22 Mayıs 2014 Perşembe

SOMA'DAKİ FACİA ÜZERİNE: DEMEK Kİ 1940'DAN BUYANA DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK

Bilinmeyen bir ‘mükellefiyet’

18 Şubat 2013 / İDRİS GÜRSOY
1940’lı yıllarda Zonguldaklı, madende çalışmaya mecbur ediliyor. Vergisini veremeyen, borcunu ödeyemeyen ‘mükellefiyet’e tabi tutuluyor. Zayıf oldukları için kadınlar ve çocuklar daha çok yollarda çalıştırılıyor. 12 yaşından itibaren yollarda taş diziyorlar, 16’sında madene giriyorlar…
Sisleri yararak yol alıyoruz. Bulutlar başımızı okşuyor. Her taraf is, her taraf çamur. Siyah ve gri tonların hâkim olduğu bir şehir burası. Yerin üstü kadar yerin altında da hayat var. Kömür, damgasını vurmuş her yere. Zaman ilerledikçe sizi de esir alacak hissine kapılıyorsunuz. Bazen dikkat kesilip acıyla kulak verdiğimiz ‘madende facia’ haberleri işte buradan geliyor.      
Yıllardır gözyaşlarının dinmediği bir şehir Zonguldak. En büyük acılar tek parti (CHP) döneminde yaşanmış. 1940’da madenler devletleştirilmiş. İktidarda Millî Şef İsmet İnönü var. 2. Mükellefiyet uygulaması ile madende çalışmak zorunlu hâle getirilmiş. ‘Parası olmayanlar madene’ denmiş. 2. Mükellefiyet’le ilgili çok az araştırma var. O günlerin tanıkları da tek tek aramızdan ayrılıp gitti. Kadir Tuncer, üç kuşak madenci bir aileden geliyor. Dedesi 1890-1920 arasında Fransızların işlettiği madenlerde çalışmış. Babası, 2. Mükellefiyet’in olduğu 1940-50 arası Kozlu’da sakat kalmış. Kendisi de 1991’de ocaktan emekli olmuş. Mükellefiyet dönemini araştırmış, tanıkların anlattıklarını kaydetmiş Tuncer. “Sadece madende yok mükellefiyet… 12 saat çalışıyor, iki saat spor yapıyor, iki saat de okuma yazma kursuna gidiyor işçiler. Yol mükellefiyetinde küçük çocuklar, kızlar, kadınlar çalıştırılıyor; çıplak ayaklarla yol parkesi döşüyorlar. Daha küçük olanlar ormanda çalışıyor.” diye anlatıyor o dönemi.
Zonguldak madenleri Osmanlı’dan bu yana stratejik öneme sahip. İmparatorluğun ve yeni kurulan Türkiye Cumhu-riyeti’nin tek enerji kaynağı bu madenler. Osmanlı da Cumhuriyet de bölgeye özel önem veriyor bu yüzden. 1940’lı yıllarda Zonguldak halkı madende çalışmaya mecbur ediliyor. Buna ‘2. Mükellefiyet’ deniyor. Enerji ihtiyacı arttıkça daha fazla kömür çıkarılması gerekiyor. Gönüllülükle işin yürümesi zor. Askerler, mahkûmlar çalıştırılıyor o dönemde. En fazla göç alan il oluyor Zonguldak. Vergisini veremeyen, borcunu ödeyemeyen mükellefiyete tabi tutuluyor. Parası olan madenden kurtuluyor. Ancak her beldede birkaç zengin aile bu imtiyazdan yararlanabiliyor. Köyler ayrılmış; yol, maden, orman mükellefiyeti diye. Kazmacı, kürekçi ve domuz damcı köyleri var… Zayıf oldukları için kadınlar ve çocuklar daha çok yollarda çalıştırılıyor. İş bitince ormana gönderiliyorlar. İş bitiyor ama borç bitmiyor. 12 yaşından itibaren yollarda taş diziyorlar. 16 yaşında madene giriyorlar.
Madende şartlar çok ağır, ücretler düşük, kötü muamele var. Bir nohut yemeği tabağından 8 taş çıkıyor. Bir ayda 70 gram sabun veriliyor, hastalıklar artıyor. Kaçan kurtulabiliyor. Jandarma esir kovalar gibi kaçak işçilerin peşine düşüyor. Evlere baskınlar düzenleniyor. İşkencenin bini bir para.
1908’de Dilaver Paşa mükellefiyeti kaldırılmış, ancak etkisi devam etmiş. 1923’te Cumhuriyet kurulduktan sonra maden ocaklarını 1940’a kadar Fransızlar işletmiş. Emekli madenci Tuncer, “İstiklal Harbi ile düşman denize döküldü ise, Fransızların ne işi vardı 1940’lara kadar Zonguldak’ta?” diye soruyor.
Zonguldak’ın üstünü örten sis gibi mükellefiyet dönemine ait pek çok olayın üzerinde sır perdesi var. Tek parti, acıların üzerini örtmekle kalmamış, müthiş bir propaganda ile ‘Uzun Mehmet’ gibi hayal ürünü hikâyelerle madenciliği özendirmiş. Maden kazalarında hayatını kaybedenler sansür sebebi ile gazetelerde haber olamamış uzun süre. Dergilerde mankenler madenci diye gösterilmiş. Millî Şef’in ziyaretleri boy boy gazetelere manşet olmuş. “Uzun Mehmet’in nüfus kayıtlarını vermeleri için valiliğe başvurdum. Veremediler. Çünkü Uzun Mehmet diye biri yok. Halk-evlerinde kararlaştırılıyor, Behçet Kemal Çağlar’a da şiir yazdırılıyor.” diye anlatıyor kendisi de bir         madenci aileden gelen araştırmacı Metin K    öse.
Tek parti yönetimi, önce madenlerin devletleştirilmesi için 3780 sayılı yasayı çıkarıyor. 26 Şubat 1940’ta Zonguldak ve çevre yerleşim birimlerinde ikamet edenlere ocaklarda çalışmaları için kanunla hüküm getiriliyor. 1 Mart 1940’ta ilçe ve köylerden işçi toplamak için ‘İş Mükellefiyeti Müdürlüğü’ kuruluyor. Çalışma saatleri belli değil, yatacak, barınacak yer yok. Dayak, küfür, parasızlık, adam kayırma var ve iş sağlığı bilinmiyor. Bu şartlara tahammül edemeyerek kaçanlardan ‘işçi taburları’ oluşturuluyor. II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte günde 8 saat olan çalışma süresi  11 saate çıkarılıyor.
1946’da Türkiye’de çok partili seçim yapılıyor. 1950’de DP iktidara geliyor. Özgürlük havası bütün ülke ile birlikte Zonguldak’ta da hissediliyor. 1950’de İkinci Mükellefiyet kaldırılıyor, çalışma şartları iyileştiriliyor. Ancak olağanüstülük bir süre daha devam ediyor. Hak arama arayışları, direnişler, yürüyüşler Ankara’yı tedirgin ediyor. Olağanüstü dönemlerde baskılar yine artıyor. “Zonguldak’tan devlet hep korkuyor ve korkmaya devam ediyor.” diyor araştırmacı Tuncer. Enerji, maden, demir çelik ve sanayinin en yoğun olduğu bu bölgeden her an bir başkaldırıdan çekiniyor Ankara. 1970’in ortalarına kadar maden sahalarında fotoğraf çekmek yasaktı. Madenlerle ilgili yazılar devlet sırrını açığa vurmak suçundan soruşturmaya uğruyordu. Tuncer, “Mükellefiyetle ilgili araştırma yaparken, mükellefiyette çalışanlar hâlâ konuşmaya korkuyordu.” diye anlatıyor. 

100 YIL YETECEK KÖMÜR REZERVİ VAR
Zonguldak’ta 1,2 milyar ton kömür rezervi bulunuyor. Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Genel Müdürlüğü bünyesinde; Kozlu, Üzülmez, Kandilli, Karadon ve Amasra Müessesesi olmak üzere toplam 5 müessese var. Her bir müessesede 5 ile 10 arasında değişen maden ocağı var. 8 bini yer altında olmak üzere toplam 10 bin maden işçisi çalışıyor. Her işçi günde 8 saat mesai yapıyor. Bunun 2 saati yer altına gidiş ve yer altından gelişte (işçi naklinde) geçiyor. Maden ocakları, günde 3 vardiya çalışıyor. Yıpranma paylarına sahipler. 7 bin 200 gün yevmiyeyi dolduran (20 yıl) işçi emekli olabiliyor. En büyük problemleri; işçi sayısının azalması, buna paralel olarak da üretimin düşmesi nedeniyle işin ağırlığının artması. İşçiler bu yüzden iş kazalarına maruz kalıyor.
Metin Köse (Araştırmacı-yazar)*:
ÇALIŞMA ŞARTLARI DAYANILACAK GİBİ DEĞİLDİ “Osmanlı’nın kömür ihtiyacını karşılamak için Karadeniz Ereğli’ye gönderilen Dilaver Paşa, meşhur nizamnamesini (1867) yayımlar. 21. madde şöyle: “Ereğli’nin 14 kariyesinde 13-50 yaşındaki erkekler kazmacı, kürekçi, direkçi olarak çalışmakla mükelleftir.” 30. maddede ise “Her kim ki çalışmaz duruma gele eşeğe bindirilip köyüne gönderile.” şeklindedir. 1. Mükellefiyet’in uygulamaya konması ile başlangıçta 30 bin okka olan üretim 250 bin okkaya çıktı. İkinci Mükellefiyet’te çalışma şartları daha ağırdı. İnsanlar zorla madene sokuldu. Disiplini sağlamak için alınan tedbirler insan haklarına aykırıydı. Sindirmek için âdeta insanlara işkence yapıldı. Madenlerden kaçmaları önlemek için Devrek’te bir tümen kuruldu. Çürük raporu alabilmek için Amele Birliği Hastanesi’ndeki doktorlara, öküzlerini, tarlalarını satarak rüşvet veren insanlar var. Bu işlerden çok zenginleşenler olmuş. Parası, tarlası olmayanlar da madenden kurtulabilmek için elini ayağını kesiyor. Patlamalar ve kazalarda toplu ölümler oluyor. 1957’deki grizu faciasında Dedeoğlu köyünün bütün erkekleri ölüyor. Katır insandan değerli. Bir belgede, kazada katırın ayağı parçalanmış ve katır itlaf edilmiş. Parası da sorumlulara ödettirilmiş. Raporda katırın tırnak numarası, boyu, doğum tarihi, vücudunun belirgin özellikleri anlatılıyor; ancak sorumlular sadece başçavuş, çavuş ve seyis diye geçiyor. Mükellefiyet 1948’de kalkıyor ama uygulamalar değişmiyor. 1965’te madenciler performans zamlarına isyan ediyor. Yürüyüş yapılıyor. Jan-darma Kozlu Dispanseri önünde durduruyor madencileri. Kurşun yağıyor üzerlerine. Zonguldak’ta ‘ola-ğanüstü hâl’ ilan ediliyor. Yüzlerce işçi gözaltına alınıyor.”
*Zonguldak’taki iki mükellefiyet (zorunlu çalışma) uygulamalarını araştırdı ve değerlendirmelerini Göl Dağı isimli bir kitapta topladı.