürü Fatih Çankaya, İstihbarat Müdürü Kudret Dikmen bu süreci defaatle görüşüyorlar. Bu operasyonun nasıl yapılacağı tartışılıyor. Kim girecek, kim çıkacak, kararlaştırılıyor. Savcı, TEM ve istihbarat müdürü dışarıdan adam topluyor, on kişilik bir ekip kuruyorlar. D büro diye. Bu adamlar kimleri tutuklayacaksa, ‘usulsüzlük yaptı’; kimleri kurtaracaklarsa da ‘usulsüzlük yapmadı, kanunların emrini getirmiştir’ diye rapor tutup bunu fezlekeye dönüştürüyorlar. Bu da yetmiyor. Örgüt suçlaması yapacaklar ya! Bu sefer istihbarat şubede Kudret Dikmen, Oğuz Çatalkaya, Selçuk Cora, bir örgüt gibi çalışarak memurları çağırıyorlar. 100 memur zaten fişlemelerle atılmış, PKK masasından. Geride kalan memurlara diyorlar ki ‘Amirlerim bana baskı yaptı, demezsen seni de atarız ya da hapse girersin. Biz savcı ile konuşuyoruz. Böyle ifade verirsen seni kurtaracağız. Git tutuklan.’ Adamı ağır cezada yargılayacaklar. Diyorlar ki ‘Avukat tutma. Bu ifadeyi vereceksin, dört gün sonra mahkemede bırakılacaksın.’ Sulh cezada mahkemeye çıktığımızda bir komiser kumpası deşifre etti. “Akşam nöbetçiydim, şubeye çağırdılar, amirlerin aleyhine ifade vermem için baskı yapıldı.” dedi. Kimlerin baskı yaptığını bir bir anlattı. Ağır cezada da tutuklandıktan sonraki süreçte bir memur arkadaşımız kalktı, gece şubeye çağırıldığını söyledi. Kudret Dikmen müdür, savcının telkinleri ile izne ayrılıyor. Devamında da kumpası ele veren olaylar var.
-Neler?
Twitter’da isimlerimiz yayımlanmaya başladı. Tutuklanacaklar listesi yayımlandı. Toplumu alıştırıyorlar. Diyorlar ki Taner Aydın, Ramazan Karakaya, Rüştü Ünsal tutuklanacak. Rüştü Ünsal kim? Polis okulunun adı, ölmüş adam. Zekâsı anlamıyor, bilmiyor olayı, ne servis edilmişse yayımlanıyor. En son Yeni Şafak, operasyondan bir gün önce operasyon yapılacak diye haber yaptı. Yıllarca biz operasyon yaptık. Operasyon olur, sonradan basına verilir. Operasyondan bir gün veya bir hafta sonra bu haberler çıkar. Aslında bir algı operasyonu olduğu buradan belli. Önce basında çıkıyor, sonra savcı operasyon yapıyor.
-Star’da yayımlanan istihbarat belgeleri, komplonun bir parçası mı?
Bakın önleme dinlemesi ile ilgili savcılığa hiçbir görev vermemiş devlet. Savcıya verilen tek görev, bu önleme dinlemeleri sızar ve suiistimale uğrarsa hemen soruşturma başlatması. Başlatabilirsin demiyor. Burada görev yaptığımız süre içinde bir polis arkadaşımız, İbrahim Yardımcı, istihbaratın bir evrakı yabancı ele geçmesin diye şehit düştü. Bir yanda bu var, bir yanda da Star’a, 30 ilde dinleme listesi diye istihbarat daire başkanlığının sayfalarca evrakının yayımlatılması var. Sonuçta bu mahremdir, devletin namusudur. Bu evraka hiç kimsenin ulaşma şansı yoktur. Buna ya istihbarat daire başkanı ulaşabilir ya bu denetlemeyi yapan müfettişler ya da ildeki istihbarat şube müdürleri… Evrakı da bunlardan birinin vermiş olması lazım.
-Neden verildi?
Operasyon yapabilmek için. Müfettişler daha konunun ne olduğunu bilmiyorlar. Tutuklu olan arkadaşımıza geliyorlar, bu dosyalar nelerdir iki-üç ay bunlara izah ediliyor. Müfettişler en son bizden aldıkları bilgilerle rapor yazıyorlar. Ve bu yazdığı rapor o amirin tutuklanması için bilirkişi raporu sayılıyor. Böyle komik bir şey olabilir mi? Sonra müfettişlerin raporlarında ‘bunların suçu yoktur’ diye yazdıkları bir kısım insanlar var. Bunları şube müdürleri de biliyor suçsuz olduklarını. Bunlar yazıcılık yapmış, kâtip... Bunlardan da üç-beş arkadaş tutuklanıyor. Onlara parafın var, onayın var diyorlar.
-7 bin kişilik liste nasıl çıkıyor?
Kamuoyunda çakma hat dedikleri bir şey var. Telefon kullanıyorsunuz, abone kimlik numarası vardır. Kütük bilgisi denir. Bazı insanlar beş tane hat alıyor, çocuğuna dayısına veriyor. Dayısı kullanıyor ama kendi üzerine kayıtlı. Biz demişiz ki bu telefon Ahmet’in üzerine kayıtlı olmakla beraber dayısı kullanıyor. Bu müfettiş diyor ki siz Ahmet yazarak Mehmet’i dinlemeye çalıştınız. Zaten telefon Ahmet’in üzerine kayıtlı, neden Mehmet yazalım? Ahmet kullanıyor diye biz izah etmişiz ona. TİB’e sormuşlar. TİB de ‘Mehmet kullanıyor’ demiş. Sonra çağırmışlar Ahmet’i Mehmet’i ifadeye, adamlar bizi doğrulamasına rağmen biz suçlu görülüyoruz.
-Sahte isimlerle gerçek kişiler dinlendi mi?
Bu bir iddia. Biz bunun doğru olmadığını TİB kayıtları ile ispat ediyoruz mahkemede. Bir de şu var, MİT görevlileri ile ilgili dinleme iddiaları ortaya çıktı. Neyle cezalandırıldı bunlar? MİT’çilerin gönderdikleri savunmayı okudum. Biz Mehmet Altan’ı dinlemedik, onu arayacak ajanlar için dinledik, demiş. Sonra mahkeme var, mahkemenin verdiği kararı uyguladım diye savunmuş kendisini. Biz kimseyi böyle dinlemedik. Ayrıca MİT’in bir şüphesi varsa, ajanlık dinlemesi de yapabilir.
-Dinlemelerde ismi ve imzası olan Kudret Dikmen gibi bazı müdürler neden gözaltı listesinde yoktu?
Bizi suç işlemiş gibi lanse ediyorlar ya, biz dedik ki, bakın bizim yaptığımız işlemi yapanı ayırıyorsunuz, bizi gözaltına alıyorsunuz. Bana şu numarayı, şu isimle dinlemişsin diyor. Aynı işlemi Kudret Dikmen de yapmış ona suç yok, bana suç vardır, diyor. Aynı şeyleri onlar da yapmış, hatta daha ağır şeyi yapmış; onların yaptığı suç değil ama ben aynı şeyi yaptığım için suçlu olyuyorum. Elde ettiğin bilgiyi kullanırsan, suç olacak budur. Bizimle ilgili gazetede yayımlanıncaya kadar hiçbir şekilde şantaj, veri kaydetme, şahısları mağdur etme ile ilgili tek bir şikâyet olmamış.
-Siz savcıya neden ifade vermediniz?
Savcı Okan Batu, dosyada imzası bulunmayanları tutuklamaya sevk etti, örgütle ilgili tek bir soru sormadı. Mahkeme ifadeleri kısıtladı. Hâkim, önüne gelen listeye göre, tutuklanacakları ve serbest bırakılacakları okudu. Mahkemede de söyledim. Örgüt diyorsunuz, hangi örgüt olduğunu söylemiyorsunuz. Ben size söyleyeyim dedim. Biz 1923’te kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti örgütüyüz. Biz arkada gördüğünüz polislerle birlikte devletin malını örgüt adına kullanmak diyorsunuz ya, devletin helikopteri ile gittik PKK’ya operasyon yaptık. Bu şekilde devlet malını kullandık. Ama şahsım adına devletin kâğıdını, malını kullanmıyorum.
9 adımlı kumpas planı
1- 2012’den itibaren listeler hazırlandı. Başbakanlık koruma ekibi değiştirildi. Emniyet Genel Müdürlüğü daire başkanları görevden alındı. 
2- Tüm kamu kurumları ve emniyette fişlemeler yapıldı. Müfettişler görevlendirildi. Tasfiye edilecek insanlara suç isnadı aradılar. 
3- 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonu fırsata çevrildi. Listeye giren il ve şube müdürlerinin yerlerine belirlenen isimler getirildi. 
4- Önemli dosyaların içi boşaltıldı. Deliller karartıldı. Soruşturmalar kapatıldı. 
5- 18 Mart 2014’te Star’a 30 ilde yapılan önleme dinlemeleri listeleri yayımlatılarak algı operasyonu başlatıldı. 
6- Müfettiş raporlarına dayanılarak gözaltılar yapıldı. 
7- Sahte deliller üretildi, gizli tanıklar ve şikâyetçiler bulunarak davalar açıldı. 
8- Sulh ceza hâkimlerinin ellerine gözaltına alınacaklar listesi verildi. 
9- Haklarında soruşturma açılan bütün polisler görevden alındı.

20 Aralık 2014 Cumartesi

19 Aralık, gece yarısı Çağlayan: Özgür basın susturulamaz



Özgür basın susturulamaz

Türk demokrasi ve basın tarihinde ilk defa binlerce insan özgür basın susturulamaz sloganları ile adliyelerin önünü koştu. Kumpas davalarının sonunu getiren yeni bir sürecin başındayız.


        14 Aralık, Ankara Adliyesi’nin önü. Ellerinde Türk bayrakları çeşitli mesleklerden, yaşlardan, kadın erkek binlerce kişi toplanıyor. Sanki bir düğün yerini andıran manzaradan en çok öne çıkan slogan: Özgür basın susturulamaz, oluyor. Aynı saatlerde İstanbul ve İzmir başta olmak üzere çeşitli şehirlerde de insanlar Adliyelerin önünde buluşuyor, ellerinde o gün çıkan Zaman gazetesi, medyaya baskın protesto ediliyor.
       27 Mayıs sabahı darbecilerin ilk duraklarından biri Ankara Radyosuydu. Bir cemse asker gece yarısından sonra radyoya ele geçirdi. Darbe bildirisi radyodan okunduğunda her şey bitmişti,  tanklar sokaklardaydı.  Gazetecileri Çankaya’ya çağırdı ve bir mutabakata imza attırdılar. ‘Darbe ve Yassıada mahkemeleri’ konusunda cuntacıların istediği haber ve yorumların yapılmasını emrettiler. 12 Eylül 1980’in hedefinde yine basın vardı. Yayın yasaklarına uymayan gazeteler hemen kapatılıyor, gazeteciler hapse atılıyordu. 28 Şubat 1996 post modern darbesinde tankların yerini bazı medya kuruluşları almıştı.
       Türkiye 14 Aralık’ta medyanın susturulmak istendiği yeni bir baskınla güne uyandı.  Zaman gazetesi yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı ve STV yayın grubu başkanı Hidayet Karaca gözaltına alındı. Gazetenin 15 Aralık’taki manşeti: Demokrasinin kara günüydü.  Gazete çalışanları ağızların siyah bantlar çekmiş ve ellerine “özgür basın susturulamaz” pankartlarını almıştı. Ancak ilk defa, Türk demokrasi tarihine de geçecek bir gelişme yaşandı. Ülkenin çeşitli şehirlerinde binlerce insan bu baskınlara tepki için gazete binaları ve adliyelerin önünde toplandı. 4 günlük hukuksuz gözaltıdan sonra 6 saat sorgulanan  Dumanlı ve Karaca’ya sorulan sorular Türk basın tarihine kara bir leke olarak geçti. Savcı bir yayın yönetmenine ‘Darshenalerle ilgili haberleri neden yayınladınız?’ diye soruyor ve tutuklanmaya sevk ediyordu. Karaca ise bir diziden dolayı hesaba çekiliyordu! İngiliz Financial Times gazetesi, bu haberi okuyucularına, ‘Dünyada ilk defa hayal ürünü bir dizi hedef alındı’ başlığı ile duyurdu.
        18 Aralık’ta hakimin karşısına çıkarılan Ekrem Dumanlı’nın avukatları neyle suçlandıklarını ve dosyadaki delilleri öğrenmek istedi. Sulh ceza Mahkemesi Hakimi Bekir Altun, dosyada gizlilik kararı olduğunu hatırlattı.  Silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmekten suçlanan gazetecilere hakim Altun, suç aletleri olarak, 2 makale ve bir haber olduğunu söyledi. Dumanlı’nın ağzından, ‘Bu mudur?” sözleri döküldü.  Dosyada gerçekten iki makale ve bir haber vardı. Karaca, mahkemenin tarafsız olmadığını kayıtlara geçirerek ifade vermeyi red ederken, Dumanlı, basın tarihine geçecek bir savunma ile mahkeme başkanına gazetecilik dersi verdi.  
       Çağlayan Adliyesi’nin 6.katında tam bir tiyatro sahneye konulmuştu. Darbe hukuku işliyordu. Savunma hakları kısıtlanmıştı. İfade işlemleri gece 12 sıralarında bitmesine rağmen hakim kararı ertesi güne 19 Aralık’a bıraktı.  Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca ile diğer polisler, emniyetin, soğuk, eksi altıncı ve yedinci katında adeta tutsak edildi.  Çağlayan Adliyesi’nin önü gün boyu binlerce insanın akınına uğradı.  Türk bayrakları, Adnan Menderes, Turgut Özal ve Recep Yazıcıoğlu pankartları ve atılan sloganlar, baskılara karşı tarihi bir duruşun kareleri olarak hafızalara kazındı.  ‘Karar yarın’ dendiğinde bile insanlar meydanı terk etmek istemiyordu. ‘Allah’a emanet Ekrem Abi’ tezahüratları altında sessiz ve vakur bir şekilde dağıldılar.
      Türkiye darbe süreçlerinde pek çok değerini kaybetti. Hukukun askıya alındığı bu zor dönemlerde mazlumlar hep yalnızdı. İlk defa ülke içinden yükselen ve bütün dünyada karşılık bulan, ‘özgür basın ” talepleri, Erdoğan rejiminin proje mahkemeleri ve kumpas davalarının amacına ulaşamayacağını gösteriyor.  27 Mayıs sabahı Ankara radyosunu darbeciler ele geçiremeseydi kim bilir tarih nasıl yazılırdı? ‘Senaryo davasının” sonu ne olursa olsun bundan sonra  korku rejiminin nasıl yıkılacağına tanık olacağız. (İDRİS GÜRSOY, 20 ARALIK 2014, ÇAĞLAYAN İSTANBUL)