28 Kasım 2014 Cuma

DOÇ MAHMUT AKPINAR'LA RÖPORTAJ

Muhafazakârlar hipnoz altında

  • idris Gürsoy AKSİYON DERGİSİ
Doç. Dr. Mahmut Akpınar, algı yönetiminin muhafazakâr kitlede çok başarılı ve etkili olduğunu düşünüyor: “Bu kitlenin hipnoz olmuş gibi bir hâli var. Gerçekleri belgeleri ile gözüne de soksan inanmıyorlar.” Akpınar, operasyonun MİT’i aştığı ve bir üst akılla yönetildiği kanısında.
Doç. Dr. Mahmut Akpınar, Turgut Özal Üniversitesi öğretim üyesi,  bir siyaset bilimci. Terör ve güvenlikle ilgili konularda uzman. Kamu yönetimi, Kürt sorunu, Sivil-asker ilişkileri alanlarında yaptığı çalışmalarla biliniyor. Son kitabının adı, Dün İrtica Bugün Paralel. Bu röportajı yaptığımız sırada, hükümete yakın medyada manşet oldu. Sabah, manşetten fotoğrafını yayımlayarak ‘Mülkiye imamı’ başlığını attı. Habere montajlı fotoğraflar eşlik etti. Akpınar’a sorduk. AKP politikalarını neden eleştiriyor? Paralel yapı operasyonu adı altındaki süreçle ne amaçlanıyor? PKK silahları bırakacak mı?
-Paralel yapı diye yürütülen operasyonla ne hedefleniyor?
Dün irtica denerek bazı kesimlere yapılan tasfiye ve itibarsızlaştırmanın bu defa İslamcı/Müslüman görünüm kazandırılmış kesimlerce yapıldığını ve temel hedefin şiddete bulaşmayan, manipülasyonlara gelmeyen Hizmet Hareketi’nin farklı bir yöntemle bitirilmesi olduğunu düşünüyorum.
-Bu operasyon Hizmet Hareketi ile sınırlı kalacak mı?
Diğer İslamî kesim ve cemaatlere de sıra gelecektir, kanaatimce gelmeye de başladı. MGK’da alınan kararlar, konuşulan şeyler, iktidara yakın bazı gazetecilerin büyük-küçük bütün cemaatler devletten temizlenecek itirafı, fişlemeler bunların göstergesi. AKP bir araç, enstrüman. Bu işlerin yürütülmesinden, planlanmasından AKP içindeki pek çok kimsenin haberdar olmadığı kanaatindeyim. Bir süredir parti dar bir kesimin eline teslim edildi. Parti kurul ve organları çalışmıyor. AKP’nin tamamını suçlamak doğru değil. Ama iktidardaki bir parti ve onun planlı şekilde itibar kazandırılmış, kredi biriktirilmiş hâli bir şekilde, dün laikçilerin, vesayet rejimlerinin yaptığı gibi toplum mühendisliğinde kullanılıyor.
-Operasyonların merkezi neresi? Bir kesime psikolojik harekât yapılıyorsa bunun devlet içindeki araçları neler?
Bu konuda bazı araştırmalarım var. Kesinlikle algı yönetimi ve propagandalar özellikle muhafazakâr kesimin az eğitimli bölümünde çok başarılı ve etkili. Bu kitlenin hipnoz olmuş gibi bir hâli var. Bazı gerçekleri belgeleri ile gözüne de soksan inanmıyor.  Düşünmeden hareket edip her şartta ve her şeye rağmen iktidarı destekleyen bir kesim var. Algı operasyonu profesyonel bir şekilde yürütülüyor. Bunun karargâhının MİT, uygulayıcı ve yayanlarının ise medya olduğu görülüyor. Ama ben MİT’in böylesi geniş, sistematik ve sonuç alıcı çalışmayı tek başına yürütülebileceği kanaatinde değilim. AKP’lilerin hep vurguladığı gibi burada bir üst akıl var. Bu, dünyadaki birkaç servisten birinin desteği olmadan yürütülemez. Hitler’in propaganda yöntemleri kullanılıyor ve neredeyse onun kadar başarılılar.
-Neden paralel yapı deniyor?
Paralel söylemini iktidar iyi bir PR çalışması ve medya desteğiyle tutturdu. Kullanışlı bir malzeme elde etti. Şimdi kurtulmak istediği zor durumlarda ve yapacağı sıkıntılı işlerde maymuncuk olarak onu kullanıyor. Ortada kalan her iş, her beceriksizlik “paralel” e yıkılıyor. Bunu satın almaya hazır epeyce yığın da var. Bu söylemi iktidarın PKK konusunda kamuoyuna izah edemeyeceği bazı şeylerin faturasını, vebalini yıkma adına geliştirdiği anlaşılıyor. PKK’nın bu süreçte en büyük zararı cemaate verdiği herkesin malumu. Kendilerine yapışmak üzere olan bir problemi hazır suçlu varken onlara yıkıyorlar.
 -Körfez’den Mısır’a, oradan Suriye ve Türkiye’ye kadar Müslümanların yaşadığı coğrafyada yöntemler farklı da olsa bir operasyon var diyebilir miyiz?
Doğru. Ortadoğu’da ve İslam coğrafyasında etkinliği olan ve geniş toplum kesimlerine dayanan, Sünni, makul bütün cemaatlere ve toplumsal kesimlere yönelik bir tasfiye ve kıyım projesi işliyor gibi. Kuzey Afrika’da, Mısır’da, Irak’ta, Suriye’de... Dikkatli bakılırsa bütün İslam coğrafyasında makul dengeli Sünni kesimler tasfiye edilirken yerine Selefî ve İran eksenli gruplar monte ediliyor. Müslümanlar Selefî radikalizmine kaymaya veya İran eksenine girmeye zorlanıyor. Aslında şu an Sünni İslam’ın ve geleneksel İslamî düşüncenin sistematik şekilde soykırıma, imhaya, tasfiyeye maruz bırakıldığını söyleyebiliriz.
-Mısır’da Müslüman Kardeşler’e yapılan operasyon, IŞİD’le Sünni İslam’a verilen zarar ve Türkiye’de cemaatlerin hedef alınması rastlantı mı?
Rastlantı değil. Bunların küresel bir projenin icrası olduğu kanaatindeyim. Barışa dayalı, birlikte yaşamaya uygun, radikalizme, şiddete kapalı, hoşgörülü İslamî yaklaşımlar tasfiye edilip yerine birbirine karşıt gibi görünen ama aslında ikisi de makul Sünni İslam’a düşman Selefî ve İranî akımlar güçlendiriliyor. Bir el İslam coğrafyasında Sünni/nebevi İslam’ı Selefî ve İranî yaklaşımlarla erozyona uğratıyor.
-Sünni İslam’ın tasfiyesi en çok kimlerin işine gelir?
ABD, Batı ve onların tabii müttefiki İsrail, İslam coğrafyasının, İslam medeniyetinin çöküş sürecine girmiş olan Batı medeniyetine alternatif olmasını istemiyor. Müslümanların önünü kesmek, enerjisini kendi içinde tüketmek istiyor. Bunun için de  mezhepsel ve etnik temelli çatışmalar olmak üzere iki yöntemi kullanıyor. Etnik temelli bölme ve çatıştırmaları zaten yapıyor ve bunda hayli başarılı. Ancak Sünni İslam’ın önünü kesmek için Batı’nın ve İsrail’in elinde tek seçenek, yek aktör var, o da İran. 2013 Irak işgalinden sonra da İslam dünyasında mezhep çatışmaları çıkarma noktasında etkin olarak kullanıldığını görüyorum. Ne kadar farkındadır bilemem ama şu anda İran, global güçlerin, İsrail’in ve Batı’nın İslam toplumlarında hedeflediği mezhebe dayalı çatışmaların en önemli enstrümanı. El Kaide, El Nusra, IŞİD gibi Selefî üretim örgütler de bu çatışmanın öteki tarafı. Sünni İslam’ın bertaraf edilmesi İran’a yarıyor gibi görünse ve ona alan açsa da nihai amacın İslam medeniyetini bitirmek olduğunu düşünüyorum. İran İslamî saiklerden çok Pers jeopolitiğine göre hareket ediyor ve Şiiliği çok etkili bir şekilde Pers dış politik enstrümanı olarak kullanıyor. Batı’daki İran düşmanlığının derinliği olmayan suni, taktik bir hareket olduğu kanaatindeyim.
-22 Temmuz’da polise operasyon yapıldığı gün ilk kapatılan dosya Tevhit-Selam oldu. Bunun anlamı nedir?
Tevhit-Selam İran’ın bütün İslam ülkelerine yönelik Şiileştirme ve Şii etkisi ile devletlerin-toplumların genetik kodlarını kontrol etme çabasının yakalanması dosyası idi. Ama iktidar içinde İran yanlısı ekip çok güçlü ve etkili olduğu için net bir ajanlık dosyası olan bu dosyayı 17 Aralık’tan da önce alelacele kapattılar. Polislere operasyon yapılmasında görünür saik 17 Aralık ve yolsuzluk soruşturması, bunun iktidarca intikamı gibi görülse de ondan daha önemli saikin iktidar ve devlet içinde konuşlanmış İranî bir ekibin sobelenmeyi örtme ve kamuoyundan kaçırma çabası olduğunu okumak lazım.
-Neden susturulmak isteniyorsunuz?
Hükümete karşı değilim. Aile çevrem ve ben muhafazakâr insanlarız. İktidarı uzun süre hem oy verip hem eleştirdim. Ustalık döneminden sonra yanlışlar doğrulara galip gelmeye başladı. İktidarın otoriterleşmesini ve tek adam rejimine doğru gitmesini eleştirdim. PKK ile de görüşülebilir ancak bütün Kürtler PKK/Öcalan’a ipotek ediliyor. Kürtlerin en temel hakları olan dil ve eğitim konusunda adım atılmıyor ama örgüt sürekli güçlendiriliyor. Hukuk devleti ilkesi imha edildi, artık güçlülere teslim bir hukuk var. Kuvvetler ayrılığı tamamen yok edildi. Yolsuzluklar aldı başını gitti ve yargı dâhil kimse müdahale edemiyor. Denetlenemez bir mutlak iktidar ortaya çıktı. Bağımsız özerk kurumlar, Sayıştay dâhil hiçbir denetim kurumu iktidarı, idareyi, yürütmeyi denetleyecek durumda değil. Ayrıca Gezi’den bu tarafa siyasî iktidar kutuplaştırıcı bir dil kullanıyor ve toplumu bölüyor. Bunu da iktidarı sürdürmek için yapıyorlar. Dış politika perişan, eleştirilmeyecek bir noktası kalmadı…
-Siz terör uzmanısınız. Öcalan’la yeni bir yol haritası belirlendi. Şartları iyileştirilecek, yeni sekretarya kurulacak, silah bırakma çağrısı yapacak? Örgüt silahları bırakır mı?
Hiçbir ülkede hiçbir örgüt rızaya dayalı olarak silah bırakmaz. Bir yandan güvenlik tedbirleri ile örgütleri takip eder sıkıştırırnız, öte yandan masaya oturmaya zorlarsınız. Ama Türkiye’de PKK sözde masada iken sürekli güçlendi ve silahlandı. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir barış süreci görülmemiştir. Çözüm mü olacak ne olacak belirsiz. Fakat örgüt silahlı unsurlarını katladı, bölgedeki hâkimiyetini güçlendirdi, Ortadoğu’da bölgesel güç hâline geldi. KCK yapılanmasını yeniden ve daha güçlü kurdu. Barış yapan sevimli bir örgüt hâline geldi. Dünyaya reklamını yaptı ve bu süreçte meşrulaşma, terör listesinden çıkma çabasını hızlandırdı. Sözde çözüm sürerken örgüt kendisine rakip-alternatif olacak bütün yapıları ya tasfiye etti ya da baskı altına aldı.
-PKK silah bırakmayacak mı?
PKK’nın federasyon sözü verilse hattâ icra edilse dahi silah bırakacağını sanmıyorum. Son yıllarda ifade etmekten kaçınsalar da PKK’nın amacı Büyük Birleşik Kürdistan. KCK sözleşmesinde aslında açıkça hedefler yazıyor. Yol haritaları kamuoyuna konuştukları değil, KCK sözleşmesidir. Türkiye’nin bir stratejisi var mı bilemiyoruz. Ancak örgüt taktik ve stratejik adımlarla hedefine kararlı şekilde yürüyor, sürekli güçleniyor, büyüyor. AKP siyaseti ise hamaset ve nutuk dışında bir şey üretmiyor.
-PKK-KCK operasyonlarını yapan emniyet mensupları tasfiye edildi, Oslo’da verilen sözler mi tutuluyor?
Oslo’da bir hakem devletin gözetiminde PKK’ya bir kısım sözler verildi. Bölgenin devletten ve güvenlik güçlerinden arındırılması ve PKK etkisine, hâkimiyetine terk edilmesi, devamında da PKK’nın orada kılçıksız bir yapı kurması sözü vardı sanırım. Paralel söyleminden önce de zaten bölge devletten arındırılıyor, örgüte terk ediliyordu. Paralel söylemi bu sözü verenlere yeni bir malzeme daha sundu. Şimdi devlet ve millet aleyhine pek çok düzenlemeyi “paralel” gerekçesi ile millete, en azından kendi tabanlarına rahatlıkla yutturuyorlar.
-Çözüm sürecinde hükümet sandık ile PKK arasında sıkışmış görünüyor?
AKP son dönemde sadece kendisi sıkışmadı, Türkiye’yi de dar bir koridora soktu; eğer otokritik yapmaz, bazı yanlışlardan dönmezse hem partiyi hem ülkeyi uçuruma itecek. Ben bu zor durumdan çıkmanın yolunu AKP içindeki makul, aklıselim sahibi, basiretini yitirmemiş, vicdanı ölmemiş, ama cesaret gösterebilecek kişilerde görüyorum. Zira dışarıdan her öneriye “hain”, “ajan” diye yaklaşan bir yapıdan söz ediyoruz. Kendi içlerinden özeleştiri olmadıktan sonra AKP bu sarmaldan çıkamaz.
-Çözüm süreci nasıl başarıya ulaşabilir?
Çözüm konusunda artık daha şeffaf olunmalı. En azından muhalefet, Genelkurmay da denkleme dâhil edilmeli. Bölge güvenliği ve bölge halkı PKK’ ya terkedilmiş durumda. Bu fevkalade tehlikeli. Bölgede asgari güvenlik mutlaka sağlanmalı, ama bu arada Kürt vatandaşlarımızla ilgili temel hak ve özgürlüklerde yeni düzenlemeler yapılmalı. Mesela Kürtçe eğitim meselesi bir takvime, programa bağlanmalı. Kürtçe hocaları yetiştirilmeli. Ana dilinde eğitim hakkı behemehâl verilmeli. Kürtlere hakkı teslim edilmeksizin sürekli PKK’ya taviz vererek bir yere varılmaz, ancak Kürtler PKK’ya ipotek edilir.

27 Kasım 2014 Perşembe

EDREMİTLİ HACI ARİF ÇAĞAN'IN SON DUASI

 


Kavuşma öbür tarafa kaldı

Eğitim gönüllüsü Hacı Arif Çağan 92 yaşında vefat etti. Çağan, 2007’de Alzheimer hastalığı ilerlemeden Fethullah Gülen Hocaefendi ile görüşmüş, telefonda karşılıklı gözyaşı dökmüşlerdi.
Ah! Ah!” diye inleyen bir ses. Arada “Allah, Allah, Allah…”  diyor çok derinden… Sadece “Sen Arif misin?” sorusuna cevap olarak başını ‘evet’ anlamında sallayabiliyor. Her şeyi unutmuş. Bir tek adını unutmamış.
Balıkesir’in Edremit ilçesinde ikamet eden bölgenin sevilen simalarından eğitim gönüllüsü hayırsever Hacı Arif Çağan 92 yaşında vefat etti. Alzheimer tedavisi görüyordu. Yaklaşık dört-beş ay önce hasta yatağında ziyaret etmiştik. Yurtiçi ve yurtdışındaki birçok okulun yapımına öncülük etmişti. Fakir öğrencilere hep el uzatmıştı. Uzun süredir evinde tedavi görüyordu, konuşamıyordu.
Yanında kalan sadık arkadaşı Ömer Faruk Avcı’nın anlattığına göre, Çağan’ın Fethullah Gülen Hocaefendi ile son görüşmesi 2007’de Alzheimer hastalığı ilerlemeden önce olmuş. Konuşma, selam ve hatır sormanın ardından “Hocam, ben seni dünya gözü ile bir daha göremeyecek miyim?” şeklindeki sorularla hüzünlü bir hâl almış. İki dost, dakikalarca gözyaşı dökmüşler telefonda. Hocaefendi, “Hacı abi, kader bizi buraya bağladı. İnşallah görüşme ahirette olur.” demiş ve konuşma sona ermiş.
27 Mayıs’tan 28 Şubat’a olağanüstü dönemlerin tanıklığını yapmış Arif Çağan. Ancak hiç geri adım atmamış. Böyle anlarda hep duaya sarılmış. Allah yolunda çekilen sıkıntıları şeref kabul etmiş. Zor dönemlerde, musibetin geldiği olağanüstü zamanlarda hep ‘dua edin’ tavsiyesinde bulunmuş çevresine. “Cenab-ı Hak bir yol, selamet karşımıza çıkarır.” demiş.
Arif Çağan, Gülen Hocaefendi’yi genç yaşlarda tanımış. Önde görünmemeye hep dikkat etmiş. Hatta “Allah’ım, bana her şeyi unuttur.” diye duada bulunmuş. Çünkü bağışladığı şeylerin daha sonradan aklına gelmesini istememiş. “Ben dünyaya geldiğim gibi gideceğim.” demiş.
Çağan’ın yıllarca büro olarak kullandığı ilçe merkezindeki mekânına da uğramıştık. Fethullah Gülen Hocaefendi’yi Edremit’te karşılarken çekilmiş bir fotoğraf masanın üzerinde yerini almıştı. Başka bir karede alın teri ve gözyaşı ile kuruluşuna destek verdiği gözünün nuru bir eğitim yuvasının temelini atarken görülüyordu.  Risale i nurlar ve sonsuz Nur kitapları raflarda göze çarpıyor. Özel defterlerini inceledik, sadece inci gibi el yazısı ile kitaplardan aldığı notlar vardı. Çağan, yıllarca ziyaretçilerini bu mütevazı büroda ağırlamış. Müdavimlerden biri de Bülent Arınç’mış. Zeytinci Hacı Arif’in Arınç ile tanışıklığı Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Manisa’da verdiği vaaz günlerine kadar uzanıyormuş.
Arif Çağan’ın din ile ilk teması tarikat vasıtasıyla olmuş. 1945’te tanıştığı Sarı Hoca lakaplı Mehmet Hoca’ya çok tutkunmuş. Siyasete bir ara meyletmiş. 1957’de Demokrat Parti’den delege seçilmişse de parti içindeki bazı haksızlıkları ve yanlışları dile getirdiği için ikaz edilince siyasetten soğumuş.
1970’lerde Adalet Partisi ve MillÎ Selamet Partisi’nden gelen teklifleri ise Fethullah Gülen’in “Hacı ağabey, bizim partilerle ilişkimiz yok.” sözü üzerine geri çevirmiş. 12 Eylül 1980 sonrası Risale-i Nur bulundurduğu için 48 gün cezaevinde yatmış.  İzmir’e vaiz olarak gelen Fethullah Gülen’i tanıdıktan sonra ise onu hiç yalnız bırakmamış.
Edremit’te yüzlerce dönüm zeytin bahçesi olan bu hayırseverin dikili bir ağacı bile bulunmuyor. Arif Çağan, dünyaya geldiği gibi de uğurlanıyor.


 Kavuşma öbür tarafa kaldı