18 Şubat 2014 Salı

BBP GENEL BAŞKANI MUSTAFA DESTİCİ İLE RÖPORTAJ

Yolsuzluğu ortaya çıkarmak suç mudur?

13 Ocak 2014 / İDRİS GÜRSOY
Büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarının ardından iktidar sürpriz şekilde ‘paralel devlet’ iddiasını ortaya attı. Kamuoyunda şaşkınlıkla karşılanan iddiayı BBP Genel Başkanı Mustafa Destici de inandırıcı bulmuyor.
Rahmetli genel başkanları Muhsin Yazıcıoğlu, 28 Şubat sürecinde, “Türkiye İran olmayacak; ancak Suriye olmasına da biz müsaade etmeyeceğiz!” sözü ile âdeta tek başına darbecilere meydan okumuştu. Türkiye 16 yıl sonra ikinci bir 28 Şubat süreci yaşıyor. Fethullah Gülen Hocaefendi ve camia bir linç kampanyası ile karşı karşıya. İktidara yakın medya, tıpkı olağanüstü dönemleri hatırlatır yöntemlerle bir kara propaganda yürütüyor. Daha önce mahkemelerden dönen yalanlanmış iddialar yeniden ısıtılıp gündeme getiriliyor. Bürokraside fişlemeler yapılıyor. Çeşitli bakanlıklarda tarihin en büyük tasfiyeleri söz konusu. Öte yandan mart ayında yerel seçimler var. Meydanlar kızışıyor.
Peki, bütün bu olup bitenler siyaseten ne anlama geliyor? Büyük Birlik Partisi, MHP geleneğinden geliyor; en çok operasyonlara maruz kalan partilerden biri. Muhsin Başkan, şüpheli bir helikopter kazasında hayatını kaybetti. Bayrağı devralan Mustafa Destici, BBP Genel Merkezi’nde sorularımızı cevapladı.
-Yargı ve emniyette bir cunta olduğu, camianın devlet içinde paralel yapı kurduğu iddiasına katılıyor musunuz?
Eğer yargı ve emniyet içinde paralel devlet yapılanmasından hizmet cemaati kastediliyorsa, o zaman bu devletin içinde onlarca paralel devlet vardır. Siyasi görüşe sahip her grubu paralel devlet olarak kabul edeceksek, her cemaate, mezhebe mensup insanları öyle göreceksek, Türkiye’de bütün partilerin devlet içinde kadroları var, dolayısıyla bunları paralel devlet olarak görmemiz lazım. O zaman, pek çok paralel devletten bahsedebiliriz. İnsan hangi etnik kökene, mezhebe, siyasi görüşe, cemaate mensup olursa olsun, bu insanların devlet yönetimi ve bürokraside yer alması kadar doğal bir şey olamaz! Önemli olan o insanlar devlet içinde hukuka uygun hareket ediyor mu, etmiyor mu? Mevcut hukukun dışındalar mı, içindeler mi? Buna bakmak gerekir. ‘Hükûmetin istediği doğrultuda hareket ediyorlar mı?’ değil, ‘Anayasa ve kanunlara uygun hareket ediyorlar mı?’ diye yorumlamamız ya da yargılamamız gerekir. Hukuk içinde kalmışsa kimseyi sorgulayamazsınız ‘Hangi görüşe sahip?’ diye.
-Devlete paralel bir yapı var mı?
Bakın terör örgütü, KCK diye bir yapılanmaya gitti. Adamlar diyor ki, ‘Devlet içinde devlet kuracağız, Kürdistan kuracağız.’ Bunu; eş başkanı, yürütme kurulu başkanı söylüyor. ‘Burası özgür Kürdistan olacak.’ diyor. Kendi yargı, eğitim, vergi ve güvenlik sistemini kuruyor. Sen bu cümleleri sarf edenler için bile paralel devlet demeyeceksin ama öbür tarafta ömrünü, hayatını, her şeyini vatanı, milleti için; inançları için, Türkçe için, dünya barışı için harcayanlara  bu suçlamaları reva göreceksin. Bu hakkaniyetli değil.
-‘İnlerine gireceğiz!’ diyor Başbakan.
Kimin inine giriyorsunuz? Eğer girecek bir in arıyorsanız PKK’nın inlerine gireceksiniz. 10 binden fazla ini olduğu söyleniyor. 30 yıldır askerin, polisin, imamın, öğretmenin kanına ellerini bulayan teröristlerin inlerine gireceksiniz. İnlerden kasıt evler, yurtlarsa bir kere bunların in olarak tanımlanması çok yanlış. İkincisi oraya girdiğinizde bulacağınız şey Kur’an-ı Kerim, Hadis kitapları, Risaleler, Kırık Mızrap, ders kitapları ve pırıl pırıl öğrenciler olur; başka bir şey bulamazsınız.
-Camia, iktidara itaat etmediği için mi hedefte?
Ortaya çıkan rüşvet ve yolsuzluk soruşturması, cemaatin bir operasyonu olarak gösteriliyor. Daha ağır suçlama nedir? Bunu dış güçlerle birlikte yapıyor iddiası… Bu büyük haksızlıktır. Siz, ‘dış güçlerin operasyonu’ diyor ve camiayı onun ‘içerideki uzantısı’ olarak tanımlıyorsanız, bunu ispatlayacaksınız. Bir taraftan ABD Büyükelçisi’nin, ülkemizdeki AB üyesi ülkelerin elçilerine yemek verdiğini, hükûmeti düşürmeye yönelik sözler sarf ettiğini söyleyeceksiniz, diğer taraftan ABD’ye dönüp böyle bir düşünceniz olmadığı yönünde teminat vereceksiniz. Öyle bir şey yoksa büyük bir iftira atıyorsunuz demektir, özellikle de hizmet cemaatine karşı. Yolsuzluğu, hırsızlığı ortaya çıkarmak suç mudur?
-Sizce suç mu?
Devletin savcısı, polisi kendisine verilen görevi yerine getirmiştir. Velev ki bunu dış operasyon kabul edelim, peki o zaman hırsızın hiç mi suçu yok? Belgeler, bilgiler ve zaaflarınızı yabancı bir dış güç ele geçirdiği zaman, demek ki sizin üzerinizden Türkiye Cumhuriyeti devletine her türlü operasyonu yapabiliyorlar. Siz bu kozları onların eline vermiş oluyorsunuz. Nihayetinde sizin kadronuz, yönetim tarzınız böyle bir sonuç doğurmuş. Siz, içinizde yanlış yapanları ayıklamak yerine ‘onları nasıl hukuktan kurtarırım?’ ya da ‘Bu yanlışların üzerini nasıl örterim?’ çabası içine girerseniz, örtemezsiniz. Bu, milletin hafızasına silinmeyecek şekilde kazınarak yerleşmiştir.
-İdris Naim Şahin ‘hükûmete etki eden bir oligarşik yapı’dan bahsediyor. Acaba böyle bir yapı mı Başbakan’ı yönlendiriyor?
Şahin, ‘Hükûmet etme niyetinden emin olmadığımız oligarşik yapı’ diyor. Ben de bir sene önce, ‘İktidar içinde Başbakan’ı PKK çizgisine getirmeye çalışan bir yapı var.’ demiştim. Bu grup başarılı oldu, masaya oturuldu ve neticede PKK’nın bütün talepleri kabul gördü. Bağımsızlık dışında bütün talepler yerine getirildi. Aynı yapının cemaati de hedef aldığı gözüküyor. İdris Naim Şahin, partinin kurucularından, partide ikinci adam pozisyonunda on yıl kalmış birisi; o da bunu söylüyorsa ciddiye almak lazım.
-Bazı cemaatlere hatta partilere karşı operasyonlar yapılıyor. Bölünenler oldu. ‘İktidar kendisine itaat etmeyen unsurları yok ediyor.’ diyebilir miyiz?
Her iktidar kendi iktidarını devam ettirme adına bu tür çabalar içinde bulunmuştur ama bu, demokratik rejimlerde izlenecek bir yol değildir. Tam tersine muhalefeti, sivil toplumu ve cemaatleri güçlendirmek, farklı seslerin çıkmasının önündeki engelleri kaldırmak, demokratik rejimlerde yönetimlerin öncelikli işleri arasında olmalıdır. Sivil toplum, tamamen hükûmetin dışındaki toplumsal örgütleri ifade eder.
-Bazı sivil toplum örgütlerinin iktidara destek açıklamalarını nasıl görmek lazım?
Odaları, sendikaları, sivil toplum örgütlerini hükûmet etrafında şekillendirme veya hükûmet şemsiyesi altına alma gibi bir gayret var. Kapalı kapılar arkasında farklı, meydanda farklı şeyler konuşuyorlar. İşçi, memur sendikaları bile işçilerin, memurların hakkını savunamıyor, hükûmetin âli menfaatleri neyi gerektiriyorsa onun peşinde koşuyor görüntüsü veriyorlar. Propagandist gibi çalışan sivil toplum örgütleri, liderleri var. Bir iktidar veya siyasi parti karşısındakini zayıflatmayı düşünebilir ama bunu fikirle, sandıkla, millete giderek yapar; elindeki imkânları ve devlet gücünü kullanarak bir baskı oluşturursa bu antidemokratik olur, bir yerde tıkanır, kabul görmez.
-Danıştay, HSYK gibi kurumların yapısının değiştirilmek istenmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Demokratik ülkelerde yargıda, idarede ve eğitimde sistem bir kere kurulur ve yüzyıllarca gider. Yolsuzluk iddiaları karşısında bir iktidarın aklına ‘Kanunları değiştirmeliyim ve bunlardan kurtulmalıyım. Yargıyı emrime veren bir sistem kurmalıyım.’ düşüncesi gelmez. Herkes yargıya teslim olur, hukuka güvenir. 3 yıl önce HSYK ve Anayasa Mahkemesi’nin yapısını bu iktidarın teklifi ve halkın yüzde 58’inin desteği oluşturdu. Şimdi ne oldu da HSYK’nın yapısını yeniden değiştirme gereği duyuyorsunuz? Daha önce Adalet Bakanı’nın elinden alınıp Kurul’a verilen yetkiler neden yeniden bakana devredilmek isteniyor? Bu yeni düzenleme gerçekleşirse yargının bağımsızlığına vurulmuş bir darbe olur. Geriye gidiş olur. Bu, Anayasa’ya aykırı olduğu gibi, 2010 referandumuna da ihanettir. Ne oldu da 2010’un karşısında olanlar şimdi hükûmetle kol kola. Özellikle bazı kurumlardaki yer değiştirmeler, görevden almalar bir kıyıma dönüşmüş vaziyette. Hükûmet, ‘Denize düşen, yılana sarılır’ misali hareket ediyor lakin bilmiyorlar ki öfkeyle hareket etmeye devam ederse bedelini hem demokrasimiz hem de milletimiz ağır bir şekilde ödeyecek.
-Başbakan, ‘Hükümete karşı bir darbe girişimi var’ diyor. Muhalefete bize destek verin çağrısı yapıyor?
Mısır’da darbe olduğunda da ifade ettik, dünyanın neresinde olursa olsun, meşru, hilesiz, entrikasız seçimlerle işbaşına gelmiş hangi iktidara darbe yapılırsa yapılsın, biz bunun karşısında oluruz. 28 Şubat’ta dik duruşumuzla bunu gösterdik. Ben, bugün gelişen olayları asla hükûmete karşı bir darbe girişimi olarak görmüyorum.
 -Hükümet neyle karşı karşıya?
Savcılar, hukuk adamları ve polis bir yolsuzluk operasyonu yapmıştır ve başka operasyonların önü kesilmiştir. Bu, bir darbe girişimi değildir. Darbe girişimi olabilmesi için Başbakan’ın dediği gibi dış güçler ve işbirlikçilerinin ortaya konması lazım; tabanı safta tutma adına geliştirilmiş bir söylem olarak görüyorum bunu.
-Yolsuzluk operasyonunu Başbakan, Gezi olaylarındaki gibi hükûmete karşı bir kalkışma ve darbe girişimi olarak değerlendirdi. 17 Aralık, Gezi’nin devamı mı?
Gezi ve 17 Aralık farklı. Gezi’nin içerisinde olanlar da dışarıda olanlar da, ‘Biz buradayız!’ dedi. ABD, AB ve diğerleri Gezi sürecinin yanında durdu. Başbakan Erdoğan’ın son süreci Gezi’nin devamı gibi sunması, tabanını yanında tutabilme çabasından başka bir şey değildir. Mağduru oynarken, birtakım yolsuzlukların üzerini de örtmeye çalışıyor görüntüsü vermektedir.
-Gezi’deki gibi bazı şehirlerde eylemler başladı. Hükümet istifaya davet ediliyor.
Bunların kendiliğinden oluşmadığını düşünüyorum. Kontrollü gerginlik projesi kapsamında yaptırılıyor. Çatışmadan beslenen bir siyaset var. Toplumu önce gerip sonra da çatıştırmak istiyorlar. İki kutuplu bir siyasetin taşlarını döşüyorlar. Bilinçlice yürütülen bir strateji var.
-Nasıl?
2002’den bu yana, AK Parti’nin toplumu hep kutuplaştırarak seçimlerden galip çıktığını görüyoruz. Mutlak düşmanlar oluşturuldu; gerginlikle taban diri tutuldu ve bu sandığa yansıtıldı. Bu süreçte yeniden gerginlik çıkarılarak bu strateji üzerinden oynanıyor.
-‘Hükûmet bilerek gerilimi artırıyor.’ diyorsunuz.
Bakın, şimdi ne konuşulması gerekir? Yolsuzlukların, rüşvetin, hırsızlığın, terörün, bütçenin ve yeni anayasasının konuşulması lazım. İşte bu süreçlerde üretilen stratejilerle bütün bunların üzeri örtülüyor. Bütçe geldi geçti; hiçbir değerlendirme duyuyor musunuz? Olumlu rakamlar söyleniyor, olumsuz hiçbir şey söylenmiyor. Kişi başına düşen millî gelirde biz Kıbrıs Rum Kesimi’nin 13 basamak gerisindeyiz. Yılbaşında zamlarla uyandık. Sosyal devlet iddiası yalan.

Destici, Gezi olaylarının kontrollü gerginlik projesi kapsamında çıkarıldığına  inanıyor.
-Olağanüstü dönemler öncesi hep sokak hareketlendirildi. Marta doğru bu kavga körüklenebilir mi?
Burada daha çok kamplaştırarak, ayrıştırarak, kutuplaştırarak bir süreç yürütülmeye çalışılıyor. Birtakım gruplar sokağa bilinçli olarak indiriliyor. Zaten sokağa inmeye hazır gruplar da var, bunların kontrollü bir şekilde sokağa inmesine izin veriliyor. Eylem, taşkınlık ve protesto yapmasına göz yumularak, bunlar üzerinden ‘bu iktidar giderse, karşılığında bunlar gelir.’ diye bir görüntü verilmek isteniyor. Mütedeyyin ve muhafazakâr oy tabanı korkutuluyor. ‘Bak! AK Parti giderse bunlar gelir!’ diyorlar. Kaos fotoğrafı verilerek ‘Nasıl yeni bir siyasi menfaat elde ederiz?’in hesabı yapılıyor.
-AK Parti, gençliği sokağa çekilebilir mi?
Şu anda buna teşebbüs ediliyor. Ancak etkili olabilirler mi, bilmiyorum. Bunlar sığ ve dar mitingler ama hükûmet gücü, iktidar gücü ve yerel yönetimlerdeki güç birleşince siyaset çok partizanlaştı.  Sosyal yardım kurumlarının yardımları ile devlet kurumlarına alınan taşeron işçiler bile iktidar partisinin il ve ilçe teşkilatlarından gelen listelere göre belirleniyor. Bu süreçlerdeki en tehlikeli noktalardan biri de aşırı partizanlaşmadır. Katı taassubiyetle, bağnazlık derecesinde parti tarafgirliğidir. Vatandaşlarımız tarafgir bir tutum içerisine girmeden, doğruya doğru demelidir. Milleti bölmeye ve kamplaştırmaya çalışanlara fırsat verilmemelidir.
-Mahalli seçimler siyaseti nasıl biçimlendirir?
Son gelişmeler önemli. Genel seçimler erkene alınabilir, 30 Mart yerel seçimleri ile birleştirilebilir. Hükûmetin bu süreçteki tavrı da bunu körüklemektedir. İktidar partisinden kopmalar artabilir, 17 Aralık’a benzer operasyonlar olabilir. Türkiye, sonuçta mecburi bir erken seçimle karşı karşıya kalabilir. 30 Mart’taki seçimlerle birleşir veya cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce mayıs sonu, haziran başı gibi bir genel seçim yapılabilir. Yerel seçim sonuçlarına bağlı olarak birtakım gelişmeler yaşanması ihtimali yüksek. AK Parti, 2009’da yüzde 38 oy aldı. Bütün avantajları ile girdiği bir seçimden bahsediyoruz. Şimdi problemli bir seçime giriyor, bazı argümanlar elinden alındı ve bazı ezberler bozuldu. Yüzde 38’in altındaki her neticede, İstanbul ve Ankara’nın kaybedilmesi hâlinde hükûmet erken seçimden kaçamaz.
-BBP, seçimlerde başarı çıtasını nereye koyuyor?
Bütün büyükşehirler, il ve ilçelerde kendi adaylarımızla seçime gireceğiz. En fazla adayla gireceğimiz seçim olacak. Pek çok alternatifi yok ettiler ama bizi yok edemediler. Bu seçimde hem oy oranını hem de belediye başkanlıklarını artırma açısından seçimin tek galibi olacağız. 2009 yerel seçiminde 20 belediye kazandık, tamamını iktidar partisinden devraldık. Onların  döneminden daha fazla hizmet yaptık. Milletimizi, vatandaşlarımızı ‘Alternatif yok’ propagandasıyla kandırıp ümitsizliğe sevk ediyorlar. Halkımız şunu bilsin ki, alternatif biziz. BBP, ülkemizdeki her problemi çözecek projelere ve kadroya sahiptir.
-Yazıcıoğlu soruşturmasından sonuç çıkacak mı?
Muhsin Başkanımızla ilgili soruşturma süreci devam ediyor. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nda yüksek bürokratlarla ilgili soruşturma bitirilmek üzere. Adı geçen vali, komutan ve üst düzey bürokratların ifadesi alındı. Malatya Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı’nda esas soruşturma devam ediyor. Başbakanlık Teftiş Kurulu da idari yönden olayı soruşturuyor. Muhsin Başkan hakkındaki yazısıyla ilgili Hayrettin Karaman Bey’in de dinlenmesi talebinde bulunduk. Kendisinin ifadesine başvurulacak. Hayrettin Karaman Bey, bana yazısının; ‘Muhsin Bey her zaman ülke, millet ve kamu menfaati olduğunda kendi menfaatinden vazgeçmiştir.’ manasına geldiğini söyledi.

Gemi batarsa hepimiz gideriz

Haksız ithamlardan, suçlamalardan ve iftiralardan hepimizin uzak durması gerekmektedir. Hiçbirimiz “Bu süreçte nasıl bir fayda elde ederiz?” mantığı güderek pragmatist bir yaklaşım sergilememeliyiz. Aksine birleştirici, bütünleştirici ve barıştırıcı bir tutum içinde olmalıyız. “Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır.” hadis-i şerifini asla aklımızdan çıkarmamalıyız. Kardeşler arasında kırgınlıklar oluşmuşsa, kavgaya dönüşmeden bunu önlemek için hepimiz çaba sarf etmeliyiz. Velhasıl, hepimiz aynı geminin içindeyiz. Gemi batarsa hepimiz boğuluruz.”

DİN SOSYOLOG'U ÇAKMAK'LA RÖPORTAJ

Bütün dinî grup ve cemaatler büyük tehlike altında

17 Şubat 2014 / İDRİS GÜRSOY
Din sosyoloğu Muhammet Çakmak, “Ya bendensin ya hiçsin” mantığının ülkedeki bütün dini grup ya da cemaatleri tehdit ettiği görüşünde. Ve ona göre bu sözün hiçbir ilmi değeri ya da geçerliliği yok.
Eski Türkiye’de dinî cemaatler genelde sol parti ve cuntaların hedefi olurdu. İlk defa, iktidardaki muhafazakâr parti bir cemaati hedef alıyor. Olağanüstü dönemlerin yöntemleri kullanılarak  karalama kampanyası yürütülüyor. Fethullah Gülen Hocaefendi ve Hizmet Hareketi bitirilmeye çalışılıyor. Peki, ana muhalefet partisi CHP, 17 Aralık süreci ile ilgili ne düşünüyor? Muhammet Çakmak, bir din sosyoloğu. Aynı zamanda CHP Parti Meclisi üyesi ve CHP grup danışmanı. Çakmak, “Türkiye’de dinî grup ve cemaatler bugün AK Parti ile var olmadı. Her zaman vardı. ‘Haşhaşi’,’ âlim müsveddesi’ gibi sözler, bu toprakların 5 bin yıllık tarihinde kullanılmadı. Tarih de, toplum da affetmeyecektir.” diyor. Çakmak, ‘ya bendensin ya hiçsin’ mantığının bütün dinî grup ve cemaatleri büyük tehlike altına soktuğunu belirtiyor; “Yarın, ‘Diyanet var, sizin Kur’an kurslarınıza gerek yok’ derler ve Süleymancıların kurslarını kapatabilirler.” uyarısında bulunuyor.
-Bülent Arınç, ‘Biz kaybedersek siz de kaybedersiniz, yok olursunuz’ dedi. Bir dinî cemaat bir parti ile var veya yok olabilir mi? Din sosyoloğu olarak bu sözleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu sözün hiçbir bilimsel değeri, geçerliliği yoktur. Komik bir laftır. Bir bilgiye, incelemeye dayanmayan bir sözdür. Çünkü dinî grup ve cemaatler derin dindarlık dediğimiz, dini daha zarif, daha ince, daha duygu boyutu ile yaşamayı hedefler. Dinî cemaat ve grupların organize oluş amaçlarının altında bu vardır. Yani o inancın temel ritüellerini daha hassas, duygu boyutunda yaşamak, insanlara daha fazla faydalı olabilmek, zamanını daha manevi atmosferde geçirmek isteyen, kendini geliştirmeye çalışan insanlar bir araya gelir. Biz bu araya gelişe sosyolojik olarak dinî grup veya cemaat deriz. Dolayısıyla hiçbir dinî grup ve cemaat politik bir organizasyonla yan yana gelemez. Dünyada hiçbir politik güç dinî grup veya cemaat kuramaz. Bu din sosyolojisi ve sosyoloji bilimi açısından imkânsızdır. Siz siyasi parti kurarsınız bir de dinî cemaat oluşturalım derseniz bu işin doğasına da aykırıdır.
-Politik olarak bir anlamı var mı?
Bu çok açık bir şantajdır. ‘Ben varsam sen varsın, yoksam yoksun’ sözü etik de değildir. Türkiye’de dinî grup ve cemaatler AK Parti ile var olmadı ki! Hizmet Hareketi Said Nursi Hazretleri’nden itibaren faaliyette. Süleyman Efendi’nin cemaati AK Parti ile mi kuruldu? Bu insanlar AK Parti sayesinde mi bir araya geldi? T.C.nin kurulduğu günden itibaren hem tarikat hem de cemaatler vardır. Hatta bir dönem yasaklanması söz konusu oldu. Buna rağmen devam etmiştir. Sağ iktidarlar oldu, bunlar gitti, sol iktidarlar oldu, onlar gitti, darbeler dönemi oldu. Türkiye’de dinî cemaatler varlıklarını hep devam ettirdi. Çünkü hiçbir dinî grup ve cemaatin politik bir endişesi yoktu, olmamıştır da.
-Başbakan’ın dinî cemaat oluşturma gayreti mi var?
Aynen. Bu başarısız bir hamle olacaktır. Başbakan, AK Parti’ye benzer bir yapı, cemaat kurmak istiyor. Cemaat de benim olsun diyor. Uzun vadede başarılı olamaz. Çünkü siz bir inanç grubunu bir politik perspektif etrafında organize edemezsiniz. Oysa biz biliyoruz ki, Türkiye’de iki akım var. Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri’nin kurduğu Süleymancılık ve Said Nursi Hazretleri’nin talebelerinin yaşattığı Risale-i Nur hareketi, aşağı yukarı yüz yıldır yüzlerce siyasi parti, başbakan, devlet adamı, iktidar gördü. Güçlerinden, hizmet etme aşklarından zerre kadar bir şey kaybettiler mi? Hiç umurlarında değil. Türkiye’de siyasetin durumu bunların umurunda değil ki! Tek gayeye odaklanmışlar. Aziz millete, devlete ve bayrağa hizmet etmek. Toplumun ahlaki, geleneksel değerleri ile buluşarak yaşamasına katkıda bulunmak. Siz böylesine berrak, saf bir amaç için yürürseniz siyasetin oradan oraya değişmesi ya da sürüklenmesi hiç umurunuzda olmaz, sizin için negatif bir etki de oluşturmaz.
-Başbakan, Hizmet Hareketi’ni ‘örgüt’ , ‘paralel devlet’ olmakla suçluyor?  Katılıyor musunuz?
Hizmet Hareketi’nin yaptıklarına bakalım. Hareketi Türkiye’de ön plana çıkaran, hepimizin hayran kaldığı, takdir ettiği iki şey var. Bir, bu toprakların çocuklarının eğitim almasına, eğitimle kendilerini geliştirmelerine muazzam katkılar yapıyorlar. İki, bu topraklarda ticaret yapan orta ölçekli esnafı küresel çapta ticaret yapan, üretim yapan işadamına dönüştürdüler. Ben bununla çok ilgiliyim. Ülkenin geleceği açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum.
-Bir tezinizde dindar orta sınıfı incelediniz. Türkiye’de orta sınıfın gelişmesinde AK Parti’nin rolü nedir?   
Bu sınıfın bânîsi Atatürk’tür. Mustafa Kemal, Cumhuriyet’in ilk yıllarında müteşebbis eksikliğini görüyor. İzmir Kongresi’nde buna vurgu yapıyor, bazı işadamları destekleniyor. Rahmetli Menderes buna daha büyük ivme kazandırdı. 1970’lerden sonra Demirel, Ecevit ve Özal hükümetlerinden çok daha büyük oranda destek gördü. Orta sınıf Cumhuriyet’le beraber gelişti. AK Parti döneminde belli bir kıvama gelmişti. AK Parti gelişmiş, dünya ile ilişkileri olan bir sınıfı kucağında buldu ve bunun gelişmesine çok büyük, entelektüel katkı yaptığını da söyleyemeyiz. AK Parti bunu sahiplenmeye çalıştı. Bu sınıf zaten oluşmuştu. Bu sınıfın gelişmesine gerçek katkıyı yapan saikler farklıdır.
-Nedir onlar?
En önemli saiklerden biri, son yirmi yılda bu orta sınıfın oluşmasına ve büyümesine katkı veren Hizmet Hareketi’dir. TUSKON bünyesinde oluşan önemli bir yapı var. Bunu görmezlikten gelemezsiniz.
-Erdoğan camiayı niçin ‘tehdit’ görüyor?
17 Aralık’tan sonra Başbakan ve çalışma arkadaşları bu hareketi bir tehdit olarak algılamaya başladı. Neden? Çünkü bazı bakanların ve yakınlarının içinde olduğu büyük bir soruşturma başladı. Adalet ve hukuka güveneceğiz. Milletin gözü önünde cereyan eden bir hadise var. Türk yargısı ve emniyeti bazı insanların etik olmayan işlemler yaptığını ortaya koydu. Bu süreçten sonra Hizmet’e ‘paralel yapı’ benzetmesi yapıldı. Düne kadar neden yapılmıyordu?
-Neden?
Burada şu ilişkilendirilmeye çalışılıyor. ‘Bunların açığa çıkarılmasından siz sorumlusunuz? Bunları niye açığa çıkardınız?’ diye ortaya konan bir mantık var. Bununla Hizmet Hareketi ilintilendiriliyor. Hâlbuki biz bu işi ortaya çıkaran kişilerin Hizmet ile ilişkisi olmadığını biliyoruz. Ne yapmış adliye? İşini yapmış! Polise savcı bir görev veriyor. ‘Şunu takip et, dinle!’ Sizin başka seçeneğiniz yok. Bir savcı da önüne konan belgelere ve bulgulara uygun davranıyor. Burada maksadın kamuoyu tarafından çok doğru anlaşıldığını düşünüyorum. Maksat 17 Aralık’ta milletin gözü önüne saçılan yolsuzlukları örtmektir. Herkesi paralel devlet yapısı içine iterek bu meseleden kurtulmaya çalışıyorlar.
-Erdoğan, bir din âlimine, ‘Haşhaşi, âlim müsveddesi, sahte peygamber’ gibi sözlerle saldırdı. Din sosyoloğu olarak bunu nasıl yorumladınız? Tarihte benzeri var mı?
Bu toprakların 5 bin yıllık tarihinde böyle bir üslubun kullanıldığını bilmiyorum, tahmin etmiyorum ve düşünmüyorum. Bu sözler bu topraklarda kullanılmış en acı, en talihsiz sözlerdir. Hazreti Mevlana diyor ki; ‘Hiçbir gönlü incitmeyin. Hele o gönlü Allah seviyorsa, siz Allah’ı incitmiş olursunuz.’ Biz Allah’ın hangi gönlü sevdiğini bilemeyiz. Hocaefendi gibi bütün hayatını bu milletin evlatlarına, milletin sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmesine adamış ve hiçbir dünyevi beklentisi olmamış birisine bu sözleri asla söyleyemezsiniz.
-Bir bilim insanı olarak, Hocaefendi’nin ilmî yönünü nasıl değerlendiriyorsunuz?   
Çok önemli bir entelektüel. Türkiye’nin düşünce hayatına çok önemli katkılar yapan biri. Ben Hizmet Hareketi’nin Abant Platformu’na katılıyorum. Türkiye’nin bütün meselelerine çözüm için akademik çalışmalar yapıyor. Türkiye’nin daha modern, daha uygar, daha çağdaş ve daha gelişmiş bir ülkeye dönüşmesine katkı yapan bir hareket var ve bunun manevi mimarı Hocaefendi’dir. Dünyada hiçbir dünyevi beklentisi olmayan bir insana ağzıma almaktan utandığım, haya ettiğim kelimeleri Başbakan kullandı, bu topraklarda yüzyıllar boyunca acı bir hatıra olacak diye düşünüyorum. Hele haşhaşi kelimesi, en büyük katil sürüsü olan bir toplulukla bu ülkeye hayat vermeye çalışan, bu toprakların çocuklarına karşılık beklemeden her şeyi vermeye çalışan bir adanmış gruba haşhaşi benzetmesi yapmanın bu gezegendeki en büyük talihsizlik olduğunu düşünüyorum. Tarih de affetmeyecektir, bu toplum da affetmeyecektir. Buna rağmen Hizmet Hareketi’nden hiç kimse üslubunu bozmamıştır.
-Diyanet’in organizasyonunda onca din adamının önünde bu konuşma yapıldı.
Ben tepki vermelerini bekliyordum. Diyanet İşleri Başkanı’nı da kınıyorum. Sayın Görmez (Mehmet), Başbakan’ı diyanet işleri başkanı olarak uyarmalıydı. Kendisinin organize ettiği bir programda bu ülkede milyonlarca insanın gönlünde taht kurmuş bir insana bu yakışıksız ifadeleri kullanmasından dolayı kamuoyunun karşısında uyarmalıydı.

Diyanet bir partinin kurumu değildir. Öyle davranmamalı. Onun başındaki insan partili gibi hareket edemez. Bu konuda Diyanet İşleri Başkanı’nı göreve çağırıyorum, bu eksiği telafi etmelidir. Bilim adamlığı bunu gerektirir. Namus borcudur bu.
-Sivil bir iktidar olağanüstü dönemlerin yöntemini kullanarak Hocaefendi’yi hedef alıyor. AK Parti iktidarı, camiayı bitirebilir mi?
Üstad Said Nursi’den daha fazla baskı gören var mı? Ne oldu? Sonuca bakın, bu topraklarda en güçlü, en köklü birlikteliğin oluşmasına katkıda bulundu eserleri ile. Hizmet Hareketi’ne mensup olanlara şunu söylüyorum; İslam tarihindeki boykot dönemi gibi bir dönem yaşıyoruz. Sabırlı olun, asla moralinizi bozmayın! Sizi neyle suçlarlarsa suçlasınlar siz milletin nezdinde, kalbinde taht kurmuş insanlarsınız. Yapıp ettikleriniz ortada. Önemli olan milletin değerlendirmesi. Hapse atsalar ne olacak ki? Bu kardeşlerimizin malını mülkünü elinden alsanız ne olacak ki! Kimsenin mal mülk sevdası yok ki! Nasıl yaşadıklarını biliyoruz. Bütün imkânlarını bu ülkenin güzel çocuklarının gelişmesine, eğitimine, yurtdışındaki insanlara ülkemizi anlatmaya harcıyorlar. Asla geri adım atmamak lazım. Çünkü yanlış bir iş yok ortada! Ne yapmış Hizmet Hareketi? Devletin savcısı bir iş yapıyor, Hizmet Hareketi’ne mal ediyorlar? 5 bin polis Hizmet Hareketi’ne mensup diye kış günü görevlerinden alınıyor. Bunların hiç geçerliği olmaz. Bunları yapanlar itibar kaybeder. Bir gün tarih bunları Türkiye’de kötü şeyler yapmış insanlar olarak hatırlar.
-Diğer cemaat ve inanç grupları için de benzer süreçler yaşanabilir mi?
Hiç endişeniz olmasın, bu kafa yapısı, ‘ya bendensin ya hiçsin’ mantığı bütün dinî grup ve cemaatleri büyük tehlike altına sokmuştur. Bütün inanç grupları tehdit altındadır. Yarın Süleymancıların kursularını kapatırlar. ‘Diyanet var, sizin Kur’an kurslarınıza gerek yok’ derler. Bir sürü gönül birlikteliği olan yapılar var, Aleviler ve cemevleri var. Bu kafa, bu bakış açısı herkesi tehdit altında bırakır.
-CHP’nin cemaatlere bakışı nedir?’ Camiayı bir ‘tehlike’ olarak görüyor musunuz?
Asla… Biz bütün cemaatleri ayrım yapmadan sivil toplum örgütleri olarak görüyoruz. Bütün inançları, Alevi, Sünni, gayrimüslim, Ermeni, Yahudi, Hristiyan hiçbir inanç grubunu tehlike olarak görmüyoruz. Tehlike olarak algılamanın da yanlış olduğunu düşünüyoruz.
-Kırmızı çizginiz var mı?
Biz dinî grup ve cemaatlerin siyasete bulaşmasına karşıyız. Bir inanç grubu siyasetin içerisine girmemeli. Siyaset rekabet alanıdır, kırar döker, acımasız bir alandır. Dinî cemaatler toplumun dinî, ekonomik, kültürel ve sosyal gelişimine katkı yapan yapılardır. Bu yapılar siyasete eklemlenirse siyasetin içindeki o travmatik, rekabetçi yapılar onların da içine sirayet eder. Oradaki saflığı bozar. Siyasetin doğasından kaynaklanan çürütücü bir etkisi var. Siyasi partiler ayrım yapmadan onların sorunlarını çözmek zorundadır.
-CHP yıllarca dinî gruplarla sorunlar yaşadı. Bakış açısında bir değişim oldu mu?
Bunun önemli sebebi var. Cumhuriyet’in kurulduğu yıllardaki iklime baktığımızda pozitivist bir dünya algısı var. Batı aydınlanmasına baktığımızda başından sonuna kadar Hristiyanlıkla hesaplaşmadır. Bu perspektif doğrultusunda gelişen bir siyasa var. Cumhuriyet’in ilk yıllarında bu iklim bizi de etkiliyor. Matematik ve fen ön plana çıkıyor ve sanki din bizi geri bırakan bir fenomen gibi algılanıyor. Biz de Kurtuluş Savaşı’ndan çıkmışız. 10 milyona yakın bir nüfus, fakirlik var. Bu sorunların nasıl çözüleceği konusunda Batı’daki gelişme modelleri alınıyor. Aynı zamanda dine bakıştan da etkileniyorlar. Atatürk de işin çok seküler gittiğinin farkında. İmar çalışmalarından sonra Atatürk hızlı adımlar atıyor. Tefsir yazdırıyor. Sahih-i Buhari’yi Türkçeleştiriyor. Ankara İlahiyat Fakültesi, İnönü (İsmet) imzası ile açılıyor. CHP son dönemde toplumun bütün değerleri ile barışık olduğunu da ortaya koymuştur. Özelikle başörtüsü meselesinin çözümünün mimarı AK Parti değil, CHP’dir. Genel Başkanımız Kılıçdaroğlu bu konudaki tavrını ortaya koyduktan sonra üniversitelerde başörtüsü meselesi bitmiştir. Parlamentoda keza başörtüsü meselesi bitmiştir. Biz bütün inanç gruplarının özgürce serpilip gelişmesini CHP olarak destekliyoruz, hiçbir inanç grubu ile problemimiz yoktur.


Muhammet Çakmak kimdir?

Dr. Muhammet Çakmak, 14 Temmuz 1969 Elazığ doğumlu. Halidi Nakşibendi şeyhi Halit Hoca’nın torunu. İlk ve ortaöğrenimini Elazığ’da tamamladı,  1992 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitirdi. 1997’de Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Din Sosyolojisi’nde yüksek lisansını tamamladı. 2004’te Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Din Sosyolojisi anabilim dalında  ‘Nakşibendiliğin Sosyolojik Evreni- Elazığ ve Siirt Örneği’ konulu doktorasını bitirdi. Çakmak’ın CHP’yle ilişkisi Deniz Baykal döneminde başladı. Baykal’ın müsbet karşılanan ‘Kutlu Doğum Haftası’ konuşmasının yazımına katkıda bulundu. CHP Parti Meclisi üyesi ve CHP grup danışmanı olarak görev yapan Çakmak, ana muhalefet partisinin son dönemde ortaya koyduğu ‘din ve dindarla barışma’ politikalarının mimarlarından oldu. Çakmak 2014 yerel seçimlerinde CHP’den İstanbul Bağcılar’da belediye başkan adayı gösterildi.