29 Nisan 2014 Salı

Zehir Hafiye ve Meclis’e gece yarısı baskını

Zehir Hafiye ve Meclis’e gece yarısı baskını

Zehir Hafiye ve Meclis’e gece yarısı baskını

28 Nisan 2014 / İDRİS GÜRSOY
1965-69 arasında Adalet Partisi (AP) kabinesinde İçişleri Bakanlığı yapan Faruk Sükan, bir gece yarısı Meclis’i basmış, milletvekili odalarını aratmıştı. İsmet İnönü’nün söylediği, “Eşkıyanın bu gece ne yapacağı belli olmaz!” sözlerinin bizzat muhatabıydı.
'İçişleri bakanı olarak söylüyorum, devlet aleyhine faaliyette bulunanların, nizamı bozmaya çalışanların evet nefes alışını bile takip etmekteyiz.” Bu sözler Faruk Sukan’a ait. 1965/69 arası AP Hükümeti’nin İçişleri Bakanı Sükan, komünist tehlikesine karşı devletin gücünü temsil ediyordu. ‘Zehir hafiye’ lakabı ile ün yaptı. Meclis’e bir gece yarısı baskın yaparak milletvekillerinin odalarını arattı. İsmet İnönü’nün “Meclis’e tecavüz edenleri cezalandırmalıyız. Eşkıyanın bu gece ne yapacağı belli olmaz!” dediği bakandı. Meclis’te TİP’lilerin tekme tokat dövülmesinin fitilini ateşlemişti. Peki, Sükan kimdi?
Sükan, tıp fakültesi mezunuydu. 1961’de AP’den Konya Milletvekili olarak Meclis’e girdi. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı görevlerinde bulundu. 1965-69 arasında İçişleri Bakanlığı yaptı. Bu görevdeyken partinin seçim işlerinden sorumlu tutulması CHP’nin tepkisini çekti. 1966’da “Türkiye darülaceze değildir, hırpani turistler kapı dışı edilecek.” sözleri tartışmalara sebep oldu. Sükan, sokak hareketlerine karşı tavizsiz ve şiddete varan sert tedbirleri ile muhalefetin hep hedefiydi. TİP Başkanı Mehmet Ali Aybar, tertiplerin başı olmakla suçladığı bakanın istifasını istedi. CHP milletvekilleri de gensoru verdi.
1965 yılında Adalet Partisi sandıktan zaferle çıktı. 1967’den itibaren sokak hareketleri başladı. Anarşi tırmandı. Rejim ve devlet için komünizm büyük tehlikeydi. Marksist Leninist örgütler takip altındaydı. Süleyman Demirel’in başında bulunduğu AP Hükümeti güvenlik politikalarına ağırlık vermişti. Sol hareketler ezilmeye çalışılıyordu. Cadı avı vardı. TİP, komünizmin parlamentodaki uzantısı olarak kabul ediliyordu. 1968’deki bütçe görüşmelerinde TİP milletvekilleri AP’liler tarafından dövüldü ve Meclis’ten atıldı. Gergin ortamın fitilini ateşleyen ise Faruk Sükan’dı. Kürsüde doğrudan TİP’lilere şöyle seslenmişti: “Türkiye’de ne kadar bozguncu hareket varsa içinde TİP’liler vardır. İçişleri Bakanı olarak söylüyorum, devlet aleyhine faaliyette bulunanların, nizamı bozmaya çalışanların evet nefes alışını bile takip etmekteyiz.” Sükan, TİP’lileri Moskova’nın emri ile hareket etmekle suçlayınca Çetin Altan itiraz etti. AP’liler Altan’ın üzerine çullandılar.
Dokunulmazlığa dokundu!
Faruk Sükan’ı asıl tarihe geçiren olay Meclis’e yaptığı gece yarısı baskınıydı. 22 Şubat 1962-63 kalkışmaları zor bastırılmıştı. Darbe korkusu vardı. ‘MDO’ imzası ile teksir kâğıtlarına milletvekillerini kötüleyen, Adalet Partisi’nin aleyhine yazılar yazılıp AP’lilerin dolaplarına atılıyordu. İsmet İnönü başbakandı. Turan Feyzioğlu “MDO’nun kim olduğunu bilseniz ödünüz patlar sizin.” dedi. Başbakan yardımcısı MDO hakkında bilgi vermedi, ne tedbir aldığını söylemedi. Sadece AP’yi tehdit etti. Bir süre sonra bildirilerin arkası kesildi ve gündemden düştü.
Faruk Sükan’ın İçişleri Bakanı olduğu dönemde (1965-69) bildiriler tekrar ortalarda dolaşmaya başladı. 4 Mart 1966’da AP milletvekillerinin dolaplarına konulan, ‘Millî Devrim Ordusu’ imzalı bildiri heyecana sebep oldu. AP Hükümeti, siyasi milliyetçiliğe aykırı hareket ettiği için kınanıyor ve TSK’nın idareye el koyarak hükümeti devirmesi isteniyordu! Demirel’e de darbe ihbarları gelmişti. Hükümet soruşturma başlattı. Nerede basılıyordu bu bildiriler? Meclis’te her gruba bir teksir makinası verilmişti. Emniyet Müdürlüğü de yapmış Giresun Milletvekili Ethem Kılıçoğlu teksiri incelemiş, MDO bildirisinin Millî Birlik Komitesi grubuna verilen teksir makinasından çıktığını tespit etmişti. Bakanlığa bu yönde bilgiler de gelmişti. Meclis’teki bazı milletvekili ve senatörlerin işbirliğinden söz ediliyordu. İçişleri Bakanı Faruk Sükan, polisi harekete geçirdi. 7 Mayıs gecesi polisler, TBMM’ye gitti. Ulus gazetesinde çıkan bir habere göre, Bakan da bizzat aramaya katıldı. Meclis’teki bütün görevliler asker kökenli olduğu için bu baskın, 27 Mayıs grubuna haber verildi. CHP lideri İnönü de sert tepki gösterdi.
O gece Meclis’te ne yaşandı? 7 Mayıs 1966, saat 02.00… TBMM önünde olağanüstü bir hareketlilik vardı. Onlarca resmî ve sivil polis TBMM’den içeri girdi. Polislere iki Meclis idare amiri eşlik etti: Zühtü Pehlivanlı ve Hilmi Onat. Meclis İdare Amiri Pehlivanlı’yı İçişleri Bakanı Faruk Sükan telefonla aramış ve Meclis’te olmalarını istemişti. O gece TBMM’nin dokunulmazlığı ayaklar altına alındı. Polis, AP’nin grup odası dışında her yeri didik didik etti. Yapılan aramada özellikle teksir ve daktilo makineleri üzerinde duruldu. Sabaha karşı biten aramalarda bazı bildiriler bulundu. Olayı sabah saatlerinde duyan CHP lideri İsmet İnönü, “İlk vazifemiz Meclis’e tecavüz edenleri cezalandırmaktır. Vakit geçirilemez. Eşkıyanın bu gece ne yapacağı belli olmaz.” diye demeç verdi. Sükan ise hesabını veremeyeceği kanun dışı bir işinin olmadığını belirtti.
Aynı gün, olayın olağanüstü bir toplantıyla Meclis’te görüşülmesini isteyen CHP’nin teklifi Meclis Başkanlığı tarafından reddedildi. TBMM’ye yaptırdığı gece yarısı baskınından dolayı Faruk Sükan’a ‘Zehir Hafiye’ adı takıldı. Bakan Sükan’ın, muhalif milletvekillerinin telefonlarını dinlettiği de ileri sürülüyordu. Bakana Süleyman Demirel sahip çıktı. Sükan kendini; “Ben devlet düşmanlarının nefes alışlarını bile biliyorum. Hukuk dışı, hesabını veremeyeceğim hiçbir işim yok.”diye savundu.
1921 yılında Karaman’ın Külhan Mahallesi’nde doğan Sükan, İstanbul Tıp Fakültesi mezunuydu. 1950 yılına kadar serbest doktor olarak çalıştı. Dr. Sükan, 1957-1960 yılları arasında Ereğli Belediye Başkanlığı yaptı. 1961’ den 12 Eylül 1980’e kadar aralıksız 5 dönem Konya milletvekili seçilen Dr. Faruk Sükan, Türk siyasi hayatının en uzun süre bakanlık görevinde bulunan siyaset adamlarından biriydi. Sükan, 1965-1969 yıllarında İçişleri Bakanlığı   1978-1979 yıllarında Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı yaptı. 2005 yılında Ankara’da hayatını kaybetti.
Bugünlerde komünizmin yerini ‘paralel yapı’ aldı. Fişlemeler ve tasfiyeler yaşanıyor. 25 Aralık 2013’te Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı hükümet revizyonunda “dışarıdan” atanan İçişleri Bakanı, parti devletinin gücünü temsil ediyor. “Mahkeme kararına gerek yok. Kapısını kırın, o adamı alın”, “Gerekirse yasa yapar, yaptığınızı suç olmaktan çıkarırız, savcıdan korkmayın siz!” skandal sözleri ile daha neler yapabileceğinin ipuçlarını veriyor. ‘Zehir hafiye’ ruhu Meclis’in üzerinde dolaşıyor.

24 Nisan 2014 Perşembe

Özal’ın son yolculuğu Türk okulları içindi


21 Nisan 2014 / İDRİS GÜRSOY
Cumhurbaşkanıyken Orta Asya ve Balkanlar’daki Türk okullarının önündeki engelleri kaldırmak için seferber oldu. Vefatından önceki son iki gezisinin tek gündemi bu okullardı. İşte Turgut Özal’ın Hizmet Hareketi’ne ve Fethullah Gülen Hocaefendi’ye bakışı.
‘Arkadaş, ben sizin için, bu okullar için gidiyorum. Gitmiyorsanız, ben de gitmiyorum!’ 8. Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal, 1993’ün ilkbaharında önce Balkanlar, ardından Orta Asya gezisine çıkmıştı. Orta Asya seyahatine gitmek istemeyen bir kişiyi bizzat telefonla aramış ve sitem dolu bu sözleri söylemişti. Özal, Balkanlar’daki ilk Türk okulu olan Mehmet Akif Ersoy Koleji’ni (Arnavutluk) açmış ve müthiş heyecanlanmıştı. Doktorlarının ve yakın çevresinin uyarılarına rağmen, 3 Nisan’da da Türk cumhuriyetleri gezisine çıktı. Beraberinde kalabalık bir heyet vardı. Bu, Özal’ın son gezisi olacaktı. 15 Nisan’da yurda döndü. 17 Nisan 1993 Cumartesi günü hayata veda etti. Peki, Özal bu yorucu yolculuğa neden çıkmıştı? Başbakan Erdoğan’ın “Haşhaşi”, “ur”, “örgüt”, “virüs” diyerek bitirmeye çalıştığı Hizmet Hareketi’ne ve Türk okullarına nasıl bakıyordu?

Hizmet Hareketi, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin teşviki ile, 1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsızlığını kazanmış Türk cumhuriyetlerinde okullar açmak üzere seferber olmuştu. Özal da Soğuk Savaş’ın bitmesi ile başlayan yeni süreci, Türkiye’nin önüne yüz yılda bir gelecek fırsat olarak görüyordu. Balkanlar’dan Çin Seddi’ne kadar Türkçe konuşulacağını söylüyordu. Türk okullarının açılması için referans mektupları göndermişti. Ama birtakım engeller aşılamıyordu. Özellikle Türkiye’den bazı olumsuz raporlar ülke yöneticilerine ulaştırılıyor, okulların önü kesilmeye çalışılıyordu. Özal, Türk okullarına kendi okulları gibi sahip çıktı. Türkiye’nin geleceği açısından hayati önemde gördüğü girişimlerle ilgili süratli şekilde bir şeyler yapmak istiyordu. Devlet başkanları ile görüşerek tıkanıklıkların açılmasına çalışıyordu.
“İşte bu bizim esas hasletimiz”
Turgut Özal, uzun Balkanlar ve Orta Asya gezilerinde gittiği her ülkede temel atma törenlerine katıldı. Okul açılışları yaptı. Bazı okulların temeline harcı kendi elleriyle koydu. Heyet üyeleri yorgunluktan bitap düştüler. Zaman gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Halit Esendir, iki geziyi de adım adım takip etmişti. Peki, neler yaşandı bu ziyaretlerde?
22 Şubat’ta başlayan Balkanlar gezisinde ilk ziyaret yeri Bulgaristan’dı. Cumhurbaşkanı Jivkov, Sofya’da basılan Bulgaristan Zaman gazetesini kendisine gösterince Özal çok memnun oldu. Jivkov’a “Zaman Grubu yaptığı Bulgarca ve Türkçe yayınlarla iki ülke arasında dostluğa vesile olacaktır.” dedi.  İkinci durak Makedonya’ydı. Üsküp’teki resmî görüşmelerden sonra Ohri şehrindeki tarihî yerler Özal’a gezdirilirken programa iki tane de kilise ziyareti konulmuştu. Oysa Üsküp’te tarihî camiler ve Yahya Kemal Bayatlı’nın doğduğu yer vardı. Benzer değişiklik Arnavutluk’ta da yapılmıştı. Tiran programındaki cuma namazı ve Türk okulu ziyareti güvenlik gerekçesiyle iptal edilmişti. Hâlbuki 3-4 günlük Balkan gezisinde en büyük arzu, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Tiran’da yeni açılan Mehmet Akif Ersoy Koleji’ni ziyaret etmesiydi. Dışişleri devreye girmiş ve programı değiştirmişti. Koruma Müdürü Musa Öztürk sayesinde akşam saat 10’da Özal’ın kapısı çalındı. Süit dairede, lacivert renkli, beyaz çizgili pijamaları ile koltuğa oturmuş vaziyette misafirlerini kabul etti. “Siz onlara bakmayın, ben cumaya da gideceğim, okula da geleceğim.” dedi. Arnavut yetkililer, eski programda olduğu için okulu kontrol edip güvenlik tedbirlerini almışlardı. Dışişleri ve büyükelçiye rağmen konvoy 5 dakika içinde okula ulaştı. Öğrenciler, öğretmenler, veliler bahçede bekliyordu. Okul, birkaç ay önce ancak açılabilmişti. Özal ve beraberindeki yetkililer bahçeye gelince öğrenciler Türk ve Arnavut millî marşlarını okudular. İstiklal Marşı okununca herkes çok duygulandı. 4 katlı okulun ön yüzünde Özal’ın büyük resmi, her iki yanında ise Türk ve Arnavut bayrakları asılıydı. Özal, okulu ve sınıfları dolaştı, 3. katta yemekhaneyi gördü. Son katta olan yurda çıkmadı.
Yemekhanede aşçı önlüğü giymiş başörtülü bir bayan “Cumhurbaşkanım hoş geldiniz!” deyince Özal şaşırdı. “Siz kimsiniz? Türkçeyi çok iyi konuşuyorsunuz.” dedi. Bayan, “Ben okul müdürü Mehmet Bey’in eşiyim.” diye cevap verince Özal bu sefer daha çok şaşırdı: “Peki, mutfakta ne yapıyorsun?” Bayan, “Efendim, yurt kısmı bu ay açıldı. Aşçı bulamayınca bu çocuklara ben yemek yapıyorum.” cevabını verdi. Özal yanındakilere dönerek “Bakın işte fedakârlık bu! İşte bu bizim esas hasletimiz.” dedi. Bu fedakârlığı oradaki Arnavut yetkililere tercüme etmelerini söyledi, onlar da hayret ettiler. Bu, Özal’ın yurtdışındaki Türk okullarına yaptığı ilk ziyaretti. Herkes çok memnun olmuştu.
Özal, Balkanlar’dan sonra nisanda 13 günlük Orta Asya gezisine kalabalık işadamı ve gazeteci heyetiyle gitti. Önce Kırgızistan’ı ziyaret etti. Bişkek Erkek Lisesi öğrencileri Özal’ı Türk ve Kırgız bayraklarıyla, çiçeklerle karşıladı. Özal, Kırgızistan Cumhurbaşkanı Askar Akayev’e “Bunlar iyi insanlardır. Gençlerinizi iyi yetiştirirler.” dedi. Daha sonra Kazakistan’da Nursultan Nazabayav’e okulları sitayişle anlattı. Cuma namazında Kazak halkının büyük ilgisine mazhar oldu. Gittiği her ülkede yayımlanan Zaman gazetesini de inceliyor ve çok memnun oluyordu.
Özbekistan’ın başkenti Taşkent’te, Özbek-Türk Erkek Lisesi’ni İslam Kerimov’la birlikte ziyaret etti. Test cevap kâğıtlarının optik okuyucu ile değerlendirilmesini Kerimov’a büyük iftiharla anlattı. Bilgisayar laboratuvarlarını ve sınıfları birlikte gezdiler. Sınıflarda öğrencilerle görüştü. Türkçe ve İngilizce sorular sordu. Öğretmenlerin vize ve resmî oturum gibi problemleri vardı. Özal, bunları Kerimov’dan çözmesini rica etti. Kerimov, “Memnuniyetle yapacağını, hemen kol koyacağını (imzalayacağını)” ifade etti. Bu sefer Kerimov, Özal’dan bu okulda okuyan çocukları Türkiye’de üniversitelerde okutmasını istedi. Özal, “Bak sen kol koyup karar alıyorsun ama biz Türkiye’de hemen her şeyi yapamayız. Benim için bu sözü vermek zor.” dedi. Bunun üzerine Silm A.Ş. yetkilisi, “Sayın Cumhurbaşkanım biz bu çocukları ister Türkiye’de ister Amerika ve Avrupa’da okutacağız. Bizim adımıza söz verebilirsiniz.” dedi. Bunun üzerine Özal, Kerimov’a dönerek “Bak ben devlet olarak bu sözü veremiyorum ama bunlar ‘Biz yaparız’ diyorlar. Özel oldukları için bunu yapabilirler, ayrıca ben onlara güveniyorum, sözlerini yerine getirirler. Bunlar Türkiye’nin eğitimi en iyi bilen grubudur.” dedi. Kerimov gülerek “Tamam o zaman, anlaştık.” dedi.
Semerkant ve Buhara’da Özal’ı Türk okulu öğrencileri Özbek ve Türk bayraklarıyla karşıladı. Öğrencilerle konuştu, öğretmenleri tebrik etti. Sonra Türkmenistan’a geçti. Aşkabat’ta kendi isminin verildiği Turgut Özal Türk-Türkmen Lisesi’ni ziyaret etti. Bütün sınıfları gezdi. Memnuniyetlerini ifade etti. Saparmurat Türkmenbaşı’na da okulları övücü sözler sarf etti. Ertesi gün Selçuklu sultanlarının kabirlerinin bulunduğu Merv şehrine gitti. Burada Sultan Sencer ve Tuğrul Bey’lerin kabirlerini ziyaret etti. Merv’de bulunan Türk-Türkmen Okulu’nun öğrencilerinden bir grup, Özal’ı Merv Havaalanı’nda bayraklarla ve çiçeklerle karşıladı. Özal her gittiği yerde Türk okullarını görmekten çok memnun oluyordu.
Gezinin son durağı Azerbaycan’da, merhum Azeri Cumhurbaşkanı Ebulfeyz Elçibey tarafından onuruna verilen yemekte Özal’ın ilk gündemi yine okullardı: “Azerbaycan’da açılan Türk okullarına ben kefilim, bu okulların fikir mimarı Fethullah Gülen Hocaefendi, Türkiye’nin yaşayan Mevlana’sıdır.” dedi. Bu ifadeler bazı Dışişleri mensuplarının tepkisini çekse de o sözlerine devam etti: “Gençlerinizi vatanınıza, milletinize bağlı, imanlı ve bilimle donanımlı olarak ancak onlar yetiştirebilirler, geleceğinizi onlar kurabilirler.”

Özal, gezi boyunca tarihî camileri ve türbeleri de ihmal etmiyordu. Buhara’da Şah-ı Nakşibendi Hazretleri’nin kabrini ziyaret etti. Burada mescitte 2 rekât namaz kıldı. Gazeteci Servet Kabaklı, Nakşibendi Hazretleri’nin kabrinden biraz toprak aldı. Bunu gören Özal, “Al, al, bakarsın lazım olur!” dedi. Gerçekten Özal, 10 gün sonra ölünce  kabrine Nakşibendi Hazretleri’nin toprağı kondu.
“Bu insanlara laf anlatamadım”
Kazakistan’daki Ahmet Yesevi Haz-retleri’nin türbesinde ise duygusal anlar yaşandı. Namaz kılarken secdede uzun süre durdu, kalktığı zaman gözlerinden yaş akıyordu. Halil Şıvgın, yanına yaklaşıp koluna girdi. Şıvgın, o anları şöyle anlatıyor: “Türbeye Turgut Bey’le beraber girdik, bir veya iki basamaktı türbe. Çıkarken zorlanmasın diye ben namazımı erken bitirdim ve basamağın başında beklemeye başladım. Turgut Bey son derece inanmış ve bu inancını kimseye hissettirmeyen bir insandı. Orada namaz kıldı, büyük bir duada bulundu, gözleri yaşlıydı. Öyle bir feyz içindeydi ki gözleri doluydu. Bir damar sorunu vardı ve yürümekte zorluk çekiyordu. Bu zorluğundan dolayı da ben sanki onunla konuşuyormuş gibi yapıp koluna girerek zorlanmasını önlemeye çalışıyordum.”
Özal, Türk cumhuriyetlerinden çok yorgun ama memnun döndü. Türk okulları onu çok heyecanlandırmıştı. Heyette bulunan Prof. Şerif Ali Tekalan’a “Ben çok güzellikler gördüm. Döner dönmez Hocaefendi ile bir görüşelim.” dedi. Tekalan, hemen Hocaefendi’yi aradı. Ancak Özal’ın ömrü bu buluşmaya vefa etmedi.
13 günlük Orta Asya gezisinden sonra 17 Nisan 1993 Cumartesi günü Çankaya Köşkü’nde aniden rahatsızlandı. Hacettepe Üniversitesi Hastanesi’ne kaldırıldı. Fakat tüm müdahalelere rağmen kurtulamayarak vefat etti. Ölümü ile ilgili şüpheler dava konusu oldu. Vasiyeti üzerine Bakanlar Kurulu, Özal’ın İstanbul’da toprağa verilmesini kararlaştırdı. Vefatından dört gün sonra Ankara’dan İstanbul’a getirilen Özal’ın naaşı 22 Nisan 1993 Perşembe günü Fatih Camii’nde kılınan öğle namazından sonra Topkapı Mezarlığı’nda Adnan Menderes Anıtı’nın yanında hazırlanan mezarda toprağa verildi. Burası daha sonra Anıtmezar hâline getirildi. Naaşı Fatih Camii’nden Topkapı’ya ancak 3 saatte taşınabildi. Köylüsü, kentlisi; askeri, sivili; memuru, öğrencisi; kadını, erkeği bütün halk büyük bir izdihamla ona eşlik etti. O gün Fatih Camii tarihî günlerinden birini yaşadı. Fethullah Gülen Hocaefendi de cenaze namazındaydı. Özal’ın vefatı sonrasında Hocaefendi şu değerlendirmede bulundu: “Engin bir imanı vardı Turgut Bey’in. Yaptığı her şeyi şuurlu yapardı, manevi değerlere sonuna kadar bağlıydı ve bizleri çok severdi. Son gezisinde hele, içi içine sığmıyordu. Orta Asya’da okulları da ziyaret ettiği geziden döndükten sonra kardeşi Korkut Bey’e okulları kastederek ‘Bu müthiş bir hadise Korkut!’ demiş. Gördüklerini ve memnuniyetini anlatmış. Düşünün ki Turgut Bey geziden döndükten bir-iki gün sonra vefat etti. İşte bu kısacık zaman diliminde memnuniyetini hemencecik ifade etmiş. Gittiği her yerde ‘Bu okulların kefili benim’ demiş.”
Peki, Özal’la Hocaefendi daha önce hiç görüştü mü? Fethullah Gülen Hocaefendi’yi müsteşarlık günlerinden tanıyor ve hizmetlerini destekliyordu. 24 Nisan 1992’de 11 günlük bir gezi için Amerika’ya giden Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Houston’da yapılan sağlık kontrolünde prostat kanseri olduğu anlaşıldı. 2 Mayıs 1992’de Dallas Methodist Hastanesi’nde ameliyat oldu. Hocaefendi, Özal’a, 5 Mayıs 1992’de yattığı hastanede ‘geçmiş olsun’ ziyaretinde bulundu. Özal, o ziyarette, devlet içindeki bazı bürokratik kadroların okulların önemini anlamamasından yakındı.
