0 Mart 2014 / İDRİS GÜRSOY
SP Genel Başkanı
Mustafa Kamalak, yolsuzluk kriziyle ilgili “Cemaat İslami, insani
müştereklerde bir araya geliyor. AK Parti ise menfaat odaklı. Menfaat
bittiğinde ortaklık da biter. Bu kavgada AKP gider, cemaat kalır.”
diyor.
Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu
tartışmaları tama gaz sürerken Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın
yetiştiği ocağa gittim. Erdoğan, her ne kadar ‘Millî Görüş gömleğini
çıkardım’ dese de merhum Necmettin Erbakan’ın talebesi. Çocuklarından
birine de onun ismini vermiş. Kendisine siyasi referans olarak liderini
gösteriyor. Erbakan’dan sonra, Millî Görüş’ün siyasi misyonunu Saadet
Partisi (SP) ve onun genel başkanı Prof. Mustafa Kamalak sürdürüyor.
Saadet lideri önemli açıklamalar yaptı. 17 Aralık sonrasını ‘28
Şubat’tan daha ağır, cuntanın bile bir hukuku vardı’ diye değerlendirdi.
‘Korku dağları sarmış!’ dedi. İşte SP liderinin ağzından eski
mensupları Erdoğan… Erbakan’dan farkı ne? Hocaefendi’yi niçin hedef
alıyor? Ne yapmak istiyor?
-Erbakan’da hiç bu tür bir üslup görmedik. Erdoğan, Erbakan’ın rahle-i tedrisinden geçmiş. Oradan yetişen biri nasıl böylesine bir nefret dili kullanabilir?
Bir düzeltme yapalım. Bir kimsenin bir okula kaydolması o okuldan mezun olduğu anlamına gelmez. İcazet ve diploma alması gerekir.
-İl başkanlığı ve belediye başkanlığı yaptı ama.
Yapmış olabilir ama çap oraya kadar. Ötesi için değildir o. Öğrenci birinci sınıfa kayıtla o okula mensup olma sıfatını kazanır ama diploma alması için yetmez bu. Hukuka kayıt yaptıran hukuk öğrencisi sıfatını kazanır ama mezun olabilmesi için bütün derslerini vermesi gerekir. Avukatlık, hâkimlik için bu da yetmez. O şartları da yerine getirmesi lazım.
-Erdoğan kaydoldu ama mezun olamadı mı?
Erbakan’ın izni ve icazetiyle mi AK Parti’yi kurdu? 28 Şubat sürecinde Erbakan hocanın yolu kesilmeseydi AK Parti diye bir parti olur muydu?
-Başbakan yerel seçimleri genel seçim havasına soktu. Hükümete ve şahsına bir güven oylaması hâline getirdi. Erdoğan neden böyle bir strateji izliyor?
İktidar bu seçimleri genel seçim gibi göstermeye mecburdur. Başka çıkar yolu yok. AK Parti belediyeciliği iflas etmiştir. 2009 seçimlerinden bu yana 1522 belediye başkanı hakkında soruşturma açılmıştır. Yolsuzluk, rüşvet, ihaleye fesat… Var da var. Bir kısım belediye başkanları hakkında da birkaç dosya bulunuyor. Bunlardan 600’ü AK Partili. Şimdi bu manada seçim kampanyalarını genel merkez üzerinden yürütmek durumundadır. Çünkü ‘belediyecilik bizim işimiz’ diyemezler.
-Neden?
İnsanlara hizmet iki amaçla yapılır: Allah rızası için, ibadet aşkıyla veya menfaat aşkıyla... İbadet aşkı ile çalışmayan insanlar menfaat aşkı ile çalışacaktır. ‘İbadet aşkı ile millete hizmet ediyoruz’ diyemezler. O zaman belgeler çıkacak ortaya. ‘Sen ibadet aşkı ile mi çalıyorsun, çırpıyorsun?’ diye soracaklar. O zaman merkezden gidiyor. Tahminimce merkezde tutması mümkün değil. Mahalli idarelerin bulaşmış olduğu yolsuzluklar, iktidar partisi bakımından bazı bakanların ve bunların çocuklarının da rüşvete bulaştığı, yolsuzluğa karıştığı ayyuka çıktı. Şöyledir böyledir denilse de bu millet -çok affedersiniz- koyun değildir, ahmak değildir. Belki âlim değil ama ariftir. Neyin yanlış, neyin doğru, neyin samimi olduğunu idrak edecek güçtedir.
-Erdoğan’ın açıklamaları ve AK Parti’nin anketlerine göre oy oranında bir düşüş görünmüyor ama.
Şu an korku sarmış durumda.
-Nasıl?
28 Şubat sürecini daha bir sıkıntılı yaşıyoruz. 28 Şubat sürecini yeniden yaşıyor bu millet. 28 Şubat sürecinde darbe kendi hukukunu uyguluyordu. Şimdi bakıyoruz sivil iktidar her şeyi istismar ediyor. Toplumu geriyor. Yıllardır bildiği şeyleri sanki yeni öğrenmiş gibi bir üslupla muhatabı yıpratmadan da öte, yok etme düşüncesi ile hareket ediyor. Bunlar bu milletin ruh özüne, ruh köküne uygun düşmeyen suçlamalardır.
-İlk defa bir siyasi partinin genel başkanı toplumun bir kesimini açıkça düşman ilan etti.
Bir taraftan diyor ki, ‘beraat-i zimmet asıldır’, pozitif hukuk açısından doğrudur. Nitekim idamla yargılanan nice insan beraat ediyor. İnsanlar gelişigüzel suçlanmamalı. Ama bu beraat-i zimmet muhataplar açısından geçerli, kendisini bağlamıyor. Mesela ‘Haşhaşi’ diyor, elinde belge var mı? Haşhaş kullanıp cinayet işleyen bir cinayet şebekesine benzetiyor camiayı. ‘Haşhaşin’ diye suçladığı insanların birçoğu ağzına sigara bile almıyor. ‘Virüs’ diyor, ‘vampir’, ‘sülük’ diyor. Devlet Bahçeli‘nin evlenmemesini, çocuğunun olmamasını aşağılık bir şey gibi konuşuyor.Fethullah Hocaefendi’yi de aynı şekilde itham etme yoluna gitti. Bir taşla birkaç kuş vurmanın peşinde.
-Sizin partiniz için de kapatma davasında ‘vampir’ dendi.
Doğrudur, sayın başsavcı o ifadeyi kullanmıştı. Sorsak Vural Savaş’a şimdi, bu sözün yanlış olduğunu ifade edecektir. Öfke ile söylenen sözler gün gelir yüzümüzü kızartır. O yüzden beraat-i zimmet asıldır ama herkes için asıldır. Ben ağzıma geleni söylerim demek bu ilkeden insanı uzaklaştırır. Fethullah Hoca’nın çocuğunun olmadığını yeni mi öğreniyor? Türkçe Olimpiyatları’nda övgüler yağdırırken bu durumları bilmiyor muydu?
-Ne oldu şimdi?
Belediyedeki yolsuzluklar halk nezdinde biliniyordu, şikâyetler oldu, mahkemelere intikal etti. Peki merkezdekiler? Onlar bilinmiyordu. İşte bunlar, 17 Aralık operasyonu ile ortaya çıktı. Onun paniği var. Sadece benim değil, herkesin kanaati bu yönde.
-Hükümete bir darbe girişimi var diyor Başbakan.
Darbe falan yok canım, bir güç oluşturma, milletten bir destek alma düşüncesinin yaygarasıdır bu…
-Tutar mı bu politika?
Tutacağını sanmıyorum. Çünkü menfaat üzerine kurulan sistemler eninde sonunda çökmeye mecburdur. Burada en büyük zararı İslami düşünce görüyor. Birilerinin bu işi kurcaladığı kanaatindeyim. Cemaati bir İslam dışı ekip veya kuruluş, organizasyon diye tarif etmek mümkün değil. AK Parti mütedeyyin Müslümanların oyuna dayanarak iktidara geldi. Şimdi burada bir çatışma çıkarıp Müslümanlara zarar vermek isteniyor.
-Başbakan, ‘Millî Görüş gömleğini çıkardık’ diyor.
Bunu Başbakan açıkça söyledi. Bunu destekleyen başka cümleleri de var. ‘Biz dinsel, bölgesel, ırksal birlikteliğe karşıyız’ diyor. Ama AB hem dinsel hem bölgesel hem de ırksal birlikteliktir.
-Bugüne kadar neden böyle bir dil kullanmadı Erdoğan?
‘Hırsız var’ dendi. Yolsuzluklar açığa çıktı. Böyle olunca yakıp yıktı ortalığı. On bine yakın polis tayin edildi. 200 civarında savcı-hâkim hallaç pamuğu gibi atıldı. HSYK ve diğer kanun değişiklikleri hep bu hırsızlığı örtmek için bir çabadır.
-Hocaefendi’ye suçlamalarından biri de ‘28 Şubat sürecini desteklemek’. Katılıyor musunuz?
Samimiyetten uzak. Muhal farz, Hocaefendi’nin 28 Şubat sürecini desteklediğini düşünelim. Yeni mi öğrendi? Ayda mı yaşıyordu? Hocaefendi’nin evli olmadığını yeni mi öğendi? O zaman sorarlar, sen 12 yıldan bu yana bu ülkenin başbakanı değil miydin?
-İlk defa bir sivil hükümet, Millî Güvenlik Kurulu’na camiayı getirdi ve iç tehdit kararı aldırdı. Sebebi ne olabilir?
Kanaatimce taraftar bulabilmek içindir. Nabız yokluyor. MGK’dan istediği desteği bulabildiğini de sanmıyorum. Hiçbir devlet paralel bir yapıya müsaade etmez ama Cemaat’in ‘ben devleti tanımıyorum, başka bir devlet oluşturmak’ istiyorum gibi bir iddia ve amacının olduğunu da sanmıyorum. Kamuoyuna böyle yansıtılıyorsa kanaatimce yanlış bilgilendirme vardır.
-28 Şubat sürecinde olduğu gibi camia medya vasıtası ile linç ediliyor. ‘Topyekûn savaş’ deniyor. Bu kampanya nasıl sonuçlanır?
Şu anda Başbakan ve hükümet yetkilileri yeni bir millî mücadeleden bahsediyorlar! Kime karşı mücadele? Kim düşman? Bunlar taraftar bulabilmek için kullanılan ifadelerdir. Tutmaz. Toplum bunu yutmaz. Toplum 30-40 yıl öncesinin toplumu değildir. 28 Şubat bin yıl devam edecekti, silah tehdidi ve baskılarla falan ama bin yıl dediği şey gerçek anlamı ile bir yıl sürebildi. Bundan sonra paşalar bölünmeye yüz tuttu. 2002 seçimlerinde bütünü ile çatladı. Günümüze geldiğimizde yok oldu gitti. Her darbe böyledir. Hukuka dayanmayan, hakka dayanmayan, batıl olan her şey zeval bulacaktır.
-Bu süreç ne kadar sürer?
Çatırdıyor zaten, fazla süreceğini sanmıyorum. Halka sesleniyor ‘dershanelerine göndermeyin, çocuklarınızı alın’ diyor. Bir araştırma yapın, dün dershaneye giderken bugün dershaneden çekilmiş kaç çocuk var? Buradan etkisini ölçebilirsiniz. Uzun vadeye gelince, biliyorum tepkiler çekecektir. Şunu ifade edelim: Batıl yok olacaktır, hak varlığını sürdürecektir. Örneğin şu an dershaneler kapatıldı ama ihtiyaç sürdüğü müddetçe dershaneler kapatılamaz. Resmen kapatılır, fiilen devam eder. Bir şekilde devam eder, merdiven altında devam eder, evlerde devam eder. Önemli olan dershaneleri kapatmak değil, ihtiyacı ortadan kaldırmaktır. Ben söyleyeyim; bu kavgada AKP gider, Cemaat kalır. Camia İslami, insani müştereklerde bir araya gelmiş, AK Parti menfaat odaklı. Menfaat bittiğinde ortaklık biter, parçalanır.
-Erbakan’la ilgili ‘dava arkadaşlarını satmadı?’ dediniz?
Bu vefa ve davaya inanmışlığın bir gereğidir. Ölçüyor, biçiyor ne olursa olsun yola koyuldukları ile yolda bulduklarını değiştirmiyor. Yani menfaati değil, davayı ön planda tutuyordu. Hiçbir zaman maddi tercihleri öne almamıştır.
-Erbakan, Gülen hakkında ne düşünüyordu?
Hiçbir Müslüman hakkında, hiçbir cemaat hakkında en ufak kırıcı bir söz söylemedi. Erbakan hocamızdan Fethullah hocamızla ilgili incitici bir söz duymadım. İki olaya şahidim. Gazeteciler kasıtlı olarak; ‘Fethullah Gülen Ecevit’le, Demirel’le, Evren’le görüşmüş, siz görüştünüz mü?’ diye sordu. Allah rahmet eylesin, şunu söyledi: ‘Biz hoca ile günde beş defa görüşüyoruz.’ Yine basın mensupları, ‘Hocaefendi başörtüsü için teferruattır’ demiş, dediklerinde; ‘Hocaefendi öyle söylememiştir, siz yanlış anlamışsınızdır, o füruat demiştir’ dedi.
-Siz Başbakan’ı izlerken, Camia’yı ve Hocaefendi’yi hedef alan hareketleri duyduğunuzda ne hissediyorsunuz?
Ben üzülüyorum, gerçekten üzülüyorum. Çünkü aile reisinin görevi aileyi germek değil, aileyi birbirine düşürmek değil. Ailede bir huzursuzluk varsa onu gidermek, o huzursuzluğu yatıştırmaktır. Türkiye geniş bir ailedir. Bu ailenin reisi şu an için Başbakan’dır. Başbakan’ın yapıcı bir üslup kullanması, ortamı germemesi lazım. Tipik örneğini Erbakan’da gördük. RP kapatıldı. Karar 16 Ocak 1988 tarihinde açıklanınca Hoca, TV’nin karşısına geçti, Millî Görüş camiasına mesaj verdi: ‘Anayasa Mahkemesi’nin kararı tarihin akışı içinde son derece önemsizdir, hiçbir önemi yoktur’ anlamında konuştu. Ülke barışa, sükûna her zamankinden çok muhtaçtır, diyerek milyonları yatıştırdı. Aksine bir demeç vermiş olsaydı, ‘millî irade ile işbaşına gelmiş hükümeti birkaç hâkimin kararı ile ortadan kaldırmak mümkün değil, olmaz böyle şey’ deseydi, Türkiye Mısır gibi olurdu. Binlerce insan sokağa dökülürdü. Aynı üslubu eğer Millî Görüş tedrisatından geçmiş olsa Başbakan da kullanabilirdi. Bakın bugün Türkiye, bölünme noktasına doğru gidiyor. Toprak ayağımızdan kayıyor. Birileri özerklikten bahsediyor. Paralel devlet oluşuyor. Bunu önleyecek güç İslami düşüncedir. Allah rızası için hareket eden insanlar birlikte hareket etmelidir. Ülke mevcut iktidara bırakılamayacak kadar önemlidir.
-Sizce ülkenin gerçek gündemi ne? Paralel devlet bazı sorunları örtüyor mu?
I. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan bir süreç devam ediyor. Amaç, Osmanlı’yı yıkıp İsrail devletini kurmaktı. Dış güçlerin temel amacı bu idi. Süreç devam ediyor. Büyük İsrail devleti kurulmak isteniyor. Büyük Ortadoğu Projesi bunun için hazırlandı. Yazık ki Başbakan’ımız da ‘Ben genişletilmiş Ortadoğu projesinin eş başkanıyım’ diyor. Orada amaç ne? Büyük İsrail devletinin kurulmasını sağlamaktır. Onların akidesine göre İsrail devletinin sınırları Nil’den Fırat’a kadarki bölgeyi kapsar. Türkiye’nin topraklarını kapsıyor. Güneydoğu ve Suriye’deki gelişmeler bu projenin adım adım hayata geçirildiğini gösteriyor.
-30 Mart’ta Saadet Partisi’nin hedefi nedir?
Biz bütün il ve ilçelerde seçime gireceğiz. Türkiye’nin her noktasında aday gösterdik. Davamızın hak olduğuna inanıyoruz, iddialıyız. O’nun yolunda yürüdüğümüz için 4 defa partimiz kapatıldı. Bizim yolsuzluğumuz, çalmamız çırpmamız yok, tahrip yok, milleti düşürme yok. Ne yapmışız? Milletin inancı olan bir sistemi hayata geçirmek istemişiz. Şanlıurfa, Gaziantep, Konya, Malatya iddialı gözüküyor. Elazığ, Bingöl, Yozgat, Kırıkkale, Rize canla başla çalışıyor. Isparta, Kütahya… Seçime girdiğimiz bütün noktalarda teşkilatlarımız Allah rızası için hedefe kilitlenmiş durumda.1
-Erbakan’da hiç bu tür bir üslup görmedik. Erdoğan, Erbakan’ın rahle-i tedrisinden geçmiş. Oradan yetişen biri nasıl böylesine bir nefret dili kullanabilir?
Bir düzeltme yapalım. Bir kimsenin bir okula kaydolması o okuldan mezun olduğu anlamına gelmez. İcazet ve diploma alması gerekir.
-İl başkanlığı ve belediye başkanlığı yaptı ama.
Yapmış olabilir ama çap oraya kadar. Ötesi için değildir o. Öğrenci birinci sınıfa kayıtla o okula mensup olma sıfatını kazanır ama diploma alması için yetmez bu. Hukuka kayıt yaptıran hukuk öğrencisi sıfatını kazanır ama mezun olabilmesi için bütün derslerini vermesi gerekir. Avukatlık, hâkimlik için bu da yetmez. O şartları da yerine getirmesi lazım.
-Erdoğan kaydoldu ama mezun olamadı mı?
Erbakan’ın izni ve icazetiyle mi AK Parti’yi kurdu? 28 Şubat sürecinde Erbakan hocanın yolu kesilmeseydi AK Parti diye bir parti olur muydu?
-Başbakan yerel seçimleri genel seçim havasına soktu. Hükümete ve şahsına bir güven oylaması hâline getirdi. Erdoğan neden böyle bir strateji izliyor?
İktidar bu seçimleri genel seçim gibi göstermeye mecburdur. Başka çıkar yolu yok. AK Parti belediyeciliği iflas etmiştir. 2009 seçimlerinden bu yana 1522 belediye başkanı hakkında soruşturma açılmıştır. Yolsuzluk, rüşvet, ihaleye fesat… Var da var. Bir kısım belediye başkanları hakkında da birkaç dosya bulunuyor. Bunlardan 600’ü AK Partili. Şimdi bu manada seçim kampanyalarını genel merkez üzerinden yürütmek durumundadır. Çünkü ‘belediyecilik bizim işimiz’ diyemezler.
-Neden?
İnsanlara hizmet iki amaçla yapılır: Allah rızası için, ibadet aşkıyla veya menfaat aşkıyla... İbadet aşkı ile çalışmayan insanlar menfaat aşkı ile çalışacaktır. ‘İbadet aşkı ile millete hizmet ediyoruz’ diyemezler. O zaman belgeler çıkacak ortaya. ‘Sen ibadet aşkı ile mi çalıyorsun, çırpıyorsun?’ diye soracaklar. O zaman merkezden gidiyor. Tahminimce merkezde tutması mümkün değil. Mahalli idarelerin bulaşmış olduğu yolsuzluklar, iktidar partisi bakımından bazı bakanların ve bunların çocuklarının da rüşvete bulaştığı, yolsuzluğa karıştığı ayyuka çıktı. Şöyledir böyledir denilse de bu millet -çok affedersiniz- koyun değildir, ahmak değildir. Belki âlim değil ama ariftir. Neyin yanlış, neyin doğru, neyin samimi olduğunu idrak edecek güçtedir.
-Erdoğan’ın açıklamaları ve AK Parti’nin anketlerine göre oy oranında bir düşüş görünmüyor ama.
Şu an korku sarmış durumda.
-Nasıl?
28 Şubat sürecini daha bir sıkıntılı yaşıyoruz. 28 Şubat sürecini yeniden yaşıyor bu millet. 28 Şubat sürecinde darbe kendi hukukunu uyguluyordu. Şimdi bakıyoruz sivil iktidar her şeyi istismar ediyor. Toplumu geriyor. Yıllardır bildiği şeyleri sanki yeni öğrenmiş gibi bir üslupla muhatabı yıpratmadan da öte, yok etme düşüncesi ile hareket ediyor. Bunlar bu milletin ruh özüne, ruh köküne uygun düşmeyen suçlamalardır.
-İlk defa bir siyasi partinin genel başkanı toplumun bir kesimini açıkça düşman ilan etti.
Bir taraftan diyor ki, ‘beraat-i zimmet asıldır’, pozitif hukuk açısından doğrudur. Nitekim idamla yargılanan nice insan beraat ediyor. İnsanlar gelişigüzel suçlanmamalı. Ama bu beraat-i zimmet muhataplar açısından geçerli, kendisini bağlamıyor. Mesela ‘Haşhaşi’ diyor, elinde belge var mı? Haşhaş kullanıp cinayet işleyen bir cinayet şebekesine benzetiyor camiayı. ‘Haşhaşin’ diye suçladığı insanların birçoğu ağzına sigara bile almıyor. ‘Virüs’ diyor, ‘vampir’, ‘sülük’ diyor. Devlet Bahçeli‘nin evlenmemesini, çocuğunun olmamasını aşağılık bir şey gibi konuşuyor.Fethullah Hocaefendi’yi de aynı şekilde itham etme yoluna gitti. Bir taşla birkaç kuş vurmanın peşinde.
-Sizin partiniz için de kapatma davasında ‘vampir’ dendi.
Doğrudur, sayın başsavcı o ifadeyi kullanmıştı. Sorsak Vural Savaş’a şimdi, bu sözün yanlış olduğunu ifade edecektir. Öfke ile söylenen sözler gün gelir yüzümüzü kızartır. O yüzden beraat-i zimmet asıldır ama herkes için asıldır. Ben ağzıma geleni söylerim demek bu ilkeden insanı uzaklaştırır. Fethullah Hoca’nın çocuğunun olmadığını yeni mi öğreniyor? Türkçe Olimpiyatları’nda övgüler yağdırırken bu durumları bilmiyor muydu?
-Ne oldu şimdi?
Belediyedeki yolsuzluklar halk nezdinde biliniyordu, şikâyetler oldu, mahkemelere intikal etti. Peki merkezdekiler? Onlar bilinmiyordu. İşte bunlar, 17 Aralık operasyonu ile ortaya çıktı. Onun paniği var. Sadece benim değil, herkesin kanaati bu yönde.
-Hükümete bir darbe girişimi var diyor Başbakan.
Darbe falan yok canım, bir güç oluşturma, milletten bir destek alma düşüncesinin yaygarasıdır bu…
-Tutar mı bu politika?
Tutacağını sanmıyorum. Çünkü menfaat üzerine kurulan sistemler eninde sonunda çökmeye mecburdur. Burada en büyük zararı İslami düşünce görüyor. Birilerinin bu işi kurcaladığı kanaatindeyim. Cemaati bir İslam dışı ekip veya kuruluş, organizasyon diye tarif etmek mümkün değil. AK Parti mütedeyyin Müslümanların oyuna dayanarak iktidara geldi. Şimdi burada bir çatışma çıkarıp Müslümanlara zarar vermek isteniyor.
-Başbakan, ‘Millî Görüş gömleğini çıkardık’ diyor.
Bunu Başbakan açıkça söyledi. Bunu destekleyen başka cümleleri de var. ‘Biz dinsel, bölgesel, ırksal birlikteliğe karşıyız’ diyor. Ama AB hem dinsel hem bölgesel hem de ırksal birlikteliktir.
-Bugüne kadar neden böyle bir dil kullanmadı Erdoğan?
‘Hırsız var’ dendi. Yolsuzluklar açığa çıktı. Böyle olunca yakıp yıktı ortalığı. On bine yakın polis tayin edildi. 200 civarında savcı-hâkim hallaç pamuğu gibi atıldı. HSYK ve diğer kanun değişiklikleri hep bu hırsızlığı örtmek için bir çabadır.
-Hocaefendi’ye suçlamalarından biri de ‘28 Şubat sürecini desteklemek’. Katılıyor musunuz?
Samimiyetten uzak. Muhal farz, Hocaefendi’nin 28 Şubat sürecini desteklediğini düşünelim. Yeni mi öğrendi? Ayda mı yaşıyordu? Hocaefendi’nin evli olmadığını yeni mi öğendi? O zaman sorarlar, sen 12 yıldan bu yana bu ülkenin başbakanı değil miydin?
-İlk defa bir sivil hükümet, Millî Güvenlik Kurulu’na camiayı getirdi ve iç tehdit kararı aldırdı. Sebebi ne olabilir?
Kanaatimce taraftar bulabilmek içindir. Nabız yokluyor. MGK’dan istediği desteği bulabildiğini de sanmıyorum. Hiçbir devlet paralel bir yapıya müsaade etmez ama Cemaat’in ‘ben devleti tanımıyorum, başka bir devlet oluşturmak’ istiyorum gibi bir iddia ve amacının olduğunu da sanmıyorum. Kamuoyuna böyle yansıtılıyorsa kanaatimce yanlış bilgilendirme vardır.
-28 Şubat sürecinde olduğu gibi camia medya vasıtası ile linç ediliyor. ‘Topyekûn savaş’ deniyor. Bu kampanya nasıl sonuçlanır?
Şu anda Başbakan ve hükümet yetkilileri yeni bir millî mücadeleden bahsediyorlar! Kime karşı mücadele? Kim düşman? Bunlar taraftar bulabilmek için kullanılan ifadelerdir. Tutmaz. Toplum bunu yutmaz. Toplum 30-40 yıl öncesinin toplumu değildir. 28 Şubat bin yıl devam edecekti, silah tehdidi ve baskılarla falan ama bin yıl dediği şey gerçek anlamı ile bir yıl sürebildi. Bundan sonra paşalar bölünmeye yüz tuttu. 2002 seçimlerinde bütünü ile çatladı. Günümüze geldiğimizde yok oldu gitti. Her darbe böyledir. Hukuka dayanmayan, hakka dayanmayan, batıl olan her şey zeval bulacaktır.
-Bu süreç ne kadar sürer?
Çatırdıyor zaten, fazla süreceğini sanmıyorum. Halka sesleniyor ‘dershanelerine göndermeyin, çocuklarınızı alın’ diyor. Bir araştırma yapın, dün dershaneye giderken bugün dershaneden çekilmiş kaç çocuk var? Buradan etkisini ölçebilirsiniz. Uzun vadeye gelince, biliyorum tepkiler çekecektir. Şunu ifade edelim: Batıl yok olacaktır, hak varlığını sürdürecektir. Örneğin şu an dershaneler kapatıldı ama ihtiyaç sürdüğü müddetçe dershaneler kapatılamaz. Resmen kapatılır, fiilen devam eder. Bir şekilde devam eder, merdiven altında devam eder, evlerde devam eder. Önemli olan dershaneleri kapatmak değil, ihtiyacı ortadan kaldırmaktır. Ben söyleyeyim; bu kavgada AKP gider, Cemaat kalır. Camia İslami, insani müştereklerde bir araya gelmiş, AK Parti menfaat odaklı. Menfaat bittiğinde ortaklık biter, parçalanır.
-Erbakan’la ilgili ‘dava arkadaşlarını satmadı?’ dediniz?
Bu vefa ve davaya inanmışlığın bir gereğidir. Ölçüyor, biçiyor ne olursa olsun yola koyuldukları ile yolda bulduklarını değiştirmiyor. Yani menfaati değil, davayı ön planda tutuyordu. Hiçbir zaman maddi tercihleri öne almamıştır.
-Erbakan, Gülen hakkında ne düşünüyordu?
Hiçbir Müslüman hakkında, hiçbir cemaat hakkında en ufak kırıcı bir söz söylemedi. Erbakan hocamızdan Fethullah hocamızla ilgili incitici bir söz duymadım. İki olaya şahidim. Gazeteciler kasıtlı olarak; ‘Fethullah Gülen Ecevit’le, Demirel’le, Evren’le görüşmüş, siz görüştünüz mü?’ diye sordu. Allah rahmet eylesin, şunu söyledi: ‘Biz hoca ile günde beş defa görüşüyoruz.’ Yine basın mensupları, ‘Hocaefendi başörtüsü için teferruattır’ demiş, dediklerinde; ‘Hocaefendi öyle söylememiştir, siz yanlış anlamışsınızdır, o füruat demiştir’ dedi.
-Siz Başbakan’ı izlerken, Camia’yı ve Hocaefendi’yi hedef alan hareketleri duyduğunuzda ne hissediyorsunuz?
Ben üzülüyorum, gerçekten üzülüyorum. Çünkü aile reisinin görevi aileyi germek değil, aileyi birbirine düşürmek değil. Ailede bir huzursuzluk varsa onu gidermek, o huzursuzluğu yatıştırmaktır. Türkiye geniş bir ailedir. Bu ailenin reisi şu an için Başbakan’dır. Başbakan’ın yapıcı bir üslup kullanması, ortamı germemesi lazım. Tipik örneğini Erbakan’da gördük. RP kapatıldı. Karar 16 Ocak 1988 tarihinde açıklanınca Hoca, TV’nin karşısına geçti, Millî Görüş camiasına mesaj verdi: ‘Anayasa Mahkemesi’nin kararı tarihin akışı içinde son derece önemsizdir, hiçbir önemi yoktur’ anlamında konuştu. Ülke barışa, sükûna her zamankinden çok muhtaçtır, diyerek milyonları yatıştırdı. Aksine bir demeç vermiş olsaydı, ‘millî irade ile işbaşına gelmiş hükümeti birkaç hâkimin kararı ile ortadan kaldırmak mümkün değil, olmaz böyle şey’ deseydi, Türkiye Mısır gibi olurdu. Binlerce insan sokağa dökülürdü. Aynı üslubu eğer Millî Görüş tedrisatından geçmiş olsa Başbakan da kullanabilirdi. Bakın bugün Türkiye, bölünme noktasına doğru gidiyor. Toprak ayağımızdan kayıyor. Birileri özerklikten bahsediyor. Paralel devlet oluşuyor. Bunu önleyecek güç İslami düşüncedir. Allah rızası için hareket eden insanlar birlikte hareket etmelidir. Ülke mevcut iktidara bırakılamayacak kadar önemlidir.
-Sizce ülkenin gerçek gündemi ne? Paralel devlet bazı sorunları örtüyor mu?
I. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan bir süreç devam ediyor. Amaç, Osmanlı’yı yıkıp İsrail devletini kurmaktı. Dış güçlerin temel amacı bu idi. Süreç devam ediyor. Büyük İsrail devleti kurulmak isteniyor. Büyük Ortadoğu Projesi bunun için hazırlandı. Yazık ki Başbakan’ımız da ‘Ben genişletilmiş Ortadoğu projesinin eş başkanıyım’ diyor. Orada amaç ne? Büyük İsrail devletinin kurulmasını sağlamaktır. Onların akidesine göre İsrail devletinin sınırları Nil’den Fırat’a kadarki bölgeyi kapsar. Türkiye’nin topraklarını kapsıyor. Güneydoğu ve Suriye’deki gelişmeler bu projenin adım adım hayata geçirildiğini gösteriyor.
-30 Mart’ta Saadet Partisi’nin hedefi nedir?
Biz bütün il ve ilçelerde seçime gireceğiz. Türkiye’nin her noktasında aday gösterdik. Davamızın hak olduğuna inanıyoruz, iddialıyız. O’nun yolunda yürüdüğümüz için 4 defa partimiz kapatıldı. Bizim yolsuzluğumuz, çalmamız çırpmamız yok, tahrip yok, milleti düşürme yok. Ne yapmışız? Milletin inancı olan bir sistemi hayata geçirmek istemişiz. Şanlıurfa, Gaziantep, Konya, Malatya iddialı gözüküyor. Elazığ, Bingöl, Yozgat, Kırıkkale, Rize canla başla çalışıyor. Isparta, Kütahya… Seçime girdiğimiz bütün noktalarda teşkilatlarımız Allah rızası için hedefe kilitlenmiş durumda.1