17 Aralık süreci ve medyadaki kara propaganda örnekleri kitaplaştı
İdris Gürsoy 17
Aralık sürecinde medyada yer alan kara propaganda örneklerini bir
kitapta topladı.İstihbarat Yalanları ve İftiralar adlı kitapta tarihte
yaşanan benzerlikler de yer alıyor.
Gazeteci yazar İdris Gürsoy'un İstihbarat Yalanları ve İftiralar adlı çalışması raflardaki yerini aldı. Kitapta, 17 Aralık yolsuzluk ve
rüşvet operasyonundan sonra yaşananlar ayrıntılı bir
şekilde anlatılıyor. Dört bölümden oluşan kitabın ilk
bölümünde Hizmet Hareketi'ne ve Fethullah Gülen Hocaefendi'ye
yöneltilen yalan ve iftiralara ‘Gülen'e infaz girişimi'
alt başlığı altında yanıt veriliyor. Yazar bu bölümde,
‘paralel devlet' iddialarının ‘başarılı' bir algı
operasyonu olduğunu belirtiyor. Kitabın ikinci bölümü,
1999 Haziran Fırtınası başlığı altında 28 Şubat sürecinde
yaşananları mercek altına alıyor.
‘Soygun şahane Camia bahane’
Fethullah Gülen'in 1999'da benzer bir iftira kampanyası ile hedef alındığı belirtilen kitabın son bölümü ise Bir Mazlum: Said Nursi... Bu bölümde Gürsoy, Bediüzzaman Said Nursi'yi hedef alan kara propaganda örneklerini sıralıyor. 28 Şubat sürecinde kullanılan irticanın yerini ‘Cemaat'in aldığını kaydederek, ‘Soygun şahane Camia bahane' sözüyle yaşanan süreci özetliyor. Bizim burada derlediğimiz bölüm ise ağırlıklı olarak son iki bölümden oluşuyor. 17 Aralık öncesi yaşanılanlarla 17 Aralık sonrası yaşanılanlar arasındaki benzerlikleri kısaca hatırlatalım istedik. Geçmişte ne oldu, nasıl karşılık buldu? Tüm bunları, bugün yaşanılanlarla değerlendirmeyi size bırakıyoruz.
Yazarı: İdris Gürsoy
Türü: İnceleme araştırma
Sayfa: 191
Baskı: 2014
Yayınevi: Zaman Kitap
SEÇİLMİŞ BÖLÜMLER...
İftira kampanyası yeni bir şey değil!
Fethullah Gülen Hocaefendi’ye yolsuzluklara adı karışmış başbakan, ağır hakaretlerde bulunurken, Gülen’in, ‘28 Şubat’ı desteklediği’ iftirasını ortaya attı. Ecevit’le dostluğu dedikodu malzemesi yapıldı. Oysa postmodern darbenin tek bir mağduru kalmıştı: Fethullah Gülen. 1999’da benzer bir iftira kampanyası ile linç edilmek istenmişti. 17 Aralık’taki süreç, haziran fırtınasında da yaşanmıştı. O günün başbakanı Bülent Ecevit, istihbarat raporlarını elinin tersi ile itmiş ve ‘Bunlara ben inanmıyorum’ demişti. Turgut Özal da başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı döneminde Türk okullarını desteklemişti. Çevresindeki bürokratlar için ‘Hizmet’i onlara anlatamıyorum’ yakınmasında bulunmuştu. (sf.103)
Bizzat kendisi aradı!
1998 Mart MGK’sında Fethullah Gülen dosyası masaya yatırılmıştı. MİT masaya, eski Ankara Emniyet İstihbarat Bölümü’nden telekulak skandalı nedeniyle tasfiye edilen Cevdet Saral ve Osman Ak ekibinin raporunu koydu. Dönemin Başbakanı Ecevit dosyaları eliyle itip “Bunların hiçbirine inanmıyorum çünkü onlar böyle insanlar değiller!” dedi. Recai Birgün’ün anlattığı gibi, Ecevit, 1992’de Gülen ile üç defa görüşmüş onun samimiyetine inanmıştı. Gülen’i bitirmek için çalışan ekip pes etmedi. Yurtdışındaki okulları gidip bu ülkelere şikâyet ettiler. Yurtiçinde de dershaneler, okullar üzerinden terör estirdiler. 1999 başında Gülen’in bir suikastla öldürülmesi, İBDA-C’ye ihale edildi. Bu süreçte Gülen’in derhal ülkeyi terk etmesi, aksi halde öldürüleceği yine Ecevit’e yakın bir isim tarafından Gülen’e haber verildi. Ecevit, bizzat kendi de aradı ve uyardı. (sf113)
“Bu müthiş bir hadise Korkut!”