Nuriye Akman’a verdiği mülakatta Gülen o görüşmeyi şöyle anlatıyor: “Turgut Bey ameliyat olmadan önce ben zaten oraya (ABD) gitmiştim. O sıralarda dediler ki ‘Turgut Bey, prostattan ameliyat oldu, kanser olma ihtimali de var.’ Eski hukukumuz da var. Orada ilk defa tanıştığımız özel doktoru Cengiz Arslan Bey, çok sıcak bir alaka gösterdi. Özal yatakta yatıyordu. O da benim gibi onca zaman görüşmediğimiz için çok duygulandı. Bir-iki saat oturduk orada. O hasta hâliyle Asya’ya açılımı dile getirdi. ‘Ben hariciyeye çok söyledim, bu arkadaşların çalışmalarını engellemeyin. Eğer Türkiye eğitim adına Asya’ya açılmak istiyorsa destek olun, Türkiye’nin büyümesi bundan geçer ama bu insanlara laf anlatamadım.’ dedi. Onu takdirle yâd etmek isterim. Allah’ım onun üzerine rahmetler yağdırsın.”
“Özal’ın yardımını unutamam”
Özal, 12 Eylül 1980 öncesi, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı olduğu dönemlerde de Bornova Camii’ne giden ve Hocaefendi’yle görüşen bürokratlardan biriydi. 1979’un yaz günlerinde seçim atmosferi estiriliyordu. Başbakanlık Müsteşarı olan Turgut Özal İzmir’e gelerek bir fırsatını buldu ve Hocaefendi’yi ziyaret etti. Fethullah Gülen Hocaefendi 5 Eylül 1980 Cuma günü Bornova’da son vaazına çıktı. Vaazdan sonra Özal’la camide imam odasında görüştü. Ülke adım adım darbeye gidiyordu. Hocaefendi, 20 günlük rapor aldı. Sıkıyönetim dolayısıyla vaazlarına son verdi.
12 Eylül’den sonra Gülen, hakkında arama olduğu gerekçesiyle 12 Ocak 1986’da Burdur’da yakalandı. Uzun bir sorgulamadan sonra İzmir’e getirildi. Arama emrinin İzmir’le bir alâkası olmadığı anlaşılınca serbest bırakıldı. Özal devreye girmişti. Hocaefendi, Merhum Özal’ın nasıl yardıma koştuğunu, bir sohbetinde şöyle anlatıyordu: “Bazen bir yerde bir saat kalma imkânını bile elde edemedim ben. Hep dolaştım durdum. Sefilleri televizyonda vermişlerdi, seyretmiş olanlar bilgilerini tazelemişlerdir. Sizi böyle bir cendereden kurtarmanın ne demek olduğunu unutamazsınız. Burdur’da derdest ettiler, Turgut Bey’e haber gidince -o zaman başbakan- gece bakanlarını çağırıyor ve problemi çözmek için devreye giriyor. Şimdi ben Turgut Bey’in o iyiliğini unutamam. Gece ikide mi, bir de mi kendisine haber verilince hemen kabineyi çağırıyor, bakanlara ‘Arkadaşlar, bugün ruznamemizin tek maddesi var, o da Fethullah Hoca tutuklanmış, bu meseleyi çözmemiz lazım.’ diyor. Ben o sırada yirmi dört saat hep ‘lan’ dinledim. ‘Lan yalan söylüyorsun, komünistlerden daha kötüsün...’ Böyle bir tazyik içinde yüzünüze tükürüyorlar, ‘Ulan seni konuştururuz!’ diyorlar, ‘Öldürmesini de biliriz!’ diyorlar. Orada yakalanan bir arkadaşımıza da demişler zaten tokatlarken; ‘Onu gebertecektik fakat kalabalıktı, onun için başımıza iş açarız diye gebertmedik.’ Böyle bir durumda ben Turgut Bey’in o günkü o centilmenliğini unutamam. Adamlar şaşırdılar, elleri ayakları dolaşmaya başladı. İfade alırken birisi içeriye girdi, ‘Bırakın yahu, başımıza dert alacağız.’ dedi. Daha sonra İzmir’e getirdiler, İzmir emniyeti ‘Biz kabul etmiyoruz, biz aramıyoruz bunu.’ dedi. Yahu ne oldu, hani arıyordunuz, altı senedir arıyordunuz? Her tarafa resmen resmimi astınız. Şimdi de ‘Aramıyoruz’ diyorlar. Burdur ‘Biz bu olaya sahip çıkmıyoruz’ diyor İzmir’e. Formül bulamıyorlar. Nihayet İzmir’de bir formül buldular. Bizim avukat Özkan Bey durumu anlattı. Bir kâğıt imzalattılar ve bizi İzmir’den serbest bıraktılar. Beni emniyet arabalarıyla dışarıya çıkardılar. O gün o yolda İstanbul’a doğru geliyoruz taksiyle, inşirahımın sınırını anlayamazsınız. Şimdi bunların hepsini bir kenara atıp Özal’ın iyiliğini orada unutmamız mümkün değildir.”

3 Nisan 2014 Perşembe

İSTİHBARAT YALANLARI KİTABI BUGÜN GAZETESİNDE

17 Aralık süreci ve medyadaki kara propaganda örnekleri kitaplaştı

İdris Gürsoy 17 Aralık sürecinde medyada yer alan kara propaganda örneklerini bir kitapta topladı.İstihbarat Yalanları ve İftiralar adlı kitapta tarihte yaşanan benzerlikler de yer alıyor.
17 Aralık süreci ve medyadaki kara propaganda örnekleri kitaplaştı
Ga­ze­te­ci ya­zar İd­ris Gür­soy'un İs­tih­ba­rat Ya­lan­la­rı ve İf­ti­ra­lar ad­lı ça­lış­ma­sı raf­lar­da­ki ye­ri­ni al­dı. Ki­tap­ta, 17 Ara­lık yol­suz­luk ve rüş­vet ope­ras­yo­nun­dan son­ra ya­şa­nan­lar ay­rın­tı­lı bir şe­kil­de an­la­tı­lı­yor. Dört bö­lüm­den olu­şan ki­ta­bın ilk bö­lü­mün­de Hiz­met Ha­re­ke­ti'ne ve Fet­hul­lah Gü­len Ho­ca­efen­di'ye yö­nel­ti­len ya­lan ve if­ti­ra­la­ra  ‘Gü­len'e in­faz gi­ri­şi­mi' alt baş­lı­ğı al­tın­da ya­nıt ve­ri­li­yor. Ya­zar bu bö­lüm­de, ‘pa­ra­lel dev­let' id­di­ala­rı­nın ‘ba­şa­rı­lı' bir al­gı ope­ras­yo­nu ol­du­ğu­nu be­lir­ti­yor. Ki­ta­bın ikin­ci bö­lü­mü, 1999 Ha­zi­ran Fır­tı­na­sı baş­lı­ğı al­tın­da 28 Şu­bat sü­re­cin­de ya­şa­nan­la­rı mer­cek al­tı­na alı­yor.

‘Soygun şahane Camia bahane’

Fet­hul­lah Gü­len'in 1999'da ben­zer bir if­ti­ra kam­pan­ya­sı ile he­def alın­dı­ğı be­lir­ti­len ki­ta­bın son bö­lü­mü ise Bir Maz­lum: Sa­id Nur­si... Bu bö­lüm­de Gür­soy, Be­di­üz­za­man Sa­id Nur­si'yi he­def alan ka­ra pro­pa­gan­da ör­nek­le­ri­ni sı­ra­lı­yor. 28 Şu­bat sü­re­cin­de kul­la­nı­lan ir­ti­ca­nın ye­ri­ni ‘Ce­ma­at'in al­dı­ğı­nı kay­de­de­rek, ‘Soy­gun şa­ha­ne Ca­mi­a ba­ha­ne' sö­züy­le ya­şa­nan sü­re­ci özet­li­yor. Bi­zim bu­ra­da der­le­di­ği­miz bö­lüm ise ağır­lık­lı ola­rak son iki bö­lüm­den olu­şu­yor. 17 Ara­lık ön­ce­si ya­şa­nı­lan­lar­la 17 Ara­lık son­ra­sı ya­şa­nı­lan­lar ara­sın­da­ki ben­zer­lik­le­ri kı­sa­ca ha­tır­la­ta­lım is­te­dik. Geç­miş­te ne ol­du, na­sıl kar­şı­lık bul­du? Tüm bun­la­rı, bu­gün ya­şa­nı­lan­lar­la de­ğer­len­dir­me­yi si­ze bı­ra­kı­yo­ruz.

Yazarı: İdris Gürsoy
Türü: İnceleme araştırma
Sayfa: 191
Baskı: 2014
Yayınevi: Zaman Kitap

SE­ÇİL­MİŞ BÖ­LÜM­LER...

İftira kampanyası yeni bir şey değil!

Fet­hul­lah Gü­len Ho­ca­efen­di­’ye yol­suz­luk­la­ra adı ka­rış­mış baş­ba­kan, ağır ha­ka­ret­ler­de bu­lu­nur­ken, Gü­le­n’­in, ‘28 Şu­ba­t’­ı des­tek­le­di­ği­’ if­ti­ra­sı­nı or­ta­ya at­tı. Ece­vi­t’­le dost­lu­ğu de­di­ko­du mal­ze­me­si ya­pıl­dı. Oy­sa post­mo­dern dar­be­nin tek bir mağ­du­ru kal­mış­tı: Fet­hul­lah Gü­len. 1999’da ben­zer bir if­ti­ra kam­pan­ya­sı ile linç edil­mek is­ten­miş­ti. 17 Ara­lı­k’­ta­ki sü­reç, ha­zi­ran fır­tı­na­sın­da da ya­şan­mış­tı. O gü­nün baş­ba­ka­nı Bü­lent Ece­vit, is­tih­ba­rat ra­por­la­rı­nı eli­nin ter­si ile it­miş ve ‘Bun­la­ra ben inan­mı­yo­ru­m’ de­miş­ti. Tur­gut Özal da baş­ba­kan­lık ve cum­hur­baş­kan­lı­ğı dö­ne­min­de Türk okul­la­rı­nı des­tek­le­miş­ti. Çev­re­sin­de­ki bü­rok­rat­lar için ‘Hiz­me­t’­i on­la­ra an­la­ta­mı­yo­ru­m’ ya­kın­ma­sın­da bu­lun­muş­tu. (sf.103)

Bizzat kendisi aradı!

