19 Kasım 2015 Perşembe

BASIN ÖNE EĞİLMESİN MARKOPAŞA'NIN HİKAYESİ

Kapatılan Marko Paşa, Malûm Paşa; Malûm Paşa da Öküz Paşa olarak yayın hayatına nasıl devam etti? Tek partinin basını susturma çabalarında gasp da var, baskın da var, troller de var! İnanmayacaksınız ama Barlas da var!
Başın öne eğilmesin / Aldırma gönül aldırma / Ağladığın duyulmasın / Aldırma gönül aldırma!” İnsanı derinden yakalayan bu türkünün mısralarının Sinop Cezaevi’nde yatarken Sebahattin Ali tarafından yazıldığını kaçımız biliyoruz? Ünlü edebiyatçı ve gazeteci, 1932 yılında Konya’da Atatürk’ü yeren bir şiir okuduğu iddiası ile tutuklanır. Hüküm baştan verilmiştir, şahitlerin dinlenmesine bile gerek görülmez. Bir yıla mahkûm edilir. 1933’te afla özgürlüğüne kavuşur. “Dışarda deli dalgalar / Gelir duvarları yalar / Seni bu dertler oyalar / Aldırma gönül aldırma!” şiirini de hücresinde kaleme alır.
O yıllar ‘Tek Parti Dönemi’dir. Millî Şef’in en küçük eleştiriye tahammülü yoktur. Çok partili hayata geçiş sancıları çekilmektedir. Muhalif basın sürekli soruşturmalara uğrar. Sol görüşleri ile bilinen Sebahattin Ali’nin de başı dertten kurtulmaz. 1945’te bir romanından dolayı memuriyetten atılır. İstanbul’a gelerek gazeteciliğe başlar. Tan Gazetesi baskınından sonra işsiz kalır.
1946-47 arasında Marko Paşa gazetesini çıkarır. Tiraj 60 bine ulaşınca hükümet korkar. İsmindeki ‘Paşa’ ile Millî Şef İsmet İnönü’yü alaya aldığı gerekçesiyle kapatılır. Ardından “7/8 Hasan Paşa”yı çıkarırlar, onun da akıbeti farklı olmaz. Sonra Hür Marko Paşa, Bizim Paşa, Öküz Paşa adıyla tekrar tekrar çıkarmaya devam ederler.
Gazeteler defalarca toplatılır ve kapatılmaktan kurtulamaz! Sabahattin Ali’nin gazetelerde çıkan muhalif yazılarından dolayı hakkında davalar açılır ve Ali üç ay hapis yatar. Baskılardan bunalmıştır. Hakkında beş dava daha vardır. Yurtdışına kaçmaya karar verir. İçinde bulunduğu ruh hâlini “Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?” diye anlatacaktır.
1948 yılında Paşakapısı Cezaevi’nden çıktıktan sonra işsiz kalır. Hiçbir yerde çalışmasına izin verilmez. Kayıplara karışır. Aylarca haber alınamaz. Cesedi 2 Nisan 1948’de Bulgaristan sınırında bulunur. Kafasına kurşun sıkılarak öldürüldüğü anlaşılır. Katilin istihbaratla ilişkisi olduğu ortaya çıkar, katil afla salıverilir ve cinayet örtülür.
Peki, Marko Paşa hangi baskılarla karşı karşıya kalmış ve kapatılmıştı?
4 Aralık 1945’te tek parti âdeta çıldırmıştır! Muhalif sesler kısılacaktır. Muhalefetin etkili sesi Tan Gazetesi’ne bir grup çapulcu baskın düzenler. Gazetenin matbaası tahrip edilir ve yakılır. Saldırganlara dokunulmazken gazetenin yazarları Zekeriya ve Sabiha Sertel cezaevine atılır. Aynı saldırgan grup Görüş Dergisi’ni de tahrip eder. Yürüyüş, Yurt ve Dünya, Küllük dergileri soruşturmaya uğrar ve kapatılır. Tan Matbaası’nda basılan Sebahattin Ali’nin Yeni Dünya gazetesi yayın hayatına son vermek zorunda kalır.
Sabahattin Ali ve Aziz Nesin, 1946 yılında ortaklaşa haftalık magazin ağırlıklı “Marko Paşa” gazetesini çıkarırlar. Gazete kısa sürede muhalefetin sesi olur. Ancak Marko Paşa’yı ve kadrosunu da büyük baskılar beklemektedir.
Tan Matbaası’nın yıktırılmasından sonra gazeteyi basacak matbaa bulamazlar. Herkesin gözü korkmuştur. Hükümet yanlısı gazetelerden Marko Paşa’ya sürekli saldırılıyordur. Birçok şehirde gazete aleyhine mitingler yaptırılır, miting resimleri gazetelere konur. Aziz Nesin, “Gazeteye her gün iki-üç korkutma mektubu geliyordu. İçlerinde sehpa, tabanca, bıçak resimleri olan bu mektuplarda bizi öldüreceklerinden, asıp biçeceklerinden söz ediyorlardı.” diyor.
Polis, gazete ve yazarların evlerine baskınlar düzenler. Sorgusuz sualsiz emniyete götürülürler. Ardı ardına ‘casusluk, vatan hainliği’ davaları açılır. Milletvekili Cemil Sait Barlas, kürsüden “Marko Paşa’nın kökü dışarıdadır.” der. Gazeteye hırsız girer, yazı işleri içeriden ele geçirilir. Gazete sahiplerine küfürler, hakaretler ettirilir. İktidara yanaştırılan gazetenin tirajı bine düşer! Gazete kapatılır…
Aziz Nesin, “Marko Paşa meselesi” yazısında baskıları özetle şöyle anlatır:
BARLAS’TAN KÜRSÜDE İFTİRA
Marko Paşa aleyhine ilk dava Falih Rıfkı tarafından açıldı. Davayı kaybettik. Marko Paşa karşıtı yayın ve gösteriler durmaksızın sürüyordu. İki kez gazetenin adı Büyük Millet Meclisi’nde geçti. Bunlardan birinde, Cemil Sait Barlas, kürsüden “Marko Paşa’nın kökü dışarıdadır!” dedi. Bu sözler bizi son derecede sinirlendirdi. Dokunulmazlığının arkasına gizlenen ve Meclis kürsüsünden söylediği sözlerden sorumlu olmayan Cemil Sait Barlas’ı mahkemeye de veremiyorduk. O zaman Sabahattin Ali, “Cemil Sait Barlas’ın bütün arkadaşları bakan oldu, o olamadı. Bütün bunları bakan olmak için yapıyor.” demişti. Sonradan gerçekten Barlas da bakan oldu. Barlas’a karşı duyulan acı duyguyla, Topunuzun Köküne Kibrit Suyu başlıklı yazı yazıldı. Gerçekten bu yazıda yalnız Barlas’ı ve onun gibi sakat düşünenleri kastetmiştik. Ama bu yazıdan dolayı açılan davada, yazı, milletvekillerinin ‘heyet-i umumiyesine şamil’ görülerek, Sabahattin Ali üç aya mahkûm edildi.
KÜFÜRLER, İFTİRALAR VE TEHDİTLER
İstanbul, Ankara ve taşra gazete ve dergileri aleyhimize doludizgin hakaretle doluydu. Önce bunlara aldırış etmedik. Fakat işi o kadar azıttılar ki, yaptıkları eleştiri, hiciv değildi. Düpedüz küfür ve iftiraydı. Hele taşra gazete ve dergilerinden bir kısmı, utanmadan yabancı ajanı olduğumuzu, yabancılardan para aldığımızı, yabancı emellerine hizmet ettiğimizi söylüyor, hamalları utandıracak şekilde küfür ediyorlardı. Genellikle bunlara yanıt veremiyorduk, mahkemeye de veremeyecektik. Fakat aleyhimize açılan davalara bir yanıt olarak bunlardan bir bölümünü mahkemeye vermek üzere, Basın Savcılığı’na başvurduk. Açtığımız davaları reddetti. Bu yazılarda hakaret görmedi.
SEN MİSİN VATANI SATACAK OLAN!
İstanbul Emniyet Müdürü Ahmet Demir, odasına girer girmez, ‘Sen misin Aziz Nesin?’ diye sordu. Açık bulunan ceketimin önünü ilikleyerek Ahmet Demir’e yaklaştım ve “Evet, benim!” dedim. Söz ağzımdan çıkar çıkmaz yüzümde müthiş bir şamar şakladı. Ne olduğumu, neye uğradığımı şaşırdım. Bu tokadın arkasından Ahmet Demir, “Ulan it, sen misin o, vatanı satacak olan!” diye bağırdı. Ne oluyorduk, ne satıyorduk, kime satıyorduk? Ondan sonra sille, tokat, tekme girişti... Kolu mu yoruldu, sakinleşti mi bilmiyorum, yaşamımda duymadığım küfürleri de savurduktan sonra, ‘Götürün!’ diye bağırdı. Tam on yedi gün, bu ve daha ağır koşullar altında kaldım. Altı gün ne ekmek ne su verdiler. Bugün bile niçin tuttukladıklarını bilmiyorum, sanırım onlar da bilmiyor... O tarihten sonra iflah olmadım. Sürekli takip, baskı, şiddet, mahkeme, hapis, sürgün... Bu anlattığım ünlü 16 Aralık tevkifatıdır ki, 200 kişi kadardık. Oradan saç sakal birbirine karışmış çıktım. Herkes bana bakıyordu. Hemen bir arabaya atlayıp yönetimevine geldim. Bütün arkadaşlar oradaydı, kucaklaştım. O anda bütün acılar unutuluverdi. Hemen gazeteyi çıkarmalıydık. Arkadaşlara yapılacak işleri anlattım. Yanıma para aldım. Aynı arabayla eve gittim. Evde ancak bir saat kadar oturdum oturmadım, yönetimevine dönüp yazıları yazmaya başladım.
FOTOKOPİ İLE GAZETE ÇOĞALTTIK
Bir sıra geldi ki artık basacak matbaa da bulamadık. Bir yerde ne yapacağım diye düşünürken, eski bir gazeteci olan bir kişi, “Şapiroğraf makinesi alın, onda basıp dağıtın” dedi. Hemen bir çoğaltma makinesi aldık. Bu yolla ancak 20 bin gazete çıkardık. Başka şekilde başa çıkamayacaklarını anlayanlar, bu kez gazete satan çocukları toplayıp karakollara, müdürlüklere götürmeye başladılar. Ankara’da gazetemizi satan çocukları Emniyet Müdürlüğü’ne götürüp esnaf belgesi sordular, sanki bütün bu çocukların şimdiye kadar esnaf belgesi varmış, şimdiye kadar sorulmuşmuş gibi. Ayakları çıplak, küçük gazeteci çocukların bazı yerlerde parmak izleri bile alındı. Taşra dağıtımcıları karakollara götürülüp bazen bir-iki gün nedensiz yere alıkonuldu. Taşrada bize karşı gösteriler düzenlettiler. Adana ilinde işçilere, gazetemizi alıp yırtmaları için Halk Partisi’nce para dağıtıldı.
KENDİ GAZETEM, KENDİ ALEYHİMDE
Son zamanlarda çıkmakta olan Malûm Paşa gazetesini dışarıdan getirtebiliyordum. Bir sabah gazete geldi, bir de baktım ki Malûm Paşa, yani benim gazetem baştan aşağı bana ve Sabahattin Ali’ye küfürlerle dolu! Gözlerime inanamadım, bir daha okudum. İşin şaka, gülmece yanı yok, düpedüz ‘Namussuzlar, vatan hainleri’ diye küfür ediyordu. Üstelik bu küfürlerden başka yazılar da yine benim yazılarımdı. Ne olduğumu anlayamadım. Ondan sonra çıkan sayıda her şey anlaşılıyordu. Biz Marko Paşacılar vatan haini, yabancı ajanıymışız. Hâlâ bu gazete benim yazılarımla çıkıyordu. O günlerde, eli kolu bağlı, hapishanede neler çektiğimi anlatamam. Benim yazılarım bir süre sonra elbet bitecekti. O zaman nasıl olsa gazetenin satışı düşecekti. Gerçekten böyle de oldu, yetmiş bin satan Marko Paşa’nın satışı Orhan Erkip’in elinde bine kadar düşmüş ve gazete kapanmak zorunda kalmıştı.
GAZETEYİ ÇALIYORLAR
Malûm Paşa’nın dördüncü sayısı piyasaya çıkmış. Beşinci sayısını hazırlamışlar. Akşam yönetimevinden arkadaşlar ayrılmışlar. Ertesi sabah yönetimevi olarak kullanılan apartmana geldikleri zaman kapıyı açık bulmuşlar. İçeri girince, masaların gözleri kırıkmış. Evraka bakmışlar, hiçbiri yok. Dağıtımcı defterleri, abone ve hesap defterleri, benim tomarla yazım ve birtakım eşya çalınmış! (AKSİYON DERGİSİ, İDRİS GÜRSOY, 16 KASIM 2015)

Hiç yorum yok: