24 Eylül 2011 Cumartesi

İNÖNÜ "BU ADAMLARI ASACAKLAR"DEMİŞ

Kitapta 27 Mayıs darbesi sırasında Ege’de görev yapan Albay Ertuğrul Alatlı’nın görüşlerine de yer veriliyor. Kaynak Yayınları tarafından yayımlanan İdris Gürsoy’un Darbenin Şahitleri adlı kitabı raflardaki yerini aldı. Kitapta, 1960 öncesi Kayseri olaylarıyla ilgili olarak Yeşilhisar savcısının yorumları, 27 Mayıs darbesinde Ege’de görev yapan Albay Ertuğrul Alatlı’nın notları, gazeteci Orhan Birgit’in ‘Öğrenci olaylarını ben organize ettim. Kıyma makinesi haberleri dezenformasyondu’ itirafları yer alıyor. 12Haziran 1960’ta Menderes ve arkadaşlarına idam yolunu açan 1NoluGeçici Anayasa’yı imzalamayı reddettiği için emekliye ayrılan Ertuğrul Alatlı’nın kitapta yer alan notları ise döneme ilişkin çarpıcı bilgiler içeriyor.

‘BU ADAMLARI ASACAKLAR’
Alatlı şunları söylüyor: “Geçici Anayasa 8Haziran 1960’ta kabul ediliyor MBK’da. 1 Numaralı Geçici Kanun ise 12 Haziran’da kabul edilip 14 Haziran’da Resmî Gazete’de yayımlanırken, İsmet Paşa, 6 Haziran’da ABD’deki oğluna yazdığı mektupta, MBK için, ‘Bunlar, bu adamları asacak’ diyor! ’Nereden biliyorsun diye sormazlarmı adama? Geçici Anayasa metni bile daha ortaya çıkmamış; ortaya çıktığında ise böyle bir niyet olmadığı çok açık. Ben işin bu istikamete gideceğini tahmin ettiğim için, ‘Eğer bir gün şapkamı asıp gelirsem şaşma!’ demiştim karıma. Nitekim öyle oldu. Metni imzalamadım. Başka nedenle de olsa, benden önce ayrılan bir kişi daha var: Agasi Şen.”

HEPSİ CHP’NİN ADAMI
1 Numaralı Geçici Kanun’la Özel Mahkeme’nin kurulduğuna dikkat çeken Alatlı şöyle devam ediyor: “Geçici Anayasa’daki siyasi gidiş ifadesi, 1 Numaralı Geçici Kanun’da eski iktidara karşı oluvermiş. Aslında ‘Geçici Anayasa’ lafından bile ödleri patlıyor, ‘Geçici Kanun’ diyorlar; hepsi CHP’nin adamı! Geçici Anayasa’nın 6. Maddesi, ‘MBK bağımsız özel mahkemeler teşkil edebilir’ diyor ki, bu maddeMBKiçinde uzun tartışmalara yol açmıştı, ‘ne demek özel mahkemeler, normal mahkemeler dururken’ diye; fakat caydırıcı olması için kalmasına karar verildi. İlginçtir, bu hâliyle bile profesörlerin hazırladığı 1NumaralıGeçici Kanun’un 6. Maddesi’nden çok daha masumdu.”
"İdamı önceden düşünmüşler"
Albay Ertuğrul Alatlı, kurulan özle mahkemenin yanlılığına da vurgu yapıyor. Özel mahkemenin kimlerle neler yapabileceğinin belli olduğunu belirten Alatlı, “Kim teklif edecekmiş Yüksek Adalet Divanı üyelerini? Bakanlar Kurulu kim? Cemal Gürsel’in tayin ettiği kişiler. Onlar kim? Çoğu CHP’li. MBK’nın işi ne? Sorumluluğu almak. Yüksek Soruşturma Kurulu kimleri soruşturacak? Belli. Mahkeme Başkanı ve savcıyı da bunlar teklif ediyor, MBK kafa sallıyor. Yüksek Adalet Divanı’nın kararları kesindir, ancak... Sen idamı düşünmüş, koymuşsun bile!” şeklinde konuşuyor. İdris Gürsoy’un kaleme aldığı kitapta, Ertuğrul Alatlı’nın yanı sıra birçok önemli ismin yaşananları aydınlatacak cesur röportajları da bulunuyor. Turgut Özal’ın en yakınındaki isim Vehbi Dinçerler, Tansu Çiller’in danışmanı Hüseyin Kocabıyık, Bülent Ecevit’in koruma müdürü Recai Birgün, Recep Tayyip Erdoğan’ın baş danışmanı Yalçın Akdoğan Ankara’da verilen iktidar mücadelesinin perde arkasını etraflıca anlatıyorlar.

‘DP’yi asker değil CHP kapattı’

İdris Gürsoy’un Darbenin Şahitleri kitabında Albay Ertuğrul Alatlı Demokrat Parti’nin askeri yönetim tarafından kapatılmadığını iddia ediyor. Alatlı bu iddiasını şöyle açıklıyor: “DP, Cumhuriyet Halk Partisi- ’nin oyuyla ve mahkeme kararıyla kapatılmıştır. Yapılan şu: DP’nin Anafartalar Bucağı’na kayıtlı bir DP’li buluyorlar. Bu adam, partinin Cemiyetler Kanunu uyarınca kongresini zamanında yapmadığı için kapatılmasını talep ediyor. Bir avukat buluyorlar. Adam gidip Adnan Menderes’ten vekâletname alıyor ve Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne müracaat ediyorlar. Kongre yapılmamış gerçekten, ama o tarihe kadar şikâyet olmadığı için yargı müdahale etmemiş. Hâkim ne yapsın? Bunlar şikâyet edince, parti, mahkeme kararıyla ekim ayında kapatılıyor. Bu gerçekler unutturuluyor ve DP’yi ordu kapattı oluyor.” BUGÜN GAZETESİ, 22 EYLÜL 2011

http://www.bugun.com.tr/haber-detay/169924-idamlarla-ilgili-muthis-iddia-haberi.aspx



20 Eylül 2011 Salı

DARBENİN ŞAHİTLERİ HÜSEYİN ÖZTÜRK, VAKİT GAZETESİ

Darbenin Şahitleri


Bu haftaki kitabımız; İdris Gürsoy’un yazdığı; “Darbenin Şahitleri” adını taşıyor. Kaynak Yayınları’ndan çıkan eserin kapağında; 1997, 1980, 1971 ve 1960 tarihleri var.

Eseri tanıtmaya Emekli Yarbay Şenol Özbek’in sözleriyle başlayalım:

“Darbeci, komiteci geleneğin kökünün kazınması sorunu çözmez. 27 Mayıs’ta inşa edilen ‘Ordu devlet’in sivil dinamikler üzerine inşa edilmesi gerekir.”

*

Tarihe ışık tutacak ve toplumu aydınlatacak bu tip eserler, özellikle okullarda ders kitapları olarak okutulmalı.

Mesela Gümrük Birliği’ne girmemiz bir darbe sebebiymiş. Çiller’in başdanışmanı Hüseyin Kocabıyık anlatıyor:

“Çiller’e Türkiye’yi Gümrük Birliği’ne sokma” dediler. Bunu diyen “büyük sermayenin” üç temel nedeni vardı.

Birincisi; dış dünya ile rekabet edemeyeceklerini düşünüyorlardı. Rekabet ortamının, 70 yılda kurdukları bütün sistemi yıkacağını düşünüyorlardı.

İkincisi; Anadolu sermayesi diye bir varlık gelişiyordu ve bu sermaye, merkezdeki pastadan pay almaya başlamıştı. Büyük sermaye bundan da çok rahatsız oldu.

Üçüncü neden ise artık hazineden eskiden olduğu gibi; “teşvik, kredi, sübvansiyon” adı altında “ballı destekler” alamayacaklarını gördüler.

*

Eserde Erbakan Hoca ile yapılan röportaj da var. Hoca diyor ki;

“Cuntanın başı Çevik Bir’di. toplantının en aktif asker üyesi ise Güven Erkaya’ydı. Aczimendilerin de olduğu görüntülerle irtica tehlikesini anlattılar. Kur’an kursları, imam hatipler, bazı vakıf, dernek ve cemaatlerin üzerine gidilmesini istediler.

Tansu Çiller, Meral Akşener sustu. Demirel, askerler birlikte hareket ediyordu. Orada yalnızdım.

Amerika 18 maddelik bir rapor hazırladı, 28 Şubat’ta askerler bu maddeleri kendi raporları gibi getirdiler. MGK toplantısında 5 saat sözü biri bıraktı, biri aldı, en aktifi Güven Erkaya idi. Aczimendileri gösteriyorlar. ‘Görüyorsunuz’ diyorlar. ‘Ne görüyorsunuz? Hepsi sizin oyununuz.”

Erbakan hoca, “Aczimendilerin 28 Şubatçıların organizesi olduğunu” söyleyince İdris Gürsoy Erbakan Hoca’ya soruyor:

“Bunu onlara söylediniz mi?” Hoca da; “Söyleyemedim. Her şey söylenmiyor” diyor.

Hocaya diğer soru şu: “Peki neden istifa ettiniz?”

“İkinci bir taktik geliştirdiler, koalisyon ortağı partilerden 50 milletvekilini ikna odalarına çağırıp Yassıada’daki odalarını gösterdiler.

Çiller bana geldi; ‘müsaade et, seçim kararı alalım, üç ay içinde seçime gidelim. Bu esnada ben başbakan olayım’ dedi.

Ben; ‘Demirel seni başbakan yapmaz’ dedim. ‘Ben konuştum, yapacak efendim’ diye cevap verdi.

‘Sen bir sefer görüştün, ben bin defa görüştüm’ dedim. Nitekim Demirel bir gecede hükümeti kurma görevini Mesut Yılmaz’a verdi.”

*

Eserde Ecevit dönemi, Mehmet Haberal ve hastanesi başta olmak üzere çok ilginç olaylar anlatılıyor.

Ecevit’le ilgili Recai Birgün konuşmuş. Rahşan Hanım hastane gerçeklerini kamuoyundan gizlemiş. Sırf AK Parti iktidarının işine yarar diye.

Eser hakkında bilgi için Kaynak Yayınları 0216 522 11 44
(19 EYLÜL 2011, VAKİT GAZETESİ)



19 Eylül 2011 Pazartesi

DARBENİN ŞAHİTLERİ/ BASINDA YANKILARI

İDAMLAR VE İSMET PAŞA
STAR GAZETESİ, TAHA KIVANÇ, 19 EYLÜL 2001

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “İsmet Paşa idamların durdurulması için mektup yazmıştı” demiş... Bunu daha önce de söylemişti Kemal Bey; bu defa Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın idamlarının 50. yıldönümü vesilesiyle tekrarlamış...


Doğru; öyle bir mektup var. İdamlardan üç gün önce yazmış İsmet Paşa o mektubu. Milli Birlik Komitesi’nden (MBK) Yassıada Mahkemesi’nin idam kararlarından üçüne onay çıkınca, İsmet İnönü, “Medeni dünyada siyasilere idam cezası kalmadı; millet infazları aşırı bulur, müteessir olur; ordunun adı karıştığı için, halkta, orduya karşı deva bulmaz bir kırgınlık yaratır” diye özetlenebilecek bir mektup yazmıştı.
İsmet Paşa halkı tanıyormuş gerçekten... Kırgınlık hâlâ geçmedi baksanıza...
Bedii Faik, anılarında (4. cilt, s. 29), Yassıada’yı halka şirin göstermek için Ordu Film Merkezi’ne çektirilen propaganda filminden de söz eder. Gen. Kenan Esengin gibiler, “Şu DP’liye tokat attım, bunu tekmeledim” diye övünürlermiş; senaryoda ise sanıklara ne kadar müşfik davranıldığı anlatılmaktaymış...

Çekmişler filmi, sinemalarda gösterime sokmuşlar da... Ancak ‘propaganda’ amaçlı filmin tersine bir propaganda doğurduğunu fark etmiş askerler... İzleyiciler, büyük bir cesaretle, özellikle Menderes görününce, alkışlıyormuş çünkü...

Taha Akyol’un Aydın Menderes’le gerçekleştirdiği söyleşi şu yakınlarda ki
kİtaplaştı (Doğan Kitap). Aydın Bey, idamlardan bir gün önce annesiyle İsmet İnönü’nün evine gidişlerini de anlatıyor orada. İsmet Paşa’nın gözpınarlarında yaş görmüş. Askerler için, “Bunlar zıvanadan çıkmışlar, ne yaptıklarını bilmiyorlar” gibi sözler sarf etmiş o gün CHP lideri...
Fetvalarıyla askerlere yön veren hukuk profesörlerinin “Yargılamazsanız, darbenizin meşruiyeti gider” görüşüyle başlatılan Yassıada Mahkemesi, ‘bebek davası’, ‘tazı davası’ gibi komikliklere sahne olduktan sonra, ‘anayasayı ihlâl davası’ kapsamında idam cezaları vermişti. Ordu içindeki cuntalar, yüreği yufka birkaç MBK üyesi üzerinde, “İdam etmezseniz, yapılanlar boşa gider” baskısı uygulayarak infazları yaptırdılar.
İsmet Paşa’ya rağmen mi?
Anlatımının bir yerinde (s. 55), Aydın Menderes, biraz önce gözpınarlarında yaş gördüğünü söylediği İsmet İnönü için halkın şu tespitini pay
laşıyor: “İsmet Paşa istese, 27 Mayıs da önlenebilirdi, idamları da önleyebilirdi diye düşünen Türkiye’de o gün de bugün de birçok insan olmuştur.”

MBK’ya prensip ayrılığı sebebiyle girmeyen, ancak hayatı boyunca 27 Mayıs kadrosundan biri muamelesi gören (Albay) Ertuğrul Alatlı da aynı kanaatteydi; bunu bir zamanlar kendisiyle yaptığım söyleşilerde sözünü hiç sakınmadan anlattı da. Vaktiyle bana anlattıklarını, çok kapsamlı bir söyleşide, İdris Gürsoy’a da tekrarlamış...
Gürsoy’un yeni çıkan ‘Darbenin Şahitleri’ adlı (Kaynak Yayınları) kitabında (s. 75 vd) yer alıyor bu tanıklık:
“1950 seçiminde Meclis’teki tablo tersine dönmüş, ekseriyet DP’ye geçmişti. CHP bu gelişmeyi hiçbir zaman içine sindirememiş, bitmez tükenmez siyasi çekişmelerin temeli böyle atılmıştı. İnönü, 1954’te de çok ümitlenmiş, ama yine yanılmıştı. 1957 seçimlerinde kazanacağından şüpheye düştüğü için, bu kez ordu içindeki bazı cuntalara kanca atmıştır. Nitekim ‘9 Subay’ olayının Halk Partisi ve İsmet Paşa ile yakın ilgisi vardır. İsmet Paşa haberdardır.”
Ordudan istifalar olur 27 Mayıs’ın hemen öncesinde. Ertuğrul Alatlı, “İstifa mektuplarını CHP’liler yazdı” diyor ve isimler de veriyor. Bir iddiası daha var: “Kızılay’daki meşhur öğrenci eylemi CHP organizasyonuydu...” İhtilâlden sonra DP’yi askerlerin değil, kumpas kuran bazı CHP’lilerin kapattığını anlatıyor...

Alatlı “İsmet Paşa idam edileceklerini biliyordu” kanaatinde. İnfazlardan aylar önce (6 Haziran’da) oğluna yazdığı mektupta, MGK üyelerini kast ederek, “Bunlar bu adamları asacak” demiş... Bu yüzden “Nereden biliyordu?” diye soruyor Alatlı...
Kemal Kılıçdaroğlu bu sorunun cevabını biliyor mudur?



14 Eylül 2011 Çarşamba

DARBE ŞAHİTLERİ, SESLİ VE GÖRÜNTÜLÜ TANITIMI

http://www.kaynakyayinlari.com.tr/urun.php?ID=3888

17 Şubat 1960 tarihinde Kayseri Yeşilhisar'da CHP ilçe başkanı Mustafa Ünal'ın: "İsmet Paşa'nın dediği gün geldi, sizin hesabınızı göreceğiz." diyerek gece saat 11.30 gibi tabancasını alıp kulübe dönmesi ve münakaşa ettiği kişilere dört-beş el ateş etmesi, 27 Mayıs sürecini nasıl hızlandırdı, askerler bu olay için yıllar sonra ne dedi?




27 Mayıs'tan iki ay önce: "İki ay sonra içişleri bakanı olacağım, sizi emeklilik maaşından mahrum ederim!" diyerek kaymakam başta olmak üzere hâkim ve savcıları tehdit eden CHP milletvekili bakan oldu mu?



1980 darbesinde Diyarbakır Cezaevi?nde ne yapıldıysa, aynısı Ankara Mamak?ta da yapıldı. Askı, falaka, çelik dolaba koyma, elektrik verme, hepsi vardı. İşkencede öldürülenler oldu, bunlar hakkında bir satır dahi yazılmadı. Medya Mamak'ı neden görmedi.



28 Şubat'a giden yolda medya ve siyasilerin ilişkisi nasıldı? Çiller'in odasına girip ayağını sehpanın üzerine koyarak: "Nasılsın Tansu? İyi misin?" diyen genel yayın yönetmeni kim?



1960'tan günümüze şahitlerin dilinden darbeler...





12 Eylül 2011 Pazartesi

İŞTE DERİN DEVLETLE TANIŞANLAR

2007'de başlayan Ergenekon davası ve 2002 Balyoz darbe planlarının ortaya çıkmasının ardından yaşanan süreç Türkiye'de yeni bir dönemin başladığının göstergesi.
Dava her ne kadar bugüne ait gibi görünse de kökleri geçmişe ait. Süreci sulandırmaya çalışanlar, Türkiye'nin siyasi bir hesaplaşmanın içine sürüklendiği söylentilerini ortaya atanlar olsa da Türkiye, Demokrasi geleneğini kökleştirme ve Hukuk Devleti olma yolunda önemli bir değişim ve dönüşüm yaşıyor.


Bu değişimi sağlıklı bir zemine oturtabilmek ancak geçmişin doğru irdelenmesi ile mümkün. Eskiye ait hataların Türk Ordusu'na mal edilmesinin yanlışlığı kadar, Türk Ordusu'nun içerisindeki yasa dışı yapılanmayı örtbas etmeye çalışmak da o derece yanlış. Geçmişteki hataların ağına yeniden düşmemek için toplumsal hafıza tazelenmeli, önceki dönemlerde neler yaşandığı iyi incelenmeli.

Kaynak Yayınları tarafından yayınlanan Gazeteci – Yazar İdris Gürsoy tarafından kaleme alınan Darbenin Şahitleri isimli kitap, Türkiye'nin bugün vardığı noktaya katkıda bulunan önemli bir eser. Darbelerin hafızalardaki izini sürüp, canlı şahitlerin hatıralarından hareketle okuruna geçmişte yaşananları değerlendirme ve yorumlama imkanı sunan röportajlardan oluşan eser oldukça çarpıcı bilgiler ihtiva ediyor.

Darbenin Şahitleri, bu paralelde bir çok ilke de imza atıyor. 1960 öncesi Kayseri olaylarının Yeşilhisar savcısının dönemin olayları ile ilgili yorumlarını, 27 Mayıs'ın Ege kısmını organize eden Albay Ertuğrul Alatlı'nın notlarını, Gazeteci Orhan Birgit'in ‘Öğrenci olaylarını ben organize ettim. Kıyma makinesi haberleri dezenformasyondu' itirafını ilk siz okuyacaksınız.

Darbe Şahitleri'nde bir çok önemli ismin yaşananları aydınlatacak cesur röportajları var. Turgut Özal'ın en yakınındaki isim Vehbi Dinçerler, Tansu Çiller'in danışmanı Hüseyin Kocabıyık, Bülent Ecevit'in koruma müdürü Recai Birgün, Recep Tayyip Erdoğan'ın baş danışmanı Yalçın Akdoğan Ankara'da verilen iktidar mücadelesinin perde arkasını etraflıca anlatıyorlar.

Derin devletin Türkiye'ye hakim olduğu günleri yaşayan bu isimlerden kimi kullanıldı, kimi ateşe atıldı, kimi hedef yapıldı, kimi de bugüne kadar sessiz kaldı. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 93 suikastler süreci,28 Şubatve 27 Nisan muhtırasının suskun şahitleri, çarpıcı bilgi ve hatıraları ile ilk kez Darbenin Şahitleri'nde bir araya geldi.

26 Mayıs sabahı ihtilal ortamı var mıydı? İsmet İnönü27 Mayısihtilâlini ve Menderes'in asılacağını önceden biliyor muydu? Yassı ada öncesi bir gecede nasıl anayasa hazırlandı?CHPyer altı faaliyetleri yürüttü mü? 93 yılında Tansu Çiller ve Fethullah Gülen Hocaefendi'ye suikast girişimleri oldu mu? Süleyman Demirel'in 28 Şubat'taki tavrı neyin göstergesi? Erbakan'ın başbakanlığı dönemindeki Milli Güvenlik Kurulu'nda neler yaşandı? Demokratik adımlarla terör eylemleri arasında nasıl bir bağlantı var? 27 Nisan'dan sonra erken seçime gidilmese darbe gelebilir miydi? Ergenekon Operasyonu'nun sonuçlanması darbeleri bitirebilir mi? sorularına cevap veren Darbenin Şahitleri, Türkiye'nin 50 yılına damgasını vuran derin bir yapının bugüne yansıyan izlerini ortaya çıkarıyor.  kaynak: samanyolu haber

Yayınevi : Kaynak
Eser Adı : Darbenin Şahitleri
Yazarı : İdris GÜRSOY
Türü : Popüler Tarih
Ebat : 13,5 x 21 cm



9 Eylül 2011 Cuma

DARBENİN ŞAHİTLERİ, KİTAPÇILARDA

27 Mayıs'a nasıl gelindi? Darbenin işaret fişeği sayılan Kayseri Yeşilhisar olaylarının iç yüzü neydi? Gazeteci Orhan Birgit'in kan donduran itirafları; Öğrencileri ben organize ettim. Kıyma makinası haberleri tam bir dezenformasyondu. 28 Şubat'ta neler yaşandı? Necmettin Erbakan, MGK ünlü bildirinin çıktığı MGK toplantısında askerlere ne diyemedi? Nevzat Ercan: Kur'an kursu yemini yalandı! 28 Şubat sahte raporlarla kotarıldı. Batı Çalışma Grubunu deşifre eden Emniyetçi Bülent Orakoğlu: 28 Şubat bir cunta hareketiydi. 27 Nisan e muhtırasının perde arkasında ne var? Muhtıraya kim kaleme aldı? Hasan Celal Güzel: Seçime gidilmese darbe olurdu! 2002'den sonra hayata geçirilmek istenen darbeler nasıl önlendi? Emekli yarbay Şenol Özbek; Hilmi Özkök Paşa, demokrasi diyerek sapma gösterdi. 2008'de açılan AK Parti'yi kapatma davası hukuki miydi? Anayasa Mahkemesi eski üyesi Prof. Sacit Adalı, kritik kararın perde arkasını aralıyor. 1993'te şüpheli bir şekilde hayatını kaybeden cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın en yakınındaki bakan Vehbi Dinçerler; Kavgayı silah alımlarına müdahale başlattı. Gazete manşetleri ile linç edilen Tansu Çiller'in başdanışmanı Hüseyin Kocabıyık: Çiller'e İstanbul sermayesi Gümrük Birliği'ne girme, dedi. Israr edince düğmeye bastılar.2002'de iş göremez raporu verilerek Başbakanlığı elinden alınmak istenen Bülent Ecevit'in koruma müdürü Recai Birgün: Kılıç Paşa, Ecevit'ten DSP'yi istedi. 27 Mayıs darbesinden sonra idam edilen başbakan Adnan Menderes'in oğlu Aydın Menderes; Cindoruk, babamın avukatı değildi. Bazı sağcılar asıllarındaki tek parti zihniyetine döndü.

Eylül 2011, 238 sayfa, ISBN: 9786055510473



6 Eylül 2011 Salı

KOŞENER'İN İTİRAFLARI NE ANLAMA GELİYOR?

Eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in ‘skandal’ konuşmalarını Prof. Dr. Vedat Bilgin’le görüştüm. Bilgin’e göre, devletin militer ilkelerle yönetilmesini isteyenler hâlâ direnç gösteriyor. Ama bu aynı zamanda bir normalleşme sancısı.

http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-30323-kosanerin-sozleri-normallesme-sancisi.html

AKSİYON'DA YAYINLANAN RÖPORTAJIN TAM METNİ

Türkiye nasıl bir ülke? Normal bir vatandaşın söylemesi durumunda askerlikten soğutma gerekçesiyle hakkında dava açılacağı konuları daha düne kadar ordunun bir numarası olan Işık Koşener’den dinliyoruz. ‘Varan 1’ diye internete düşen ses kaydında silah arkadaşını vuran askerlerimizden, teröristleri görünce silahını bırakıp kaçan komutanlardan, döşenen mayınların yerlerinin bilinmediğinden, emir komuta zincirinin bozulduğundan bahsediyor. Peki, kendisi kara kuvvetleri komutanlığı ve genelkurmay başkanlığı gibi en üst görevlerde bulunmuş emekli Orgeneral Koşener, bu kötü gidişi önlemek için ne yapmış? Kurmaylarına ne öneriyor? ‘Varan- 2’ ses kaydı işte bu soruların cevabını veriyor. Karşımızda bütün bunların üzerini örtmeye çalışan, reformlara direnen, gerekirse ‘demokrasiyle kastederiz’, diyen bir komutan duruyor. Koşener, hataları, ihmalleri ve hatta ihanetleri sıralayıp kurmaylarını bundan böyle daha dikkatli olmaları noktasında uyarıyor.


Normal bir ülkede neresinden bakarsanız bakın skandal kabul edilecek sözler Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde ne anlam ifade ediyor? Nasıl değerlendirmek lazım? Prof. Dr. Vedat Bilgin, kalkınma ve modernleşme konularında çalışmaları ile tanınan bir akademisyen. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi.

Işık Koşener’in açıklamaları çerçevesinde Aksiyon’un sorularını cevapladı.

-Eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşener’in internete düşen ses kayıtlarını bazıları, ‘itiraf’, bazıları ‘özeleştiri’ olarak değerlendirdi. Siz nasıl bakıyorsunuz?

Birincisi; Genelkurmay Başkanı, Türkiye’nin özel, askerî meselelerini, sır bilgileri konuşuyor ve bunlar dinlenebiliyor. Bu büyük bir güvenlik zaafı. İkincisi, Türkiye’de genelkurmay başkanı bile dinlenebiliyor. Bu da hukuk skandalı. Hukuk devletinin bireylerin özel hayatlarını koruması lazım, bu korunmuyor. Ben itiraf da özeleştiri de demiyorum. Bir kere içeriğindeki mantığı felaket. Ne kastediliyor? ‘Sivil alandan şu tür talepler geliyor, bunlara dikkat edelim.’ Sanki sivil iktidar alanı rakip bir iktidar alanı gibi algılanıyor. Kurumsal yapı sahip olduğu iktidarı kaybediyor, bunun karşısındaki tavır olarak görüyorum. Türkiye’ye, dünyaya nasıl bakıyor? Bunların hiçbiri çağa uygun anlayışlar değildir. Bu bakımdan çok ciddi bir durumla karşı karşıyayız.
-Nasıl bir durum?
Ordunun kendisini siyaset kurumunun alternatifi olarak görmesi, hatta rakibi olarak görmesi, mücadele ettiği bir kuruluş şeklinde tanımlaması, militarizmin devletin içindeki kurumsal ilişkileri tahrip ettiğine işarettir. Militarist ideolojinin çeşitli kurumlara nasıl nüfuz ettiğini gösteriyor. 21. yüzyılın başında böyle bir anlayışın Türkiye’de nasıl var olduğunu ve direnmeye çalıştığını gösteriyor. Esas felaket tarafı budur. Öbür tarafta PKK’ya karşı şunu yapsaydık bunu yapsaydık, bunların hiçbir önemi yoktur. Esas ‘biz bir iktidar blokuyuz, karşımızda da bir iktidar bloku var’ diyor. Ben bunu felaket olarak görüyorum.

-Bu anlayış orduya nasıl yerleşmiş? Böyle bir gelenek var mı?

Türkiye’nin geleneğinde, ordu devlet ilişkisinde bunlar yoktur. Bunların olduğu dönemler bunalımlı dönemlerdir. Bu anlayışın ortaya çıkmasında 27 Mayıs’ın çok büyük rolü olduğunu düşünüyorum. 27 Mayıs ordu merkezli bir devlet, devlet merkezli bir toplum anlayışını oluşturmuştur Türkiye’de.

-Koşener’in bu görüşleri ordunun hâlâ sivil iktidarlara tavır içinde olduğunu ortaya koymuyor mu?

Bu, Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin hâlâ ne kadar önemli olduğunu, derinleşmesi gerektiğini gösteren bir tablodur. Bir itiraftan ziyade onlar bunu normal görüyor.
Bu anlayışı korumak için ortaya konulan direnç ve mücadele bizim doğrudan doğruya temel hak ve özgürlüklerimize –çünkü siyaset yurttaşların hukukunun içerisinde olan bir şeydir– saldırıdır, karşı tavırdır. Bu zihin dünyasını, devletin işleyiş biçimi olarak normal görüyorlar. Bu büyük bir problem.

-Neden problem?

Yurttaşların hukukunu tanımamak demektir bu. Siyasal özgürlükleri tanımamak, devleti bir bürokratik zümrenin aracı hâline getirmek, Meclis’in hukukuna el koymaya kalkmak demektir. Askerî darbeler bu zihniyetin ürünüdür. Onun için Türkiye’nin bu hukuksuzluğa karşı bir an önce demokratik örgütlenmeyi devlet içerisinde değiştirmesi lazım. Yani 35. madde derhal kaldırılmalı Genelkurmay, Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmalı. Güvenlik meseleleri dâhil her şey sivil iktidar alanının içerisinde kararlaştırılmalı. Sadece güvenlik güçlerine görev verilmeli. Böyle bir devlet hiyerarşisinin yeniden biçimlenmesi lazım.

-Ama Koşener, ‘35. madde kalksa da biz yapacağımızı yaparız, kimse bize görevimizi söylemesin’ diyor?

35. maddeye ilişkin sözler, bu zihniyet dünyası ile ilgili bir şey. 35. maddeye dayanıyor görünüyor ama değil. ‘Bizim böyle bir görevimiz var’ diyor. Sizin böyle bir göreviniz yok. Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma kollama TBMM’nin görevidir. O görevin nasıl kullanacağına da kendisi karar verir. Milletin hukukuna devletin kurumlarından hiçbiri el koyamaz, uzatamaz, müdahale edemez.

-Sivil irade ne yapacak o zaman?

Sivil irade bu konuda hiçbir tereddüt yaşamamalıdır. Bu ideolojinin yerine bunu tasfiye edecek bir yaklaşımı ortaya koymalı. Devletin işleyişinde kurumların statülerinin siyaset kurumunun altında bir yerde olduğunu hukuken düzenlemek lazım. Yeni anayasa içinde devletin kurumlar arası ilişkide siyaset kurumunun, onun içinde de sivil iktidarın belirleyiciliğinin açık şekilde görülmesi lazım. Yeni, sivil bir anayasa ile 27 Mayıs’ın kurduğu devlet düzeni kesinlikle bitecektir. Türkiye’nin geçirdiği birçok aşama 27 Mayıs’ı tasfiye edecek güce ulaşmıştır. 27 Mayıs, militarist anlayış arkaik konumda kalmıştır. Hızlı bir şekilde modernleşen, kentli, orta sınıflaşmanın yaygınlaştığı, üreten bir Türkiye’deyiz. Siyaset kurumlarının devlet kurumları karşısında zayıf olduğu bir Türkiye yok artık. Türkiye’nin toplumsal yapısı değişmiştir, uluslararası güç elde etmiştir, bunların olduğu Türkiye’de eski yapı, soğuk savaş, 27 Mayıs’ın belirlediği yapı, NATO karargâhından müdahaleler artık taşınamaz. Bunlar hep Türkiye’nin toplumsal gelişmesinin gerisinde kalmış, toplumsal anlayışlar ve siyasal yapılardır. Yeniden biçimlendirilmesi için tamamen toplumsal ve tarihsel şartlar olgunlaşmıştır. Meclis’in sivil iradesinin ön plana çıktığı yeni bir siyaset anlayışına geçişin tam zamanıdır.

-Koşener’in açıklamaları bu süreçte ne anlam ifade eder?

Bu geri yapıyı sürdürme arayışını ifade eder. 27 Mayıs’ın tortusunun, devletin militer ilkelere göre yönetilmesi fikrinin kalıntılarının direnci olarak görebiliriz. Yeni yapının zihin düzeyinde zaten yeni örneklerini görüyoruz. Ergenekon dokümanında bu zihniyetin daha vahimleri var.

-Koşener, bir yerde ‘direnç’ göstereceğini söylüyor. Ordunun mücadeleye devam etmesi sürecin risklerle dolu olduğunu göstermiyor mu?

Bu risk değil. Türkiye’nin geldiği noktada risk değil bir anlamda tedirginlik. Ben bunu değişim sancısı olarak görüyorum. O sancıyı onlar da çektiğini itiraf ediyorlar, ‘olacak’ diyorlar.

-Koşener’in açıklamaları askerin genel görüşünü yansıtıyor mu?

Türk ordusunun kurumsallaşmış kimliği ile bu tür değerlendirmeleri yapan insanların görüşlerini birbirinden ayırt etmek lazım. Türk ordusu Fatih Sultan Mehmet’in, M. Kemal Paşa’nın ordusudur. Onun için 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubatçı cuntacı askerlere ya da onların görüşlerini günümüzde şu veya bu bakımdan temsil edenlere bakarak Türk ordusunu değerlendirmemek lazım. Türk ordusu Meclis’e bağlı, kendisine düşen rolü oynayan bir yapıya kavuşturulmalı. Genelkurmay başkanı da Alpaslan’ın, Fatih’in, Atatürk’ün ordusunun geleneğini temsil ettiğinin bilinci ile hareket etmeli.

-Yeni komuta kademesinden beklentiler var. Ordu, demokratikleşmeye katkıda bulunabilir mi?

Ergenekon davası çok önemli. Türkiye hukukla, darbe teşebbüslerini yargılayıp, bunların üzerine gidiyor. Onlar yargılandığında o heveste olanlar da o yolların kapandığını fark edecek. Bundan sonraki aşamada Türk ordusunun kendi tarih bilinci ile hareket eden komutanları ile beraber bu sürece destek vereceğini düşünüyorum. Türk ordusu militarizmi savunan bir yapı değil. Orada bir yapı kurdular, 60’ta bir operasyon yaptılar. Şimdi Türkiye hukuk devleti ile bu yapıyı normalleştiriyor. Türkiye’nin temel süreçlerindeki gelişmeyi Türk ordusu destekleyecek. Tarihsel olarak ömrünü doldurmuş yapıları tasfiye edebilecek bir aklı ortaya koymasını bekliyorum ben ordudan.

-27 Mayıs devletinin sonu geldi diyebilir miyiz?

Ben tamamen öyle düşünüyorum. 27 Mayıs’ın devlet içinde kurduğu düzen tamamen tasfiye ediliyor. Yeni anayasa gibi aşılması gereken mesafeler var ama eski düzen süratle tasfiye ediliyor. Türkiye’nin bu sivil dinamikleri ile hukuk ölçüsünde bununla mücadele eden kurumlar kendi görevlerini fazlasıyla hassas bir şekilde üstlenmiş vaziyette.

-Terörle mücadelede neden başarısız olduğumuzun cevabı da var mı bu açıklamalarda?

Dolaylı olarak var. Gerekçelerin hiçbiri doğru değil. Esas başarısızlığımızın sebebi şudur: Süreç sivil iradenin denetiminde ve yönetiminde işletilmiyor. Terör sadece militer unsurlara bırakılacak bir hadise değildir. Türkiye bunu tecrübe etti. 90’ların başında hükümet bir yapılanmaya gitti, terörü sıfır noktasına kadar geriletti. Terör Bekaa Vadisi’nde çaresiz kaldı. Sivil irade ön plana çıktığında terörün nasıl yenileceğini gördük. Demek ki terörün yenilmesi de sivil hükümetin, Meclis’in kararındadır. Esas sorun şu komutanın şu ya da bu başarısı başarısızlığı değildir. Sivil iktidarın ortaya kendi hükmünü geçirecek irade koymamış olmasıdır. İktidar meseleye el koyduğu, yeni bir örgütlenme yaptığı zaman meseleyi çözer.

-Neden o dönemde terör bitirilemedi?

Türkiye’nin terörle mücadele ettiği o sürecin arkasından 28 Şubat süreci geldi. 28 Şubat deforme eden, bozan, yeniden terörü de güvenlik güçlerine terk eden bir anlayışla Türkiye’yi baş başa bırakmıştır. Ve bugün terörün geldiği noktada 28 Şubat’ın büyük vebali vardır.

-Güvenlik politikalarının öne çıkması demokratikleşmeyi nasıl etkiler?

Sivil iktidar, güvenlik politikalarını ön plana çıkarır ama sivil bir anlayışla. Yani toplumsal politikalarla bölgeyi kucaklar, terörle halk arasına geniş bir mesafe koyar, o zaman da terörü izole ederek bitirir. Terörü yenmeden hiçbir politikanın başarılı olma ihtimali yoktur ama sivil bir iktidar anlayışının hâkim olması lazım. Bugün o anlayış ön plana çıktı. Yaşadığımız onca tecrübeden sonra. Şimdi bunun ortadan kalkmasında sorumluluk hükümetindir. Terör çok ciddi sorun ama terörle mücadele önemli bir fırsat veriyor. Türkiye özel birlikler, uluslararası operasyon yapabilecek yeni bir yapı kurabilir. Böyle bir yapılanma ile terörün üzerine gidilsin, netice alınır. İktidar yeniden orduya kayacak değil, hayır burada başarılı olsun sivil iktidar kendi meşruiyetini, güvenlik konusunda da üretmiş olur. Bir taraftan demokratikleştiren, bir taraftan terörü yenen ve güvenlik meselesini en etkin şekilde çözen bir anlayış, sivil iradenin güçlenmesi ile ancak bunların mümkün olduğunu görmemiz lazım.

-Neden militer unsurlar başarısız olur?

Çok açık; sivil iktidarlar halka hesap vermek zorundadır. Onlar başarısız olursa hiçbir yere hesap vermiyor.

-Türkiye’de iktidar mücadelesi kimler arasında geçiyor? Bugünkü sancının sebebi nedir?

60’a kadar Türkiye’de bürokratik yapı iktidardadır. Tek parti döneminde adım adım milletle yapılan ittifak bozulmuş, tasfiye edilmiş, iktidar bürokrasinin eline geçmiştir. 60’ta başka bir kırılma olmuş, bürokrasi içerisinde iktidar militarizmin eline geçmiştir. Bugüne kadar militarizmin iktidarı sürmüştür. Bugün süreç tersine dönüyor. Toplumsal değişimler iktidarı ele geçiriyor, bürokrasinin ve militarizmin iktidar alanını tasfiye ediyor. Bürokratik düşüncenin içinde bulunan aydınlar bile hızla özür diliyorlar ya da yanlış yapmışız gibi itiraflarda bulunuyorlar, mazeretler arıyorlar, bunların içinde gazeteciler de var. Artık kaybettiklerinin, ayaklarının altından halının çekildiğinin farkındalar. Özal’dan başlayan ve bugüne kadar devam eden Türkiye’nin ekonomik ve toplumsal değişimi bunu başlatmıştır. İktidarların da rolü çok önemlidir. YAŞ kararlarında sivil iradenin ortaya koyduğu karar çok önemlidir ama asıl değişim arka planda toplumdaki değişimlerdir.

29.08.2011