1998 Mart MGK’­sın­da Fet­hul­lah Gü­len dos­ya­sı ma­sa­ya ya­tı­rıl­mış­tı. MİT ma­sa­ya, es­ki An­ka­ra Em­ni­yet İs­tih­ba­rat Bö­lü­mü­’n­den te­le­ku­lak skan­da­lı ne­de­niy­le tas­fi­ye edi­len Cev­det Sa­ral ve Os­man Ak eki­bi­nin ra­po­ru­nu koy­du. Dö­nemin Baş­ba­ka­nı Ece­vi­t dos­ya­la­rı eliy­le itip “Bun­la­rın hiç­bi­ri­ne inan­mı­yo­rum çün­kü on­lar böy­le in­san­lar de­ğil­ler!” de­di. Re­ca­i Bir­gü­n’­ün an­lat­tı­ğı gi­bi, Ece­vit, 1992’de Gü­len ile üç de­fa gö­rüş­müş onun sa­mi­mi­ye­ti­ne inan­mış­tı. Gü­le­n’­i bi­tir­mek için ça­lı­şan ekip pes et­me­di. Yurt­dı­şın­da­ki okul­la­rı gi­dip bu ül­ke­le­re şi­kâ­yet et­ti­ler. Yur­ti­çin­de de ders­ha­ne­ler, okul­lar üze­rin­den te­rör es­tir­di­ler. 1999 ba­şın­da Gü­le­n’­in bir sui­kast­la öl­dü­rül­me­si, İB­DA-C’­ye iha­le edil­di. Bu sü­reç­te Gü­le­n’­in der­hal ül­ke­yi terk et­me­si, ak­si hal­de öl­dü­rü­le­ce­ği yi­ne Ece­vi­t’­e ya­kın bir isim ta­ra­fın­dan Gü­le­n’­e ha­ber ve­ril­di. Ece­vit, biz­zat ken­di de ara­dı ve uyar­dı. (sf113)

“Bu müthiş bir hadise Korkut!”

Fethullah Gülen Hocaefendi, Turgut Özal’ın cenaze namazına katılmıştı. Hocaefendi o gün yine 3 yıl önce Menderes’in ve arkadaşlarının naaşlarının nakli sırasındaki gibi hüzünlüydü. Turgut Özal’ın vefatı sonrasında Fethullah Gülen Hocaefendi şu değerlendirmede bulunuyordu: “Engin bir imanı vardı Turgut Bey’in. Yaptığı her şeyi şuurlu yapardı, manevî değerlere sonuna kadar bağlıydı ve bizleri çok severdi. Son gezisinde hele içi içine sığmıyordu. Orta Asya’da okulları da ziyaret ettiği geziden döndükten sonra kardeşi Korkut Bey’e okulları kastederek ‘Bu müthiş bir hadise Korkut!’ demiş.” (sf.129)

Ecevit, Gülen raporlarına neden itibar etmedi?

“E­ce­vit, Gü­len ile yüz yü­ze gö­rüş­tü, ‘Bu in­san­dan, bu­nun dü­şün­ce­le­rin­den bi­zim ül­ke­mi­ze za­rar gel­me­z’ di­ye emin ol­du. Önü­ne ge­len ra­por­la­ra bu yüz­den iti­bar et­me­di.” Bu söz­ler rah­met­li Baş­ba­kan Bü­lent Ece­vi­t’­in en ya­kı­nın­da­ki isim Re­ca­i Bir­gü­n’­e ait.

Kendi bakanını yargıya gönderebilen ilk başbakan

1985 yı­lı ba­şın­da, ANA­P’­ın ik­ti­da­ra ge­li­şi üze­rin­den he­nüz 15 ay geç­miş­ti. Dev­let Ba­ka­nı İs­ma­il Öz­dağ­lar hak­kın­da çe­şit­li id­di­alar do­laş­ma­ya baş­la­dı. ANA­P’­lı ba­kan, bir iha­le­de, to­nu 9 do­lar olan pet­ro­lü 15 do­lar­dan ta­şı­tıp ara­da­ki far­kı ar­ma­tör­ler­le pay­laş­mak ve o gü­nün pa­ra­sıy­la 25 mil­yon li­ra rüş­vet al­mak­la suç­la­nı­yor­du. Özal, ik­ti­da­rı­nın ilk yı­lın­da yol­suz­luk şa­yi­ala­rı­nın çık­ma­sı­na üzül­dü ama id­di­ala­rı da cid­di­ye al­dı. Da­nış­ma­nı Ad­nan Kah­ve­ci ara­cı­lı­ğıy­la giz­li bir so­ruş­tur­ma baş­lat­tı. Kah­ve­ci, tek­no­lo­ji­ye me­rak­lıy­dı, Öza­l’­ın ta­li­ma­tıy­la ha­re­ke­te geç­ti. İşa­da­mı Uğur Men­ge­ne­ci­oğ­lu­’na ver­di­ği bir teyp­le rüş­vet gö­rüş­me­le­ri­ni giz­li­ce kay­da al­dır­dı. İlk kez de­ne­nen bir yön­tem­le bir ba­ka­nın rüş­vet is­te­di­ği­ni teyp kay­dıy­la sap­ta­dı. Baş­ba­kan Özal ken­di­si­ne ula­şan ka­se­ti de­fa­lar­ca din­le­dik­ten son­ra Cum­hu­ri­yet ta­ri­hin­de ilk de­fa bir ik­ti­dar par­ti­si, ken­di
ba­ka­nı­nı yar­gı­ya gön­der­di. (sf.131)

Dünden bugüne kara propaganda

n 1950-60 ara­sın­da Be­di­üz­za­man Sa­id Nur­si ve ta­le­be­le­ri Tek Par­ti dö­ne­mi­ni arat­ma­yan bas­kı­lar­la kar­şı­laş­tı. DP’­nin özel­lik­le 1957’den son­ra­ki dö­ne­min­de zu­lüm­ler art­tı. Sa­id Nur­si­’nin se­ya­hat hür­ri­ye­ti en­gel­len­di. Ye­ni so­ruş­tur­ma­lar ve da­va­lar açıl­dı. Ri­sa­le-i Nur ta­le­be­le­ri tu­tuk­lan­dı. Ki­tap­lar top­la­tıl­dı. Ga­ze­te­ler­de Be­di­üz­za­ma­n’­ı he­def alan if­ti­ra kam­pan­ya­la­rı dü­zen­len­di.1960’lı yıl­lar­da Nur­cu­lu­ğa kar­şı Çe­tin Özek ve İb­ra­him Agah Çu­buk­çu im­za­sı ile pek çok ma­ka­le ve ki­tap­lar ya­yım­lan­dı. Hu­kuk­çu Özek ve ila­hi­yat­çı Çu­buk­çu­’nun or­tak nok­ta­sı din­dar kit­le­le­ri Sa­id Nur­si ve Ri­sa­le-i Nur­la­rın İs­lam dı­şı ol­du­ğu­na ik­na et­mek­ti. 1964 ta­rih­li Var­lık Ya­yın­la­rı­’n­da çı­kan Öze­k’­in Nur­cu­lu­ğun İç­yü­zü ki­ta­bın­da Sa­id Nur­si için; “Ken­di­si­ni ev­li­ya gi­bi gö­rü­yor­du, akıl has­ta­sıy­dı, em­sal­siz bir fi­lo­zof sa­nı­yor­du!” de­ni­yor. 1964 ta­rih­li ‘Din ışı­ğı al­tın­da Nur­cu­lu­k’ baş­lı­ğı ta­şı­yan bir ki­ta­bın mü­el­li­fi de cun­ta­cı ge­ne­ral­ler­den Fa­ruk Gü­ven­tür­k’­tü. 1965’te, Sa­id Nur­si­’nin ki­tap­la­rı­nın sa­tış ve da­ğı­tı­mı ya­sak­lan­dı. Sa­id Nur­si ve ta­le­be­le­ri ile il­gi­li ta­ki­bat­lar hep dar­be son­ra­sı dö­nem­ler­de ol­du. 1960’lı, 70’li ve 80’li yıl­lar so­ruş­tur­ma­lar, da­va­lar­la geç­ti. Ga­ze­te­le­re sü­rek­li gö­zal­tı­na alı­nan ve yar­gı­la­nan, ev­le­ri ba­sı­lan, ki­tap­la­rı top­la­tı­lan Nur­cu ha­ber­le­ri bu dö­nem­ler­de yan­sı­dı. 28 Şu­bat sü­re­cin­de ise en bü­yük he­def­ler­den bi­ri Fet­hul­lah Gü­len Ho­ca­efen­di ol­du. (sf.157-158)

Gülen, Özal’dan siyasi talepte bulundu mu?

‘Fet­hul­lah Ho­ca is­te­sey­di Tur­gut Özal mil­let­ve­kil­li­ği ve­rir­di. Ama Fet­hul­lah Ho­ca is­te­mez­di. Çün­kü Ho­ca­’nın ik­ti­dar ta­le­bi yok­tur. Fet­hul­lah Gü­len ANAP hü­kü­me­tin­den bir gün­den bir gü­ne si­ya­sî bir ta­lep­te bu­lun­ma­mış­tır.” Bu söz­ler rah­met­li cum­hur­baş­ka­nı Tur­gut Öza­l’­ın si­ya­sî yol ar­ka­da­şı Meh­met Ke­çe­ci­le­r’­e ait. Ke­çe­ci­ler, Öza­l’­ın yurt­dı­şın­da­ki Türk okul­la­rı­na ve Gü­le­n’­e ba­kı­şı­nı şöy­le ak­ta­rı­yor: “Ö­zal, yurt­dı­şın­da­ki Türk­le­r’in eği­ti­mi­ni çok önem­ser­di. MEB ara­cı­lı­ğıy­la bu­nun ba­şa­rı­lı ola­ma­dı­ğı­nı gör­dü. Baş­ba­kan­lı­ğı sı­ra­sın­da git­ti­ği bü­tün ül­ke­ler­de bak­tı ki yurt­dı­şın­daki okul­lar­da en ba­şa­rı­lı olan­la­rı Fet­hul­lah Gü­le­n’­in okul­la­rı. Tur­gut Bey, Türk ül­ke­le­rin li­der­le­ri­ne Fet­hul­lah Gü­len okul­la­rı­nın açıl­ma­sı için tav­si­ye­ler­de bu­lun­du. On­la­ra de­di ki: ‘Ba­kın bu okul­lar çok iyi eği­tim­ler ve­ri­yor. Gö­re­cek­si­niz çok be­ğe­ne­cek­si­niz. İn­gi­liz­ce’­yi de çok iyi öğ­re­ti­yor­lar.’ Türk cum­hu­ri­yet­le­rin­de Gü­le­n’­in okul­la­rı­nın açıl­ma­sı­na ara­cı­lık et­ti.” (sf.123)

“Hayatını insanlığa adamış, dünya zevki namına hiçbir şey tatmamış ve İnsaniyet-i Kübra’nın yücelmesinden gayrı muradı olmamış bir insan bir zulümle karşı karşıya bulunuyor.” (sf.42)

ERDAL DOĞAN  - BUGÜN GAZETESİ