4 Ocak 2012 Çarşamba

SON MENDERES'LE SON RÖPORTAJ

Aydın Menderes, vefatından önce son görüşmemizde, babası Adnan Menderes’in neden cuntacıların üzerine gidemediğini anlatmıştı: “Hainler vardı, çevresi kuşatılmıştı, yalnız ve çaresizdi.”


Ankara’ya ilk geldiğimde (2009) ziyaret ettiğim kişilerin başında Aydın Menderes geliyordu. Bu görüşme Aksiyon’a kapak oldu (Menderes taştı, 16 Mart 2009). 27 Mayıs üzerine çalıştım. 9 Subay olayından yola çıkarak 1960 darbesine ilişkin pek çok dosya hazırladım. Merhum Başbakan Adnan Menderes’in oğlu Aydın Menderes’le, işte bu anlarda yine görüştüm. Son zamanlarda sağlığı elvermediği için telefonla ve yazışarak fikirlerine müracaat ediyordum. Doğru soruyu doğru kişiye sormaktı bütün olay. Acaba 27 Mayıs 1960 öncesi, babası Adnan Menderes darbecilerin üzerine neden gidememişti? Adnan Menderes, CIA başta olmak üzere pek çok kaynaktan kendisine gelen duyumların gereğini niçin yapamamıştı? Tecrübeli siyaset adamı, babasının yakın çevresine bile açamadığı tarihî bir sırrını paylaştı. Başbakan’ın çevresinin kuşatılmış olduğunu, Şemi Ergin ve Ethem Menderes (Menderes ailesi ile herhangi bir akrabalığı yok, sadece soyisim benzerliği) gibi bakanların da görevlerini yapmadıklarını belirterek başka bir gerçeğe daha işaret etti: “Menderes yalnızdı.” İşte, geçen cuma gecesi, çok sevdiği babasına kavuşmak üzere aramızdan ayrılan Menderes’in Aksiyon’a verdiği röportaj:

-Adnan Menderes’e darbe planları ile ilgili bilgi gelmedi mi? Çevresi onu yanıltmış olabilir mi?

Merhum Adnan Menderes’in etrafının kuşatıldığı ihtimal dâhilindedir. En azından CHP’ye sürekli istihbarat gitmiştir. Merhum Adnan Menderes’in ise gizli saklı bir işi olmadığı için bu tür bir olayın üzerinde durmamıştır. Etrafını kuşatanların merhum Menderes’e gidecek ihtilal ihbarlarını engellediklerini mümkün görmüyorum. Esasen merhum Adnan Menderes iktidarın ilk yıllarından itibaren ve özellikle de 1960’ın ilk beş ayında CHP’nin ve İsmet Paşa’nın niyetinin bir askerî müdahaleye yol açmak olduğunu açıkça söylemiştir. Hem de bunu her vesileyle ve tekrar tekrar ifade etmiştir. Bunu söyleyen rahmetli babamın bu sözleri dönemin gazetelerinde bol miktarda mevcuttur. İsmet Paşa’nın ihtilal hazırladığını söyleyen babama herhangi bir darbe ihbarının gidip gitmemesi bence o kadar önemli değildir. Kaldı ki İsmet Paşa’yı ihtilal ortamı oluşturmakla sürekli olarak itham eden merhum babam, hiçbir ihbar olmadan da askerle CHP arasındaki ilişkileri Re’sen tahkik ettirebilirdi. Kaldı ki 27 Mayıs’ın arifesi dâhil pek çok kişi askerin bir hazırlık içerisinde olduğunu -isimlendiremeseler de- merhum Adnan Menderes’e iletmişlerdir.

-Savunma bakanları ile yaşadığı problem hataya düşürmüş olabilir mi?

Şemi Ergin haindir. 9 Subay hadisesi üzerine görevinden alınmıştır. Merhum Adnan Menderes bu bakanlığa en yakını saydığı Ethem Menderes’i getirmiştir. Lakin Ethem Menderes de Şemi Ergin’den farklı bir yol izlememiştir.

-Peki, bu iddiaların üzerine neden gitmedi?

Bu tür söylentilerin peşine düşmemesinin sebebi şudur: O günlerde Demokrat Parti hükümeti merhumun kendi tabiriyle hummalı bir kalkınma, inşa ve imar faaliyeti yürütüyordu. Babam, 10 yıllık başbakanlığını buna adamıştı. Kendisi eğer asker meselesine bir kere dalarsa bir daha çıkamayacağı bir bataklığa düşmüş olmaktan çekiniyordu. Böylece memleket işleri takipsiz kalmaya başlayacak, hükümet varıyla yoğuyla askerle uğraşmaya vakit ayıracaktı. Babam bu düşüncesinde son derecede haklıdır.

-Neden?

4 Ağustos 1958’de ekonomik istikrar tedbirleri alındı. Karaborsa şikâyetleri ortadan kalktı. 1959 yılbaşında memur maaşlarına yüzde 100 zam yapıldı. 1960’a doğru giderken Türkiye’de esen hava 1957 seçimlerindekinden çok daha fazla DP’nin lehineydi. Merhum babam bunun gayet iyi farkındaydı ve martta bakan ve parti ileri gelenlerini yurt sathında bir nabız yoklamasına gönderdi. Gelen bütün haberler babamın tahminini tamamen teyit ediyordu. Bu arada DP içinde 1957 seçimleri öncesindeki hizipler de önemli ölçüde azalmış durumdaydı. Gelenlerin tek endişeleri, CHP’nin seçimlerde ne yapıp yapıp büyük olaylar çıkartmak niyetinde olduğuydu. Merhum Menderes erken seçim kararından vazgeçmemekle birlikte bir süre daha ertelemeyi uygun buldu. Demokrat Parti’nin iktidar çizgisinin kırılması ve 27 Mayıs’ın kolaylaşması için bu karar çok etkileyici olmuştur. Babam, ülkeyi herhangi bir askerî müdahaleyle karşılaşmadan bir erken seçime kadar götürebileceğini tahmin ve ümit ediyordu. Eğer mart veya nisan ayının başında erken seçim kararı alınmış olsaydı, 27 Mayıs’ın önü kesilirdi.

-Nasıl kesilebilirdi?

O zaman iki ihtimal olacaktı. Ya Demokrat Parti dördüncü defa seçimi kazanacak, hatta belki oylarını arttıracak, böylece gemi selamet limanına ulaşmış olacaktı. İkinci ihtimal ise CHP’nin seçimi kazanmasıydı. Lakin CHP’nin 1950, 1954 ve 1957’de DP’nin yaptığı farkla bir seçim kazanması o günün şartlarında kesinlikle mümkün değildi. CHP iktidar olsa bile iki partinin arasındaki milletvekili farkı 30-40’ı geçmezdi. İktidara gelecek olan CHP ise DP’nin başlattığı kalkınma çığırını sürdüremez, bocalar ve yeni bir erken seçim mecburiyetiyle karşılaşırdı. Böylece 27 Mayıs gibi yıkıcı bir olay ortaya çıkmazdı.

-İsmet İnönü bunu gördüğü için mi darbeye zemin hazırladı?

CHP seçim ister gibi gözükmekle birlikte erteletmek için elinden gelen her şeyi yaptı. Amacı DP’nin darbeyle iş başından uzaklaştırılmasıydı. Böyle bir askerî hareket herhangi bir CHP iktidarının asla yapamayacağı ölçüde DP’yi köküne kadar yıkabilecekti. Mukadderat böyleymiş. Allah bunu takdir etmiş. Babamın hesaplarında bir yanlışlık yoktu. Sadece bir erken seçim kararı Türkiye’de çok şeyi değiştirebilirdi.

-Cumhurbaşkanı Celal Bayar, cuntalar konusunda çok uyarıyor. Neden Bayar’a kulak vermiyor?

Bayar’ın Menderes ve hükümeti 9 Subay konusunda ikazı boşluktadır. Merhum Bayar, 1958’deki devleti, Atatürk dönemindeki her şeye muktedir devlet zannediyordu. Sivil bürokrasi ve yargı da tamamen tarafgir bir hâle gelmişti. Üniversiteler de böyleydi. Emniyet teşkilatındaki DP’ye bağlı bazı görevliler ve valilerle cuntaların peşine düşmek, bunları ortaya çıkartmak öyle zannedildiği gibi kolay bir iş değildi. Kimseyle paylaşmasa da merhum Menderes bu durumun da farkındaydı.

-Neden kolay değildi?

Cuntaların mevcudiyeti, 9 Subay olayı ve sizin “Darbenin Şahitleri’’ adlı kitabınızdaki söyleşilerle apaçık bir şekilde ortaya koyduğunuz gibi, CHP’nin askeri nasıl teşvik ettiği ve aynı zamanda cunta girişimlerinin daha 1954’te, yani DP’nin yüzde 57 oy aldığı dönemde başlamış olduğu ispatlanmış olmaktadır. Hazırlamakta olduğunuz kitabın bu ilişkileri daha geniş ölçekte aydınlatacağına hiçbir şüphe yoktur. CHP, askerî darbeye teşvik ve tahrik etmesinin yanı sıra askerin CHP’den destek vaadi almadan darbeye girişmesinin de mümkün olmayacağında herkes ittifak hâlindedir. Esasen asker içerisindeki darbe heveslilerinin 1950 öncesine de gittiğini az çok biliyoruz. 9 Subay olayı ve askerî cuntalardan çıkartılacak büyük dersler vardır. Bunlar askerin ülke yönetimini elinde tutmaya ne kadar hevesli olduğunu ortaya koymuştur. Nitekim 27 Mayıs, 12 Mart’ı; 12 Mart, 12 Eylül’ü; 12 Eylül de 28 Şubat’ı doğurmuştur.

-Yeterince ders çıkarıldığına inanıyor musunuz?

Bugünkü AK Parti iktidarının cesaretle asker içindeki illegal her türlü oluşumun üstüne gitmesi, Ergenekon ve Balyoz adıyla anılan davaların açılmış olması son derecede önemlidir. Gereken dersi çıkartıp uygulamak AK Parti iktidarına nasip olmuştur. Elbette ki bunun bu kadar gecikmiş olmasının çeşitli sebepleri vardır. Ancak bu ayrı bir konuyu teşkil edecektir. Söz konusu adımların atılmış olması ne kadar önemli ise de sadece bunlarla askerin artık darbe yapamasa da siyasete müdahalesinin bütün yollarını ve ihtimallerini kapatacağını farz etmek ciddi bir eksiklik olur.

-Neden?

Türkiye’de Halil İnalcık’a göre, ilk askerî müdahalenin 1442’de Edirne Buçuktepe’de bir Yeniçeri isyanıyla ortaya çıktığı, II. Mahmut ve Tanzimat’ın askeri siyaset dışı tutmak için gösterdiği azami ihtimama rağmen önce Abdulaziz’in, arkasından da Abdulhamit Han’ın bir askerî müdahale ile tahttan indirilmeleri de hatırlanacak olursa, siyaset üzerindeki askerî vesayet rejimini sıfırlamak hiç de kolay değildir.

-Menderes’in yakın çevresi cuntacılarla işbirliği yaptı mı? Özel kalem müdürü hakkındaki iddiaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Özel kalem müdürü rahmetli Muzaffer Ersü’nün darbecilerle ilişkili olduğu söylentisi hemen 27 Mayıs sonrası ortaya atılmış, gerisi gelmemiştir. Kimsenin bilemeyeceği bir hususu da bu vesileyle açıklayayım. Rahmetli Ersü, epey bir zamandır babama çok yorulduğunu ve lütfedip görevinden affedilmesini rica ediyordu. Babam, 1959 başında rahmetli Ersü’nün bu teklifini kabul etmişti. Ancak görevini tamamen bırakmadan babam onu Londra’ya gidecek heyete davet etti. Bu sırada Ersü görevini fiilen bırakmış durumdaydı. Yerine Dışişleri’nden gelme özel kalem yardımcısı Şefik Fenmen bakıyordu. O ise Londra heyetinde görevliydi. 17 Şubat 1959’da bu heyeti Londra’ya götüren THY uçağı Londra yakınlarında düştü. Şefik Fenmen’in hayatı kurtuldu ve bir süre daha görevine devam etti. Ersü ise şehit olanlar arasındaydı.


Aydın Menderes’in son mektubu

27 Mayıs dönemini de anlatan “Darbenin Şahitleri” kitabını okuduktan sonra “Allah size böyle hayırlı bir iş yaptırmış. Tebrik ederim.” diye arayan Aydın Menderes, 9 Subay olayını da çalıştığımı söyleyince çok heyecanlanmış ve merakla beklediğini söylemişti. Çok rahatsız olmasına rağmen yazdığı son mektubunda, bundan sonraki konu olarak, 27 Mayıs öncesi asker-sivil ilişkileri ve Menderes’in hazırladığı askerî reform paketinin iyice araştırılması gerektiğini söylüyordu. İşte o mektup:



“Sayın İdris Gürsoy, kitabı bitirdiğinize göre size bahsetmeyi vaat ettiğim olayı açmakta bir mani kalmamış demektir. DP’nin ilk veyahut ikinci Milli Savunma Bakanı Emekli Albay ve Sivas Milletvekili Seyfi Kurtbek’tir. Kendisi 1950’de Sivas Milletvekiliydi. 1957’de DP, Sivas’ta seçimleri kaybettiği için 27 Mayıs’ta milletvekili değildi. Seyfi Kurtbek, Milli Savunma Bakanı olunca askerlerin hükümet üyelerine ulaşarak bir albayın Mili Savunma Bakanı olup ordunun ona bağlanmasını askerleri çok üzdüğünü, bunun uygun düşmediğini ve Başbakan’ın mümkünse Milli Savunma Bakanı’nı değiştirmesinin çok hayırlı olacağını gayet nazik bir üslupla rica etmişlerdir. Belki de bu arzularını Başbakan Merhum Menderes’e yüz yüze ifade etme imkânını da bulmuş olabilirler. Askerler ayrıca sivil kökenli olduktan sonra kimin Milli Savunma Bakanı olacağının kendileri için hiçbir önem taşımadığını ve Başbakan’ın bu istikametteki tasarrufunu büyük bir saygı ve şükranla karşılayacaklarını söylemişlerdir. Gerekçe haklı görülmüş ve Seyfi Kurtbek değiştirilmiştir. Ancak şu gerçek bilinmektedir ki Seyfi Kurtbek bakan olunca ordunun modernizasyonu istikametinde adımlar atmış ve girişimlerde bulunmuştur. Bunların yerinde olup olmadığı muhakkak ki tahkike muhtaçtır. O vakitki bazı söylentilere göre bu olayın arka planı biraz değişiktir. Seyfi Kurtbek askerde yaptığı değişiklikleri kendi kafasına buyruk bir şekilde yapmamıştır. Çok büyük bir ihtimalle bunların yapılmasını gerektiğini DP ileri gelenlerine anlatmış, Cumhurbaşkanı Bayar ve Başbakan Menderes’in bu hususta rızasını istihsal etmiştir. Hatta Merhum Menderes ve DP hükümetinin Seyfi Kurtbek’i ordunun modernizasyonu misyonuyla getirdiği, bu görevi kendisine verdiği yine o dönemde yaygın bir söylenti halinde ifade edilmiştir.1950’de ordunun ciddi bir ıslahata ihtiyacı olduğu açıktı. NATO’ya giriş bile bu modernizasyonun tam olarak ikmaline kâfi gelmemiştir. Nitekim bu husus 7 bin subay ve generallerin yüzde 80’inini emekliye sevk eden Milli Birlik Komitesi (MBK) üyeleri tarafından açıkça ifade edilmiştir. Sizin kitabınızda da örneği mevcuttur. Acaba Seyfi Kurtbek neler yapmak istemiştir? Orduda bir emekli albayın Milli Savunma Bakanı olması rahatsızlık meydana getirebilir. Bu doğaldır. Ancak o zaman askerin Seyfi Kurtbek’in Milli Savunma Bakanlığı’na itirazı sadece bu sebebe mi bağlıydı, yoksa Seyfi Kurtbek’in modernleşme yönünde attığı adımlar mı asıl askerin rahatsızlığına sebep olmuştur? Bunlar araştırılmaya muhtaçtır. Gerçi o tarihte askerin Seyfi Kurtbek’e olan itirazlarını hükümete tamamen bağlı ve son derece de hürmetkâr bir şekilde ifade ettiklerinden bir tereddüt yoktur. Kaldı ki o tarihteki Genelkurmay Başkanı rahmetli Orgeneral Nuri Yamut, 1954 ve 1957’de DP milletvekili olmuştur. Bu olayın 9 Subay olayına benzemediği aşikâr olmakla birlikte, Türkiye’deki sivil-asker ilişkilerini aydınlığa kavuşturmak için herhalde derin ve etraflı bir şekilde araştırılması gereklidir.



Size naklettiğim bu olayı şu anda özellikle sivil kesimde hatırlayacak, hele hele ayrıntılı bilgi sahibi olan pek kimsenin bulunabileceğini zannetmiyorum. Benim size bu olayla ilgili verebileceğim maalesef ek bir bilgi de yoktur. Mamafih tarihçilere ve araştırmacılara düşen görev de sisler perdesi arkasında kalmış; ama özünde önemli olan olayları açığa çıkartmak oluyor. Bu olayın ilginizi çekeceğini zannederek size anlattım. Bu ve diğer konularda gerek e-mail aracılığıyla, gerekse inşallah yüz yüze görüşürüz.



Bu vesileyle en iyi dileklerimle Kurban Bayramı’nızı tebrik eder, en kalbi takdir ve muhabbetlerimi sunarım.



Bayramın dördüncü gününe kadar asistan Halil İbrahim Bey izinli olduğu için bu süre içerisinde eğer gönderecek olursanız herhangi bir e-mailinize cevap vermekte gecikeceğim için peşinen kusura bakmamanızı rica ederim.



Aydın Menderes, 4 Kasım 2011”









Hiç yorum yok: