İşte o fotoğrafın hikâyesi
26 Temmuz 2010 / İDRİS GÜRSOY
12 Eylül’de genel
merkezine baskın düzenlenen tek parti MHP’ydi. Darbenin en büyük
mağduru ülkücülerdi. 30 yıl sonra Anayasa değişikliği ile 12 Eylül’e
yargı yolu açılırken, darbenin acılarını hatırlatan nice siyah beyaz
fotoğraf albümlerden iniyor.
En ön sırada rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu;
sağında solunda, arkasında arkadaşları... Yüzlerde tebessüm; sanki orası
mahkeme salonu değil, sanki idamla yargılanmıyorlar, sanki her sabah
coplarla, küfür ve hakaretlerle duruşmaya getirilip götürülmüyorlar.
Burası, Mamak Askerî Cezaevi... Garnizon içindeki bin kişilik salon,
Ülkücüleri ve Dev-Sol’cuları yargılamak için özel yapılmış. Önce her
gün, sonra haftada iki-üç gün duruşmalar yapılıyor. Yıllarca sürüyor
davalar. Muhsin Yazıcıoğlu, 7.5 yıl hapisten sonra beraat ediyor.
Mahkeme başkanı ve üyelerin (biri dışında) hepsi asker. Hapishanelerde
kimi çürür, kimi işkenceden ölürken, sonu beraatla sonuçlanan
yargılamaları yapanların her biri Askeri Yargıtay’da önemli görevlere
geliyor.
12 Eylül olmuş, ülke çapında sağ ve sol görüşlü
binlerce insan tutuklanmış. Mamak Cezaevi’ndeki hücrelerde Ülkücüler
yatıyor. Fotoğrafta Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları hâkim karşısında.
Sağında kare gömlekli Mahir Damatlar, Rıza Türkcan, solunda çizgili
gömlekli Erdem Şenocak, onun yanında Erol Dok, hemen Yazıcıoğlu’nun
arkasında gözlüklü olan İsmail Tekeli. Hasan Çağlayan da ön sıralarda.
146 ve 149. maddeden yargılanıyorlar. “Ülkeyi bölmeye, parçalamaya
çalışmak ve Meclis’i iskat” ile suçlanıyorlar. Kiminin 10, kiminin 8 yıl
sürüyor yargılanma süreci ve hepsi beraat ediyor. İşkencede hayatını
kaybedenler, sakat kalanlar oluyor. Hapisten çıkanlardan bazıları MHP ve
BBP’de yer alarak politikaya devam ediyor. O karedekiler, bundan
yaklaşık 30 yıl önce çekilen fotoğrafı Aksiyon’a anlattılar. Orada 12
Eylül darbesinin soğuk yüzü, yargısız infazları ve işkenceler görülüyor.
Mamak Cezaevi’nde mahkumların kaldığı A, B ve C
blokları vardı. Haftada iki gün duruşmalar yapılıyordu. Duruşma günleri
mahkumlar bloklardan çıkartılıp sıra halinde veya araçlarla 3-4
kilometre mesafedeki özel inşa edilmiş mahkeme salonuna getiriliyordu.
Koğuştan çıkarken, yolda ve mahkeme salonuna girerken coplar, küfürlerin
bini bir paraydı. Koğuşlarda yapılan işkenceler anlatılacak gibi
değildi. Diyarbakır’da kime ne yapıldı ise Mamak’ta da o yapıldı. Askı,
falaka, çelik dolaba koyma, elektrik verme, hepsi vardı. İşkencede
öldürülenler oldu, bir satır dahi yazılmadı. Bekir Bağ öldürüldü.
Hüseyin Kurumahmutoğlu sabah namazında başına dipçik vurularak
katledildi.
İlk yıllar duruşma salonunda sıkı bir disiplin
vardı. Mahkeme heyeti çok sertti. İnsanlar otururken bile hazır olda
duruyordu. Sağa sola bakmak, izinsiz konuşmak, öne eğilmek, gülmek
yasaktı. Bu esnada insanlar birbirini görebiliyordu. Adil yargılama
yoktu, tıpkı Yassıada ve İstiklal Mahkemeleri gibi… Askerî hâkimler,
Konsey’den gelen emirler doğrultusunda kararlar veriyordu. Mahkumlar,
“işkence, kötü muamele var” diyordu, hâkim “olabilir” diyordu.
Mamak’taki fotoğraf, darbeden üç yıl sonra çekilmişti. Biraz kurallar
hafiflese de bu fotoğraftan hemen sonra mahkumlara tek tip elbise
giydiriliyor. Duruşmalarda avukat vardı, ancak ileri geri konuşanlar
hemen ikaz ediliyor, bazıları mahkeme salonundan çıkarılıyordu.
Gazeteciler de mahkeme salonunda olanları ve işkenceleri yazamıyordu.
Yayın yasakları konuyordu. Davalara girenler, sorgulamayı yapanlar
hazırlıklıydı. Kıbrıs’ta özel harekâtta çalışmış subaylar Mamak’ta da
görev başındaydı.
Alparslan Türkeş, Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları
kader birliği yapmışlardı. Kendi ifadelerine göre, yüzlerine tebessüm
hakimdi. Hepsinin boynunda ip vardı. Arka arkaya idamlar yapılıyordu.
Bedel ödemeye hazırdılar. İşkence ve zulümleri, dava için biraz zahmet
çekmek olarak değerlendiriyorlardı. Devleti canlarından öte seviyorlardı
bir zamanlar, ‘döver de sever de’ diye bakıyorlardı, ‘devlet yaşasın,
biz ölelim’ diyorlardı. Orduya hainlerin sızabileceğine hiç ihtimal
vermemişlerdi. Hesabı kimden soracaklardı?
MAMAK’TA İLK İDAM VE
İŞKENCEDEN ÖLÜM
1980 yılının 7 Ekim’ini 8 Ekim’e bağlayan geceydi.
Mustafa Pehlivanoğlu, özel “idam hücresi”nden alındı. İdam cezası
onaylanmış ve infaz vakti gelmişti. Pehlivanoğlu’nun olayda silah
kullanmadığı tespit edilmiş ancak idamı durdurma girişimleri başarıya
ulaşamamıştı. Mamak Askerî Cezaevi’nde idam edildi. Ailesi, ölümünü
infazdan 3 gün sonra oğullarının ziyaretine geldiklerinde öğrenebildi.
İşkenceler akıl almaz boyutlara ulaşmıştı.
Yakalanan her ülkücü, Mamak Garnizonu’nun içindeki “C-5” adı verilen
binaya götürülüyordu. Ağır işkenceler altında sorgulamalar yapılıyordu.
Sorgu ekibinin başında, MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası’nın savcısı Hava
Hakim Albay Nurettin Soyer ile Zeki Kaman ve Dürüst Oktay isimli
komiserler bulunuyordu. Binanın önüne gelindiğinde, önce tekme-tokat
faslı başlıyordu. Ardından bir tahtanın üzerine yatırılıp gözler bağlı
olarak “falakalı sorgu” metodu uygulanıyordu. Bazılarının kolları bir
kalasa bağlanıyor, çırılçıplak sandalyenin üzerine çıkarılıyor, kalas
tavana asıldıktan sonra, altındaki sandalye çekiliyordu. Askıya
asılanlar havada sallanırken, defalarca erkeklik organına elektrik
veriliyordu. İşkenceden geçenler, A Blok’ta bulunan “Kafes”e
konuluyorlardı. Burada oturmak, kalkmak, ayak değiştirmek, kıyafet
düzeltmek, konuşmak izne tabiydi. Herhangi bir ihtiyacı olanın yüksek
sesle bağırması gerekiyordu. Kafeste bütün erlerin adı “komutan”, bütün
ülkücülerin adı da “lan”dı!
19 Ağustos 1981’de dava başladı. Nurettin Soyer,
askerî savcıydı. 587 sanıktan 220’sinin idam cezasına çarptırılmasını
isteyen Soyer, C-5 işkencelerine ve sorgularına da katılmıştı. Polisler
Zeki Kaman ve Dürüst Oktay sorgulamalar ve işkence timlerinin şefleri
olarak görev yaptılar. Duruşma hâkimleri Vural Özenirler ve Ali Fahir
Kayacan’la birlikte üç kişi daha görev yapıyordu. Ali Fahir üsteğmendi,
süreç içinde albay oldu. Özenirler binbaşı idi, kıdemli albaylığa terfi
etti. Kayacan ve Özenirler değişmiyor, diğerleri değişiyordu. Mahkeme
Başkanı hukukçu değildi, Güvercinlik’in komutanı, emekli bir paşasıydı.
Başsavcı Nurettin Soyer, diğer savcılar Erkan Başerel, Fahrettin
Demirağ’dı. Özellikle bunlar Askeri Yargıtay üyeliklerine getirildi.
Kayacan Askeri Yargıtay üyesi oldu. Ekibin tamamını Ahmet Necdet Sezer
hukuk danışmanı yaparak onore etti.
Türkeş’in ilk sorgusuna, başsavcı Nurettin Soyer
ile birlikte 22 savcı katıldı. 63 kişi TCK’nin 146/1, 156 kişi 149/2
maddelerince idam, 21 sanık 146/3 maddeden 5-15 yıl arası hapis cezası
istemiyle yargılandı. 333 duruşmanın yapıldığı dava, 5 yıl, 11 ay, 8 gün
sürdü. Soyer tarafından hazırlanan iddianame 945 sayfaydı. Davanın 162
sayfalık gerekçeli kararı, 7 Nisan 1987 tarihinde okundu. Alparslan
Türkeş, 11 yıl, 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. MHP üst düzey
yönetiminden ceza alan olmadı. Genel İdare Kurulu Üyeleri ve
eğitimcilerin tümü beraat etti. Diğer sanıkların 5’i idam, 9’u müebbet
hapis, 219’u 6 ay ile 36 ay arasında değişen hapis cezasına çarptırıldı.
3 sanık hakkındaki dava düştü, 6 sanık hakkında takipsizlik kararı
verildi, 2 sanık yargılama sırasında hayatını kaybetti.
1980 darbesinden sonra tutuklanan kişilerden biri de rahmetli
Muhsin Yazıcıoğlu’ydu. MHP davasından dolayı 7,5 yıl yattığı Mamak
Cezaevi’nde görmediği işkence kalmadı. Yazıcıoğlu, cezaevini bir
Medrese-i Yusufiye’ye çevirdi. Avukatı Şerafettin Yılmaz’ın tahliye
teklifini, arkadaşlarımı yalnız bırakamam diye geri çevirdi. 12 Eylül
cuntasını yerden yere vuran tarihi bir savunma yaptı. 6 ciltlik Ülkücü
Hareket kitabının yazarı BBP Genel Başkan Yardımcısı ve Birlik Akademisi
Başkanı Hakkı Öznur, “Yazıcıoğlu hep ‘Türkiye bir daha 12 Eylül
öncesini yaşamasın. Eller kalem tutsun, silah tutmasın. Türk gençliği 80
öncesinin ideallerini yaşasın, kavgalarını yaşamasın. 12 Eylül
öncesinin idealizmine evet, 12 Eylül öncesi kavgasına hayır’ derdi.”
diyor. “Fikrimiz iktidarda olsa zindanda ne işimiz var? 12 Eylül’le
uzlaşma içerisine giren sakat anlayışlar asla ülkücü hareketle
bağdaşmaz. Bu tür ifadeler kullananlar da ülkücü hareketi temsil etmez.
12 Eylül’le hesaplaşmayanlara ülkücü denmez.” sözleri de Yazıcıoğlu’na
aitti.
12 Eylül’de genel merkezine baskın düzenlenen tek
parti MHP’ydi. En büyük darbeyi ülkücüler yedi. Aileleri, akrabaları,
arkadaşları ve hatta selam verdikleri insanlar bile büyük mağduriyetler
yaşadı. 30 yıl sonra Anayasa değişikliği ile 12 Eylül’e yargı yolu
açılırken, bir daha bu acıların yaşanmaması için de yargıda önemli
düzenlemeler getiriliyor. Ülkücüler sandığa giderken nice siyah-beyaz
fotoğraf albümlerden iniyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder