31 Ekim 2011 Pazartesi

PKK, PROFESYONEL YARDIM ALIYOR

PKK’nın stratejisinde değişiklik olduğunu, eğitim, lojistik, istihbarat ve silah anlamında çok farklı kanalların devreye girdiğini söyleyen özel harpçi emekli Albay Mete Yarar, Kuzey Irak’a yapılan askerî operasyonun daha öncekilerden çok farklı olduğunu belirtiyor.

Güneydoğu’da uzun süre görev yapan, özel harpçi emekli Albay Mete Yarar, Kuzey Irak’taki son harekâtın, tamamen profesyonel birliklerin kullanıldığı ilk sınır ötesi operasyon olduğunu belirterek “Bu bir milattır. Her yönü ile sonuçları farklı olacak.” diyor. PKK’nın 2007’den beri bölgeye gelen profesyonellerden eğitim desteği aldığını ve sadece özel ordularda bulunması gereken araçları kullanmaya başladığını söyleyen Yarar, ayrıca bazı ülkelerin de örgüte istihbarat yardımı yaptığını ifade ediyor. Ekopolitik dergisinin danışmanlığını da yapan Mete Yarar, sorularımızı cevapladı.



-“PKK, profesyonel bir ekip tarafından yapılandırılmaya çalışılıyor.” diyorsunuz. Nereden vardınız bu sonuca?
PKK’nın son eylemlerine baktığımızda özel teknikleri uygulamaya başladığını görüyoruz. Gerek kırsalda gerekse şehirlerdeki saldırıların tamamı özel eğitim gerektiriyor. Ancak zamanında kullanmış birileri bunları size öğretebilir. Ayrı bir zekâ işi, ayrı bir bilgi birikimi işi bu eylemler.

-Ne zaman başladı bu yeni süreç?

2007’den itibaren bakarsak hem taktik hem de kullandığı araç ve aparatlar değişmeye başladı. Dağlıca ve Çukurca’daki saldırılardan da bazı teknolojik yardımların alındığı anlaşılıyor.

-Ne tür yardımlar?

Normalde özel birimlerde bulunması gereken malzemeler var ellerinde. Bu da profesyonel bir yardım aldığını gösterir. Tekniği öğrenebilirsiniz ama özel malzemeleri nereden buldunuz?

-Özel malzeme nedir?

Mesela, herkeste bulunmayan, özel ordularda bulunabilecek termal cihazlar, noktalayıcılar, silah üstüne takılan bazı aparatlar, özel mesafe ölçme cihazları vardır. Eskiden M16 gibi silahlar kendi üst düzey militanlarda bulunurken, son dönemlerde (Suriye ekibinde sınırdan geçerken 7 kişi öldürülmüştü. 7’sinde de M16 çıktı) bütün militanların elinde var. Şimdi biz bile özel birliklerimizdekilerin dışındakilere M16 veremezken PKK nasıl herkese vermeye başladı?

-Peki, nereden geldi bu silahlar?

Devletin bu soruların cevaplarını bulması lazım.

-Son saldırıda bu özel cihazlar ve silahlar kullanıldı mı?

Bu kadar büyük sızmalar yapabilmeniz için üstün teknolojiye ihtiyacınız var. Birliklerin elinde radarlar, termal kameralar bulunuyor. Bunların yaydığı birer de dalga var. Siz militanları ancak bunları algılayan cihazlar varsa bulabilirsiniz. Ancak termal kameralar teröristlerin cihazlarını algılayamadı! Boşlukları yakalayarak sınırı geçtiler. Teknolojik anlamda güçlendiğimiz anda karşı taraf da kendini geliştirebiliyor. Bizim teknolojik imkânlarımıza cevap veriyor. Heronları kullanıyoruz. Heronların üzerinde cihazlar var, ısı sistemleri ile buluyoruz teröristlerin yerlerini. Pusarak, durarak kendinizi gizleyemezsiniz.

-Peki, nasıl girdiler sınırdan?

Termal giysi ve örtüler kullanarak… Birkaç kişi sızabilir; onlarca kişinin sızdığı yerde görülmemesi mümkün mü?

-8-9 ayrı yere aynı anda saldırı nasıl yapılabildi?

Elinizde belli sayıda helikopter var. Hangi tarafta daha ağır yardım talebi var, onu bekliyorsunuz. Sizin harekât merkezinde yeterli miktarda gücünüz olmayabilir, bunu nasıl dağıtacaksınız? Aynı anda planlayabilir misiniz? Bu ayrı bir taktiktir, ayrı bir zekâdır.

-Bu taktiği kurmay bir zekâ mı veriyor?

Kurmay değil, bu çok özel bir tekniktir, bu saha işidir. Sahada operasyonel birimin başında bulunan birinin planlamasıdır. Kurmay zekâsı, normal bir taktiksel savaşı planlar. Bu ise ayrı bir zekâdır, gayrinizami harp zekâsıdır.

-Bunu kimler kullanıyor dünyada?

2003’te Irak’ta savaş başladığında Amerikan ordusu geldi, yerleşti. 2004’te baktılar ki savaş bitmiyor. Arkasından direniş başladı. Bu güvenlik boşluğunu bir anda Amerikan ordusu dolduramadı. Ne yaptılar? Bu sefer dünyanın her tarafından özel güvenlik şirketleri tutarak bu güvenlik boşluğunu doldurmaya kalktılar. Dünyanın her tarafından bu işi iyi bilen profesyonelleri getirdiler. Kolombiya’dan, Venezuela’dan, Şili’den adamlar getirdiler. Özel taktikleri, bombalamayı bilen ekip oraya geldi. Sayısı 135 bin kişiydi.

-Ne yaptı bunlar?

Amerikan hedeflerini korudular, yeni kurulacak enerji santrallerini, petrol yataklarını vesaire... Ayrıca Irak ordusunun ve aynı zamanda Barzani ve Talabani birliklerinin eğitimini de yaptılar.

-PKK bunlardan yararlandı mı?

Profesyonel destek aldı. İdeolojisi yok bunların. Para karşılığı kiralandılar. Bu bir pazar. Bu pazar ilk defa PKK’nın ayağının dibine bir fırsat getirdi.

-Sınır ötesi harekâtta klasik bir yöntem mi uygulanıyor?

Bu harekât öncekilerin hiçbirine benzemiyor. Bu harekât bir milattır. İsa’dan Önce, İsa’dan Sonra gibi... Operasyonun içeriği o kadar farklı ki operasyon bittikten sonra ortaya çıkacak. Neler kullanıldı, nasıl operasyon icra edildi, belki yüzlerce kalem farklılık var. Cumhuriyet tarihinde profesyonel ordularla yapılan ilk sınır ötesi operasyondur.

-Sonuçları da farklı olacak mı?

Artık bir siyasi hedefi de var operasyonun. Eskiden sadece askerî hedefler vardı. Bunda bir siyasi hedef kondu ilk defa. Ne dedi Başbakan? “Bu iş bitinceye kadar orada kalacağız.”

-Daha önce de bu sözler söylenmedi mi?

Eski operasyonlarda şu oldu: Çekiş Güç vardı o bölgede. Türk ordusu giriyor, bölgede çatışıp geri çıkıyordu. Aradan neredeyse bir sene geçmeden PKK geri dönüyordu. Şimdi ilk defa temizlenen alanın PKK güçlerine teslim edilmemesini sağlayacak bir sistem getirilecek. Türk ordusu o bölgeden ancak, peşmerge güçlerinin PKK’ya geri dönmeme tedbirini aldıktan sonra çekilecektir.

-İçeride PKK eylemleri ve kampları dururken neden sınır ötesine harekât?

Ana karargâhı vurmazsanız tali karargâhlar çok çalışır. Bölgenizde bir baraj var, su kaçırıyor, tarlanızı basıyor. Suyu boşaltıyorsunuz, su tekrar geri geliyor. Gidip barajı onarmanız gerekiyor.

-Lider kadrolar neden hedef alınmıyor?

Bu bir tercihtir. Yöntemler tartışılır. Devlet bunu tercih mi etti, imkânlar buna izin mi vermiyordu? Yapılmak istendi de fırsat mı doğmadı? Yapılanlar başarılı mı olmadı? Bilemiyoruz.

-PKK komşu ülkelerden nasıl ve hangi destekleri alıyor?

Bu sorunun cevabı Öcalan’ın mahkeme kayıtlarında var. Hangi ülkelerden istihbarat, lojistik ve mali destek aldığını açıklıyor. İsim isim, yer yer...

-Eylemlerin şu sırada artmasını nasıl açıklıyorsunuz?

PKK’yı yalnız iç dinamiklerle izah etmeye çalışmak, bu işi bilmemek demektir. PKK dış ülkeler tarafından kullanılan taşeron bir örgüt aynı zamanda. Bu büyüklükte bir örgütün yaşaması için bir veya birkaç ülkenin istihbarat desteğini alması gerekiyor. Bu desteği veren ülkeler Türkiye ile sorun yaşıyorsa, siz de o sorun zamanında diyet borcunu ödersiniz. Ayrıca Türkiye ekonomik, siyasi ve politik olarak büyüyor. Sınırlar büyümese bile etki alanınız büyüyor. Neredeyse Ortadoğu’yu, Avrasya’yı, Kuzey Afrika’yı etkileyecek noktalara gelmişiz. O bölgelerde çıkarları olanların ayaklarına basmış oluyorsunuz. Türkiye’nin bundan aylar öncesindeki dış politika etkisi ile bugünkü dış politika etkisi aynı mıdır? Dışişleri Bakanı, Başbakan, Türk toplumu bütün enerjisini şimdi Kuzey Irak’taki operasyonlara ayırdı, bu konuya endekslendi. Basın, sivil toplum örgütleri bu konuyu tartışıyor. Bu bir ülkenin enerjisini çalmak demektir. PKK sadece maddi zarar vermedi, sadece evlatlarımızı almadı, enerjimizi ve geleceğimizi de çaldı.

-Sınır ötesi operasyon ne kadar sürer?

Başbakan’ın konuşmasına bakmak lazım, süre vermedi. “Nihai hedefe ulaşıncaya kadar” dedi. Nihai hedefin ne olduğunu Başbakan ve Genelkurmay Başkanı bilir. Bu da PKK’nın bölgeden temizlenmesidir. PKK’nın karşısında şimdi onlardan daha eğitimli birlikler var. Bizim özel kuvvetlerimiz yabana atılamaz. Sırf bu iş için eğitilmiş askerlerimiz görev başında.

25.10.2011, AKSİYON DERGİSİ, İDRİS GÜRSOY





24 Ekim 2011 Pazartesi

YAZICIOĞLU NEDEN HEDEFTİ?


İDRİS GÜRSOY AKSİYON, 10 10 2011
Türkiye’de her yapının içine sızmalar var, her yapının içinde devletin görevlisi, MİT’in elemanı var, başka istihbarat örgütlerinin sokmaya çalıştığı veya soktuğu insanlar  var.” Bu sözler BBP Genel Başkanı Mustafa Destici’ye ait. Destici, şu an bile gençleri ‘Ne duruyorsunuz?’ diyerek sokağa çekmek isteyenler olduğuna işaret ediyor. Hrant Dink suikastına karışan sanıklarla ilgili Trabzon’a giderek hazırladıkları raporu Devlet Denetleme Kurulu’na (DDK) verdiklerini söylüyor. Raporda, Yasin Hayal, Ogün Samast, Erhan Tuncel’in ilişkilerine dikkat çekilip derin bağlantılarının ortaya çıkarılması isteniyor. Destici, 2007 öncesi darbe planı yapanların bir yandan da BBP’yi DYP ile ittifaka zorladığını söylüyor. “Muhsin Bey, bütün bu planları bozdu.” diyor.
Ergenekon, irtica ile mücadele eylem planı, internet andıcı ve Balyoz davaları Türkiye’de yeraltı örgütlerinin çalışma usullerine ilişkin pek çok gerçeği gün yüzüne çıkardı. Derin devlet adına hareket eden bazı yapılar ‘irtica ile mücadele’ adı altında çeşitli planları uygulamaya soktu. Peki, BBP ve Alperen Ocakları son dönemde işlenen cinayetlerle neden bağlantılı gibi gösterilmeye çalışıldı? Amaç neydi?
Turgut Özal’ın cumhurbaşkanlığına aday olmasından sonra Türkiye’de yeni bir süreç başladı. Devlet içinde bazı birimler irticanın, bölücü tehdidin önüne geçtiğine dair değerlendirmeler yaptı. Bazı partiler, dinî cemaatler, tarikatlar, dernekler ve kurslar hedef seçildi. İrtica ile mücadele adı altında bazı kanunların çıkarılması için hükümetlere baskı yapıldı. Diğer taraftan Müslümanları şiddet eylemlerinin içine çekebilmek için çeşitli fason örgütler kuruldu. Bazı cinayetler dindarlara fatura edilmek istendi. Dev–Sol’un Bedri Yağan kanadı tasfiye edilerek bu örgüte faili meçhul cinayetler işlettirildi.
28 Şubat, seçimle iktidara gelmiş Refah Yol Hükümeti’ni devirdi; ancak cemaatlere yapılmak istenen operasyonlar yarım kaldı. 2002 seçiminde AK Parti’nin iktidara gelmesi ile düğmeye yeniden basıldı. Planlar güncellendi. Hedef bu sefer AK Parti ile birlikte ona destek verdiği düşünülen cemaatlerdi. ‘İrticayı tasfiye edebilmek için, teröre bulaşmamış cemaatlerin teröre bulaştırılması gerekiyordu. PKK’yı kullanarak Kürtleri nasıl şiddetin içine çektilerse Müslümanlar için de benzer bir plan uygulandı.
Merkez atlama taşı olarak Muhsin Yazıcıoğlu’nun partisi kullanılacaktı. Sol ve sağ örgütlere sızmak için şu yol izleniyordu. Örneğin Dev–Sol’un içine adam sokulacaksa önce başka bir sol örgütün içine adam sokuyorlar, sonra bu eleman Dev–Sol’a gidiyor. ‘Sen neredeydin?’ diye sorduklarında, ‘falan sol örgütte’ deyince, kabul ediliyor. ‘Sokaktan geldim’ dese sorgudan geçecek. Örgüt kullanarak başka bir örgüte sızılıyor. 28 Şubat sürecinde ve sonrasında bu metod ‘irticai gruplar’ için uygulandı. Alperen Ocakları’na yakınlaştırılan bazı kişilere eylemler de yaptırdılar. Hrant Dink, Rahip Santario ve Zirve Yayınevi katliamında bazı sanıkların izlerinin BBP’ye çıkmasının sebebi buydu. Muhsin Yazıcıoğlu, tam da bu sırada “Bizim tarlayı bizden habersiz sürmüşler.” dedi ve tedbirini aldı. Dink cinayeti sonrası Trabzon’a bir heyet göndererek rapor hazırlattı. BBP hedef gösterilirken raporda şu dikkat çekici sorulara cevaplar isteniyordu: “Yasin Hayal, tutuklu iken duruşmalara katılmanın haricinde, herhangi bir sebeple ceza ve tutukevi dışına çıkarılmış mıdır? Çıkarılmış ise, nerelere gönderilmiş, kimlerle karşılaşmıştır? Erhan Tuncel muhbir midir, yoksa bir operasyon elamanı mı? Erhan Tuncel’in herhangi bir sosyal güvenlik kurumunda kaydı var mıdır? Ogün Samast, Erhan Tuncel ve Yasin Hayal, son iki yıl içerisinde uçakla seyahat etmiş midir? Trabzon’a turist, gazeteci, bilim adamı veya iş adamı olarak gelip konaklayanların, Kimlik Bildirme Kanunu’na göre, sağlıklı bir şekilde kayıtları tutulmuş mudur?” Yazıcıoğlu, “Tarlayı haberimiz olmadan sürmüşler.” çıkışını yaparken aslında bu planları yapıp uygulamaya sokanlar kadar, kamuoyunu ve dinî cemaatleri de uyarıyor, “Benden gelen bazı kişilere dikkat edin!” diyordu.
Yazıcıoğlu’nun dik duruşu ve tarlasını sürdürmeme konusundaki kararlılığı olmasa plan şu şekilde işleyecekti: Alperen Ocakları’na olduğu gibi bazı dinî guruplara silahlı eylem, ajitasyon eğitimi verilmiş kişiler sızdırılacaktı. Yurtlara girilecek, hatta evler kurdurulacaktı. Erzincan’da bu planları uygulamak istediler. Ergenekon soruşturmaları ile planlar deşifre olmasaydı; bunlara azınlıkları hedef alan cinayetler işlettirilecek ve bazı cemaatler terör örgütü kapsamına sokulacaktı. Faillerin izi sürüldüğünde veya yakalandıklarında o cemaatler birer terör örgütüne dönüşecekti. Terör örgütünden dolayı hepsi toplanıp içeri tıkılacaktı. Dış dünya da şunu diyecekti; “Türkiye’deki dinî gelişmeler, siyasetteki muhafazakâr yükseliş, yabancı düşmanlığını artırıyor. Hrant Dink gibi Ermeni bir yazar öldürülüyor. Hıristiyan ve Ermeni cemaatinin önde gelenleri suikasta kurban gidiyor. Siz Türkiye’de hoşgörü gösteriyorsunuz ama Mahmut Hoca’nın, Fethullah Hoca’nın yandaşları ve AK Partililer birer yabancı düşmanı olmuş, misyonerleri kıtır kıtır kesiyorlar.” AK Parti’ye karşı şüpheler artacak, dinî gruplara Amerika, Almanya ve AB’nin de hoşgörüsü olmayacaktı.
2007 seçimleri öncesi bir taraftan darbe planları yapılırken diğer taraftan siyaset dizayn edilmek istendi. BBP Genel Başkanı, bütün bu süreçte demokrasiden yana tavır koydu. Peki BBP’ye hangi baskılar yapılmıştı? Bu soruları Yazıcıoğlu’nun en yakınındaki isim ve bugün genel başkan olan Mustafa Destici’ye sorduk.
-BBP siyasi operasyona maruz kaldı mı?
2007 seçimi öncesi partiye çok katılımlar olmuştu. Kamuoyunun yadırgadığı kişiler de vardı. Bunlar partiyi diğerleri ile özellikle DYP ile ittifak yaptırmak istedi. ‘Genç Parti ile yapalım’ diyenler bile oldu. Başkan bu süreci okuyup bağımsız aday olarak girdi.
-Neden? Yapılmak istenen neydi?
Mevcut iktidara bir alternatif aranıyordu. AK Parti’den kurtulmanın yolu belli yapılar oluşturmaktan geçiyordu. Bir taraftan CHP’yi güçlendirir, MHP’yi diri tutarken, diğer taraftan da bir çatı partisinin Meclis’e girmesi hesapları yapıldı. Madem AK Parti’nin iktidar olmasını engelleyemiyoruz, ne yapmamız lazım? Üçüncü bir ayak Meclis’e sokulmalı ki bu iktidar engellensin. Birileri darbe planı yaparken birileri de siyaseten ‘bunun önünü nasıl keseriz’ hesapları yaptı. Genel Başkan bunu görüp tek başına aday olunca sonradan gelenlerin tamamı partiden ayrıldı, hatta suçlayıcı bir şekilde tefrikalar yayımlayarak ayrıldılar. Onların hepsi gitti. Başkan bağımsız seçildi geldi.
-Bütün bunların arkasında cumhurbaşkanlığı seçimleri mi vardı?
Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı seçtirmek istemiyorlardı. 367’yi ortaya attılar.  Abdullah Bey destek turlarına çıktığında, kendisini genel başkanımız Yazıcıoğlu ile birlikte ağırladık Meclis’te. Muhsin Bey bu süreçte şahsiyetli davrandı, dik bir duruş sergiledi. “Hemen size desteğimi açıklayayım.” dedi. Gül, “Ben tek oyunuza talip değilim, sizin topyekûn ülkeye yayılmış desteğinize talibim.” deyince hafta sonu kurultayda delegelerin de desteğini alarak açıklamasını yaptı. İlk yaptığımız toplantıda da dedi ki, “Partiye katılımlarla gördük ki olmuyor, biz kendi arkadaşlarımızla yürüyeceğiz bundan böyle. Tarlayı kiminle sürersem onunla biçeceğim.”
 -Suikast iddiaları BBP tabanında nasıl karşılanıyor?
Muhsin Bey’in bir suikasta kurban gittiği ihtimali son gelişmelerle pekişti. Ama bunu söyleyemiyoruz. Yüzde bir de olsa başka bir ihtimal varsa temkinli hareket etmek istiyoruz. Cumhurbaşkanı’nın dediği gibi belki bunu bir soruşturma raporu ile kapatıp gideceklerdi. İstenen oydu. O zaman ve şimdi de yapılmaya çalışılıyor, ‘tabanımız ve gençlerin üzerinden kaos çıkarılmak isteniyor; ‘İşte öldürüldü, ne duruyorsunuz başkan? Gidin gereğini yapın’ deniyor. Ama biz bu süreçte dışarıdan provokasyon girişimlerine karşı yıpratılmayı da göz önüne alarak dirençle durduk. Hukukun içinde kalmaya hassasiyet gösterdik. Ancak duyumlar alıyoruz, ‘artık ne duruyorsunuz, gereğini neden yapmıyorsunuz’ diyorlar gençlerimize. Bu sürece yine zarar verir. Çünkü bir kargaşa ortamı oluştrularak dosya kapatılmak istenebilir. Bunu yapanlar kaostan besleniyor.
-Gençleri kullanmak isteyenler oldu mu?
Başkan’ın vefatından sonra geçen iki buçuk yıl içinde Alperen Ocakları’nı yine hiçbir yerde kullanamadılar. Kullanabildiler mi? Onun arkada bıraktığı kadrolar da onun gibi düşünen insanlardı. 78’de tanıştık, Nizam-ı Âlem ve Alperen Ocakları’nda yetiştik. Dolayısıyla onun üslubu ve usulü neyse bizim de o, onun davası ne ise bizimki de o.
-Tarlayı sürmüş olamazlar mı?
-Muhsin Yazıcıoğlu’nun başında olduğu tarlayı kim sürecek? Sürebilir mi? Benim başında olduğum tarlayı sürebilir mi? Sürmeye kalkabilir ama ben buna müsaade eder miyim? Benim müsaade etmediğim bir şeye Muhsin Yazıcıoğlu müsaade eder mi? Etmez.
-Sizin dışınızda gençlere el atanlar olabilir mi?
Derneklere koyduğumuz arkadaşlara güveniyoruz. Gençlik teşkilatı olarak algılanıyor ama bir dernek orası. Elbette ki arkadaşlarımızın var olmasının sebebi Alperen ruhunu yaşatmaktır. Millî manevi ruha sahip, bu ruhu yaşayabilecek, vatanın birliği noktasında fedakârlığa hazır bir gençlik yetiştiriliyor. Ama Türkiye’de her yapının içine sızmalar var, her yapının içinde devletin görevlisi var, MİT’in elemanı var, başka istihbarat örgütlerinin sokmaya çalıştığı veya soktuğu insanlar da var. Bu sadece Alperen Ocakları için değil, her cemiyet, ocak, cemaat için söz konusu. Bunları arı tutabilmeniz sizin dirayetinize, politik söylemlerinize bağlı. Bu arkadaşlarımız işin bilincinde, fevri şeyler olabilir, bu her yerde olabilir. Ama Alperen Ocakları hukukun içindedir. Kararlı bir şekilde inandığı davasını hukuk dışına çıkmadan yerine getiriyor, getirmeye devam edecek.
BBP raporunda Trabzon hücresi Hrant Dink cinayetinden sonra sanıkların Nizam-ı Âlem Ocakları ile ilişkili olduğu ileri sürülmüştü. Dink’i öldüren Ogün Samast, Trabzon Alperen Ocakları’na gidiyordu, ancak kaydı yoktu. Cinayeti azmettirmekten yargılanan ve Mc Donalds’ın bombalanması eylemini yapan Yasin Hayal’in de Alperen Ocakları ile ismi anılmıştı. Erhan Tuncel’in Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte fotoğrafı ortaya çıkmıştı. Danıştay cinayetini işleyen Alparslan Arslan ve Zirve Yayınevi katliamı sanıklarından Emre Günaydın için de benzer iddialar ortaya atılmıştı. BBP’nin Trabzon raporunda adı geçen kişilerin Alperen Ocakları ile ilişkisinin olmadığı ortaya kondu ve derin bağlantıların araştırılması istendi.
Konuşabilirdi Yazıcıoğlu 80 öncesi derin yapılanmaları iyi biliyordu. 12 Eylül’de cezaevinde nefis muhasebesi yaptı, niçin var olduklarını düşündü. MHP ile yollarını ayırıp Nizam-ı Âlem ve Alperen Ocakları’nı kurdu. İslami tonları olan bir gençlik yapılanmasının daha faydalı olacağını düşündü. Bu arada eski ilişkileri sebebi ile pek çok bilgi ve belge kendisine akıyordu. Hem derin yapıların planlarına engel olması hem de çok şey biliyor olması onu hedef hâline getirmişti.

10.10.2011
İDRİS GÜRSOY

8 Ekim 2011 Cumartesi

Türkiye, kendi Vietnam’ına çekiliyor

Gün aşırı yaşanan terör saldırılarının bir anlamı var aslında. Bunu en iyi okuyanlardan biri, hayatını Kürt meselesine adamış Orhan Miroğlu. Ona göre, topyekün saldırıların hedefinde etnik çatışma var. Tabii asıl maksat bir adım sonrası: Yeni bir Vietnam vakası.

http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-30578-turkiye-kendi-vietnamina-cekiliyor.html

5 Ekim 2011 Çarşamba

KİTAP ZAMANI/ DARBELERİN UZUN TARİHİ

İDRİS GÜRSOY ülkemizde darbelerin röntge-nini çeken, bizi o günlere götüren söyleşilerini Darbenin Şahitleri adlı kitapta topladı. Meseleye birden fazla pencereden bakan bu söyleşiler, ortaya panoramik bir darbe tarihi fotoğrafı koyuyor

YUSUF GÜNDÜZ, ZAMAN, 6 EKİM 2011
Bir eylül ayını daha geride bıraktık. Bir türlü kabuk bağlamayan yaralarımız hâlâ taze. Kazısanız tarihimizi, hissemize her ay bir acı düşecek neredeyse. Gençlere kıyıldığı, insanların üçer beşer darağaçlarına gönderildiği bir tablo var karşımızda. Bir başbakanın asılışına varan cinnet, koca bir cumhuriyet döneminin günümüze kadar sürecek bunalımlarının müsebbibi aslında. Nereden başlayacağımızı tam bulduğumuz esnada yine aynı tabloyla baş başa kalmak, bir gece yarısı sevdiklerimizi nereye çıktığı belli olmayan bir yola uğurlamak… Yaşayanlar, bilenler için keskin bir kıymığın cana batmasıdır darbe, yeni nesiller için bir uzak zaman masalı belki de.


Yakın zamana kadar en ‘baba’ siyasetçileri bile şapkasını alıp gitmeye mecbur eden bu düzen, yeni yeni yargılanır, eleştirilebilir oldu. Geçmişin aksine bugünlerde gazeteler, radyolar (istisnaları olsa da) darbeci bir zihniyetin alkışlanamayacağı ve hatta cezalandırılması gerektiği hususunda hemfikir. Peki, tarihin bu kara kutusu birkaç yayınla açığa vurulabilir mi? Bu çok da mümkün değil. Çünkü bu ülkede yaşanmış her darbe birden çok zümrenin canını yakmış. Bu acıların fotoğrafını çekmekse gazetecilere kalmış. Bu işe kafa yoran gazeteci zümresinden bir isim İdris Gürsoy. Epeydir Aksiyon dergisinde ülkemiz darbelerinin röntgenini çeken, bizi o günlere götüren söyleşilere imza atıyordu. Tam bunlar dergilerde kaybolup gitmemeli diyorduk ki, Gürsoy söyleşilerini Darbenin Şahitleri adlı kitapta topladı. Meseleye birden fazla pencereden bakan bu röportajlar bir araya gelince de ortaya panoramik bir darbe tarihi fotoğrafı çıkmış oldu. Darbelerimizi ve darbecilerimizi, aralarındaki onca yıla rağmen tek kareye sokan, aynılıklarını ortaya çıkaran ibretlik bir fotoğraf bu.



Acı bir cinnetin tecellisi: 1960



Biz de fotoğrafı sol baştan incelemeye başlıyoruz. Cumhuriyet tarihinde faturası en ağır darbe sayılan 1960 çıkıyor karşımıza. Yazarın bununla ilgili yaptığı söyleşilerde konuşanlara dönemin son tanıkları denilebilir. Bir başbakan ve bakanlarının asılışına kadar süren bu cinnet halinin nasıl başladığını anlatıyor bu isimler. Konuşanların içinde her cenahtan insanın olması meseleyi doğru analiz etmek için iyi bir fırsat. Bunların içinde kimler yok ki! 27 Mayıs darbesinin fitilini ateşleyen Yeşilhisar olaylarını başlatan Yeşilhisar CHP İlçe Başkanı Mustafa Ünal’ın oğlu Ahmet Ünal’dan Menderes’in Ulaştırma Bakanı Arif Demirer’in oğlu Mehmet Arif Demirer’e kadar birçok insan darbenin fitilinin nasıl tutuştuğunu anlatıyor. Bu dönemi anlatanlar arasında hükümete karşı öğrenci hareketlerini organize ettiğini söyleyen Orhan Birgit de var. Merhum başbakan Adnan Menderes’e darbe yapılmasından önce çıkan haberlerin dezenformasyon olduğunu kabul ediyor Birgit. O zaman CHP’nin talimatıyla darbeci dokuz subayı da hapisten çıkardığını anlatan Birgit, anlattıklarıyla Ergenekon sürecinde yaşanan sulandırma çabalarını bir nebze de olsa anlamamızı sağlıyor. İkisi arasında yıllar olsa da, yaşananlar birbirine o kadar benziyor ki!



Demirel’in kaybettiği imtihan



1970’te bir ayar daha veriliyor Türkiye’ye. Sonra acı bir tecrübe olan 12 Eylül ve ardında bıraktığı sorunlar konuşuluyor kitap boyunca. Turgut Özal’ın yakın arkadaşı ve eski bakan Vehbi Dinçerler, Özal’ın darbe sonrası devleti toparlarken yaşadığı zorlukları anlatıyor. Eski başbakanın neden suikasta uğradığı da bu söyleşiyle anlam kazanıyor. Bülent Ecevit’in uğradığı saldırılar ve onu saf dışı etme çabaları, susmak yerine hakkı dillendirmeyi yeğleyen bir ağızdan gün ışığına çıkıyor: Ecevit’in koruma müdürü Recai Birgün. Onun anlattıkları da şimdilerde mahkeme salonlarında nutuk atan, kahramanlık yelkenlerini rüzgâra yaslayan, fakat her bir yelkene kırk yama takmadan takasını düz tutamayan darbecilerin aslında ne zamandan beri iş başı yaptığını gösteriyor.



Kitabın en trajik mülakatlarından biri bu sene vefat eden eski başbakan Necmettin Erbakan’a ait. Merhum başbakanın en dikkate değer cümlesi, 28 Şubat döneminde Demirel’in darbecilerle beraber hareket ettiğine dair. Bir subayın bir başbakanı tehdit edebildiği günlerde hakarete uğramış bir şekilde koltuğu bırakan Erbakan, vefat etmiş olsa da dönemin en yakın tanığı olarak gerçekleri insanlığın belleğine kaydederek ebedî âleme irtihal etmiş. 28 Şubatçıların yargılanmaya değil nasihate ihtiyaçları olduğunu söyleyen Erbakan’ın, o talihsiz günlerin görünmeyen, konuşulmayan yanlarını samimiyetle anlattığı bu röportaj merhum başbakanın son söyleşisi olması yönüyle de büyük önem taşıyor.



Kılıçdaroğlu’nun anlattıkları



Bir de daha dün gibi zihnimizde duran 27 Nisan tarihi var kitapta. Tarihe e-muhtıra adıyla kazınan internet belgesinin yayınlanmasının ardından AK Parti’nin duruşunu eski siyasetçi Hasan Celal Güzel değerlendiriyor. Hükümetin dik duruşunun ve ardından erken seçime giderek yüzde 47’lik bir başarı göstermesinin darbenin önüne geçtiğini belirtiyor usta siyasetçi. Bu bildiriye sessiz kalınmamasını ise demokrasi tarihimiz açısından bir dönüm noktası olarak yorumluyor. Konu darbenin şahitleri olur da Aydın Menderes’le konuşmadan olur mu hiç! Menderes sadece 60 darbesini değil, günümüz siyasetinin geldiği noktayı da dikkatlere sunuyor. Demokrat Parti üzerine siyaset yapan Süleyman Demirel ve Hüsamettin Cindoruk gibi isimlerin tek parti zihniyetine döndüklerini de ekliyor sözlerine.



Yakın zamanın en önemli tanıklarından olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın eski danışmanı Yalçın Akdoğan’ın söyleşisi de kitabın ilginç bölümlerinden. Anayasa’daki değişiklik için yapılan referandumdan sonra yüzde 58’lik ‘evet’in tahlilini günün gelişmeleriyle birlikte ele almış Akdoğan. Kitabın sonuna doğru ise darbe ve darbecilerle dirsek temasını tarihin hiçbir döneminde kesemeyen CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile yapılmış söyleşi var. Seleflerinin aksine Kılıçdaroğlu, 27 Mayıs dâhil bütün darbelere karşı olduğunu söylüyor. “Darbe olursa tankların önüne en önce ben çıkarım” diyen Kılıçdaroğlu’nun burada anlattıklarına bakılırsa ülkede darbe tehdidi değil, sadece darbe paranoyası var. Vefatından beri geçirdiği kazanın ardındaki şüphelerden ötürü hep konuşulan Muhsin Yazıcıoğlu için yazılmış bir yazı da onun davasını ve şahsiyetini anlatıyor kitapta. Bu isim de Türkiye’nin darbelerle imtihanının ne kadar ağır olduğunu bir kez daha hatırlatıyor bize.



Bu mülakatlar hakkında söylenecek çok şey var aslında. Bütün söyleşilerden anlaşılıyor ki, darbecilerin yöntemi tarihin hiçbir diliminde değişmemiş. Önce memleket çapında infial havası oluşturmak, ardından yönetime el koymak, demokrasiye ve vatandaşın vicdanına, fikrine balans ayarı vermek onlar için sıradan şeyler. Hatta olması gereken bu. Ergenekon davasında darbeci zihniyetin yaptığı savunmalar bunun bir tezahürü. Bu ibretlik söyleşileri okuduktan sonra darbecileri yargılamak mı lazım, yoksa kulak çekip nasihat etmek meseleyi halleder mi, bu da milletin vicdanına kalmış.
DARBENİN ŞAHİTLERİ, İDRİS GÜRSOY, KAYNAK YAYINLARI, 238 SAYFA, 8 TL





DARBENİN ŞAHİTLERİ, YAYINEVİNİN HAZIRLADIĞI TANITIM VİDEOSU