Fethullah Gülen Hocaefendi, Turgut Özal’ın cenaze namazına katılmıştı. Hocaefendi o gün yine 3 yıl önce Menderes’in ve arkadaşlarının naaşlarının nakli sırasındaki gibi hüzünlüydü. Turgut Özal’ın vefatı sonrasında Fethullah Gülen Hocaefendi şu değerlendirmede bulunuyordu: “Engin bir imanı vardı Turgut Bey’in. Yaptığı her şeyi şuurlu yapardı, manevî değerlere sonuna kadar bağlıydı ve bizleri çok severdi. Son gezisinde hele içi içine sığmıyordu. Orta Asya’da okulları da ziyaret ettiği geziden döndükten sonra kardeşi Korkut Bey’e okulları kastederek ‘Bu müthiş bir hadise Korkut!’ demiş.” (sf.129)
Ecevit, Gülen raporlarına neden itibar etmedi?
“Ecevit, Gülen ile yüz yüze görüştü, ‘Bu insandan, bunun düşüncelerinden bizim ülkemize zarar gelmez’ diye emin oldu. Önüne gelen raporlara bu yüzden itibar etmedi.” Bu sözler rahmetli Başbakan Bülent Ecevit’in en yakınındaki isim Recai Birgün’e ait.
Kendi bakanını yargıya gönderebilen ilk başbakan
1985 yılı başında, ANAP’ın iktidara gelişi üzerinden henüz 15 ay geçmişti. Devlet Bakanı İsmail Özdağlar hakkında çeşitli iddialar dolaşmaya başladı. ANAP’lı bakan, bir ihalede, tonu 9 dolar olan petrolü 15 dolardan taşıtıp aradaki farkı armatörlerle paylaşmak ve o günün parasıyla 25 milyon lira rüşvet almakla suçlanıyordu. Özal, iktidarının ilk yılında yolsuzluk şayialarının çıkmasına üzüldü ama iddiaları da ciddiye aldı. Danışmanı Adnan Kahveci aracılığıyla gizli bir soruşturma başlattı. Kahveci, teknolojiye meraklıydı, Özal’ın talimatıyla harekete geçti. İşadamı Uğur Mengenecioğlu’na verdiği bir teyple rüşvet görüşmelerini gizlice kayda aldırdı. İlk kez denenen bir yöntemle bir bakanın rüşvet istediğini teyp kaydıyla saptadı. Başbakan Özal kendisine ulaşan kaseti defalarca dinledikten sonra Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir iktidar partisi, kendi
bakanını yargıya gönderdi. (sf.131)
Dünden bugüne kara propaganda
n 1950-60 arasında Bediüzzaman Said Nursi ve talebeleri Tek Parti dönemini aratmayan baskılarla karşılaştı. DP’nin özellikle 1957’den sonraki döneminde zulümler arttı. Said Nursi’nin seyahat hürriyeti engellendi. Yeni soruşturmalar ve davalar açıldı. Risale-i Nur talebeleri tutuklandı. Kitaplar toplatıldı. Gazetelerde Bediüzzaman’ı hedef alan iftira kampanyaları düzenlendi.1960’lı yıllarda Nurculuğa karşı Çetin Özek ve İbrahim Agah Çubukçu imzası ile pek çok makale ve kitaplar yayımlandı. Hukukçu Özek ve ilahiyatçı Çubukçu’nun ortak noktası dindar kitleleri Said Nursi ve Risale-i Nurların İslam dışı olduğuna ikna etmekti. 1964 tarihli Varlık Yayınları’nda çıkan Özek’in Nurculuğun İçyüzü kitabında Said Nursi için; “Kendisini evliya gibi görüyordu, akıl hastasıydı, emsalsiz bir filozof sanıyordu!” deniyor. 1964 tarihli ‘Din ışığı altında Nurculuk’ başlığı taşıyan bir kitabın müellifi de cuntacı generallerden Faruk Güventürk’tü. 1965’te, Said Nursi’nin kitaplarının satış ve dağıtımı yasaklandı. Said Nursi ve talebeleri ile ilgili takibatlar hep darbe sonrası dönemlerde oldu. 1960’lı, 70’li ve 80’li yıllar soruşturmalar, davalarla geçti. Gazetelere sürekli gözaltına alınan ve yargılanan, evleri basılan, kitapları toplatılan Nurcu haberleri bu dönemlerde yansıdı. 28 Şubat sürecinde ise en büyük hedeflerden biri Fethullah Gülen Hocaefendi oldu. (sf.157-158)
Gülen, Özal’dan siyasi talepte bulundu mu?
‘Fethullah Hoca isteseydi Turgut Özal milletvekilliği verirdi. Ama Fethullah Hoca istemezdi. Çünkü Hoca’nın iktidar talebi yoktur. Fethullah Gülen ANAP hükümetinden bir günden bir güne siyasî bir talepte bulunmamıştır.” Bu sözler rahmetli cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın siyasî yol arkadaşı Mehmet Keçeciler’e ait. Keçeciler, Özal’ın yurtdışındaki Türk okullarına ve Gülen’e bakışını şöyle aktarıyor: “Özal, yurtdışındaki Türkler’in eğitimini çok önemserdi. MEB aracılığıyla bunun başarılı olamadığını gördü. Başbakanlığı sırasında gittiği bütün ülkelerde baktı ki yurtdışındaki okullarda en başarılı olanları Fethullah Gülen’in okulları. Turgut Bey, Türk ülkelerin liderlerine Fethullah Gülen okullarının açılması için tavsiyelerde bulundu. Onlara dedi ki: ‘Bakın bu okullar çok iyi eğitimler veriyor. Göreceksiniz çok beğeneceksiniz. İngilizce’yi de çok iyi öğretiyorlar.’ Türk cumhuriyetlerinde Gülen’in okullarının açılmasına aracılık etti.” (sf.123)
“Hayatını insanlığa adamış, dünya zevki namına hiçbir şey tatmamış ve İnsaniyet-i Kübra’nın yücelmesinden gayrı muradı olmamış bir insan bir zulümle karşı karşıya bulunuyor.” (sf.42)
ERDAL DOĞAN - BUGÜN GAZETESİ
‘Soygun şahane Camia bahane’
Fethullah Gülen'in 1999'da benzer bir iftira kampanyası ile hedef alındığı belirtilen kitabın son bölümü ise Bir Mazlum: Said Nursi... Bu bölümde Gürsoy, Bediüzzaman Said Nursi'yi hedef alan kara propaganda örneklerini sıralıyor. 28 Şubat sürecinde kullanılan irticanın yerini ‘Cemaat'in aldığını kaydederek, ‘Soygun şahane Camia bahane' sözüyle yaşanan süreci özetliyor. Bizim burada derlediğimiz bölüm ise ağırlıklı olarak son iki bölümden oluşuyor. 17 Aralık öncesi yaşanılanlarla 17 Aralık sonrası yaşanılanlar arasındaki benzerlikleri kısaca hatırlatalım istedik. Geçmişte ne oldu, nasıl karşılık buldu? Tüm bunları, bugün yaşanılanlarla değerlendirmeyi size bırakıyoruz.
Yazarı: İdris Gürsoy
Türü: İnceleme araştırma
Sayfa: 191
Baskı: 2014
Yayınevi: Zaman Kitap
SEÇİLMİŞ BÖLÜMLER...
İftira kampanyası yeni bir şey değil!
Fethullah Gülen Hocaefendi’ye yolsuzluklara adı karışmış başbakan, ağır hakaretlerde bulunurken, Gülen’in, ‘28 Şubat’ı desteklediği’ iftirasını ortaya attı. Ecevit’le dostluğu dedikodu malzemesi yapıldı. Oysa postmodern darbenin tek bir mağduru kalmıştı: Fethullah Gülen. 1999’da benzer bir iftira kampanyası ile linç edilmek istenmişti. 17 Aralık’taki süreç, haziran fırtınasında da yaşanmıştı. O günün başbakanı Bülent Ecevit, istihbarat raporlarını elinin tersi ile itmiş ve ‘Bunlara ben inanmıyorum’ demişti. Turgut Özal da başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı döneminde Türk okullarını desteklemişti. Çevresindeki bürokratlar için ‘Hizmet’i onlara anlatamıyorum’ yakınmasında bulunmuştu. (sf.103)
Bizzat kendisi aradı!
1998 Mart MGK’sında Fethullah Gülen dosyası masaya yatırılmıştı. MİT masaya, eski Ankara Emniyet İstihbarat Bölümü’nden telekulak skandalı nedeniyle tasfiye edilen Cevdet Saral ve Osman Ak ekibinin raporunu koydu. Dönemin Başbakanı Ecevit dosyaları eliyle itip “Bunların hiçbirine inanmıyorum çünkü onlar böyle insanlar değiller!” dedi. Recai Birgün’ün anlattığı gibi, Ecevit, 1992’de Gülen ile üç defa görüşmüş onun samimiyetine inanmıştı. Gülen’i bitirmek için çalışan ekip pes etmedi. Yurtdışındaki okulları gidip bu ülkelere şikâyet ettiler. Yurtiçinde de dershaneler, okullar üzerinden terör estirdiler. 1999 başında Gülen’in bir suikastla öldürülmesi, İBDA-C’ye ihale edildi. Bu süreçte Gülen’in derhal ülkeyi terk etmesi, aksi halde öldürüleceği yine Ecevit’e yakın bir isim tarafından Gülen’e haber verildi. Ecevit, bizzat kendi de aradı ve uyardı. (sf113)
“Bu müthiş bir hadise Korkut!”
Fethullah Gülen Hocaefendi, Turgut Özal’ın cenaze namazına katılmıştı. Hocaefendi o gün yine 3 yıl önce Menderes’in ve arkadaşlarının naaşlarının nakli sırasındaki gibi hüzünlüydü. Turgut Özal’ın vefatı sonrasında Fethullah Gülen Hocaefendi şu değerlendirmede bulunuyordu: “Engin bir imanı vardı Turgut Bey’in. Yaptığı her şeyi şuurlu yapardı, manevî değerlere sonuna kadar bağlıydı ve bizleri çok severdi. Son gezisinde hele içi içine sığmıyordu. Orta Asya’da okulları da ziyaret ettiği geziden döndükten sonra kardeşi Korkut Bey’e okulları kastederek ‘Bu müthiş bir hadise Korkut!’ demiş.” (sf.129)
Ecevit, Gülen raporlarına neden itibar etmedi?
“Ecevit, Gülen ile yüz yüze görüştü, ‘Bu insandan, bunun düşüncelerinden bizim ülkemize zarar gelmez’ diye emin oldu. Önüne gelen raporlara bu yüzden itibar etmedi.” Bu sözler rahmetli Başbakan Bülent Ecevit’in en yakınındaki isim Recai Birgün’e ait.
Kendi bakanını yargıya gönderebilen ilk başbakan
1985 yılı başında, ANAP’ın iktidara gelişi üzerinden henüz 15 ay geçmişti. Devlet Bakanı İsmail Özdağlar hakkında çeşitli iddialar dolaşmaya başladı. ANAP’lı bakan, bir ihalede, tonu 9 dolar olan petrolü 15 dolardan taşıtıp aradaki farkı armatörlerle paylaşmak ve o günün parasıyla 25 milyon lira rüşvet almakla suçlanıyordu. Özal, iktidarının ilk yılında yolsuzluk şayialarının çıkmasına üzüldü ama iddiaları da ciddiye aldı. Danışmanı Adnan Kahveci aracılığıyla gizli bir soruşturma başlattı. Kahveci, teknolojiye meraklıydı, Özal’ın talimatıyla harekete geçti. İşadamı Uğur Mengenecioğlu’na verdiği bir teyple rüşvet görüşmelerini gizlice kayda aldırdı. İlk kez denenen bir yöntemle bir bakanın rüşvet istediğini teyp kaydıyla saptadı. Başbakan Özal kendisine ulaşan kaseti defalarca dinledikten sonra Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir iktidar partisi, kendi
bakanını yargıya gönderdi. (sf.131)
Dünden bugüne kara propaganda
n 1950-60 arasında Bediüzzaman Said Nursi ve talebeleri Tek Parti dönemini aratmayan baskılarla karşılaştı. DP’nin özellikle 1957’den sonraki döneminde zulümler arttı. Said Nursi’nin seyahat hürriyeti engellendi. Yeni soruşturmalar ve davalar açıldı. Risale-i Nur talebeleri tutuklandı. Kitaplar toplatıldı. Gazetelerde Bediüzzaman’ı hedef alan iftira kampanyaları düzenlendi.1960’lı yıllarda Nurculuğa karşı Çetin Özek ve İbrahim Agah Çubukçu imzası ile pek çok makale ve kitaplar yayımlandı. Hukukçu Özek ve ilahiyatçı Çubukçu’nun ortak noktası dindar kitleleri Said Nursi ve Risale-i Nurların İslam dışı olduğuna ikna etmekti. 1964 tarihli Varlık Yayınları’nda çıkan Özek’in Nurculuğun İçyüzü kitabında Said Nursi için; “Kendisini evliya gibi görüyordu, akıl hastasıydı, emsalsiz bir filozof sanıyordu!” deniyor. 1964 tarihli ‘Din ışığı altında Nurculuk’ başlığı taşıyan bir kitabın müellifi de cuntacı generallerden Faruk Güventürk’tü. 1965’te, Said Nursi’nin kitaplarının satış ve dağıtımı yasaklandı. Said Nursi ve talebeleri ile ilgili takibatlar hep darbe sonrası dönemlerde oldu. 1960’lı, 70’li ve 80’li yıllar soruşturmalar, davalarla geçti. Gazetelere sürekli gözaltına alınan ve yargılanan, evleri basılan, kitapları toplatılan Nurcu haberleri bu dönemlerde yansıdı. 28 Şubat sürecinde ise en büyük hedeflerden biri Fethullah Gülen Hocaefendi oldu. (sf.157-158)
Gülen, Özal’dan siyasi talepte bulundu mu?
‘Fethullah Hoca isteseydi Turgut Özal milletvekilliği verirdi. Ama Fethullah Hoca istemezdi. Çünkü Hoca’nın iktidar talebi yoktur. Fethullah Gülen ANAP hükümetinden bir günden bir güne siyasî bir talepte bulunmamıştır.” Bu sözler rahmetli cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın siyasî yol arkadaşı Mehmet Keçeciler’e ait. Keçeciler, Özal’ın yurtdışındaki Türk okullarına ve Gülen’e bakışını şöyle aktarıyor: “Özal, yurtdışındaki Türkler’in eğitimini çok önemserdi. MEB aracılığıyla bunun başarılı olamadığını gördü. Başbakanlığı sırasında gittiği bütün ülkelerde baktı ki yurtdışındaki okullarda en başarılı olanları Fethullah Gülen’in okulları. Turgut Bey, Türk ülkelerin liderlerine Fethullah Gülen okullarının açılması için tavsiyelerde bulundu. Onlara dedi ki: ‘Bakın bu okullar çok iyi eğitimler veriyor. Göreceksiniz çok beğeneceksiniz. İngilizce’yi de çok iyi öğretiyorlar.’ Türk cumhuriyetlerinde Gülen’in okullarının açılmasına aracılık etti.” (sf.123)
“Hayatını insanlığa adamış, dünya zevki namına hiçbir şey tatmamış ve İnsaniyet-i Kübra’nın yücelmesinden gayrı muradı olmamış bir insan bir zulümle karşı karşıya bulunuyor.” (sf.42)
ERDAL DOĞAN - BUGÜN GAZETESİ