İDRİS GÜRSOY
1994 yılında sınır ötesi operasyonu izlemek için
Güneydoğu’ya gitmiş, Cizre’deki İpekyolu dersanesine uğramıştım. Viran şehirde,
tozlu sokaklar arasında bu eğitim kurumu hemen dikkat çekiyordu. Dış cephesi
boyanmış, içerisi pırıl pırıldı. Sıradan bir binayı kiralamış eğitim-öğretim
yapılabilecek seviyeye getirmişlerdi. Üniversiteye hazırlanan gençlerle sohbet
etmiştim. Günlük yaşamları, okul ve tabii ki gelecek planlarıydı konu. Cizreli
çocuklardan kimi doktor kimi avukat kimi öğretmen olma hayalleri kuruyordu.
Müdür Batı’dan sanıyorum Manisa’dan bir kişiydi. Öğretmenler de en az
öğrencileri kadar heyecanlıydı. Dışarıda patlayan bombalar, yollara kurulan
tuzaklardan çok öğrencilerin geleceği ile ilgiliydiler. Terör tehdidinden
dolayı pek çok okul öğretmensizdi, pek çok okulun kapısında kilit vardı. Onları
burada tutan neydi? Bir öğretmen, dersane açıldıktan sonra üniversiteyi kazanan
öğrenci sayısındaki artışa dikkat çekmiş, ‘İşte bu netice bizi burada tutuyor’
demişti. Bir öğrenci bile kurtulsa yeter diye de eklemişti! Asıl beni derinden
etkileyen sözü ise Cizreli bir öğrenci söyleyecekti. Çayları yudumladıktan
sonra konu teröre gelmişti. Bölgedeki olağanüstü şartlar onlar için olağandı.
Olağanüstü olan ise İpekyolu gibi özel bir dersanenin Cizre’de açılmış
olmasıydı. “Ah dedi, birisi. Keşke İpekyolu daha önce açılabilseydi?” “Neden?”
diye gayri ihtiyari sorunca; “Amcamın çocukları da buraya gelir ve
kurtulurlardı. Şimdi onlar dağda” deyiverdi. Benim şaşkınlıktan açılan
gözlerime aldırmadan devam etti: “Eğer bu dersane açılmasa ben de bugün
dağdaydım’
Ne diyeceğimi
şaşırmıştım. Bu kadar kolay mıydı dağa çıkmak?
Evet bölgedeki okullardan mezun olanların üniversite sınavlarından
başarı ile çıkmaları neredeyse mucizeydi. Liseyi bitirip bu şansı bulanların
çoğu eleniyordu. İş yoktu. Nüfus çoktu. Örgüt ailelere baskı yapıyor,
propaganda ve tehditle çocukları adeta dağa kaldırıyordu. Türlü türlü vaatler
de cabasıydı.
Cizre’’den önce
başka bir tarihte yolum Ağrı’ya düşmüştü. Bir öğrenci yurdunun önündeki sırayı
yararak çıkmıştım müdür beyin yanına. İflas etmiş bir esnafın perişanlığı vardı
yüzünde. ‘Sırayı ve şaşkınlığın sebebini sorunca, ağlamaklı anlatmıştı öğrenci
yurdu müdürü; “Yurdu yeni açtık. Kapasitemiz yüz ancak müracaat çok fazla.
Biraz önce köyden iki çocuğunun kolundan tutup getirmiş bir veliyi uğurladım.
Yerimiz yok deyince adam, ‘Hocam, ne olur bunlardan birini al. Eğer hayır
dersen, köye geri götüreceğim ve yarın dağa çıkacaklar. Hiç olmazsa biri
kurtulsun. Başımı ayağının altına kaldırım taşı yapayım ne olur al ve birini
hiç olmazsa kurtar!” diye yalvardı. Ben de kaydettim. Ne yapacağım
bilemiyorum?”
Oradan
ayrılmadan dersaneyi de ziyaret etmiştim. İnşaat halindeydi. Sınıflardaki temiz
yüzle, gençler dikkatimi çekti. Hiçbiri bölge insanına benzemiyordu ve
ellerinde inşaat malzemeleri vardı. Tanıştık. Kimi matematik kimi kimya
öğretmeniydi. Dersaneyi bir an önce yetiştirebilmek için geceyi gündüze katmış
çalışıyorlardı.
Yolum Doğu
Beyazıt’a düşmüştü. İran sınırındaki bu ilçe neredeyse kuş uçmaz, kervan konmaz
bir haldeydi. Dersanenin duvarlarındaki kurşunlar dikkatimi çekti. Öğretmenler
anlattı. “Burada dersane açılınca ilgi büyük oldu. Üniversiteyi kazanan
öğrencilerin sayısı bir anda ikiye üçe katlandı. Terör örgütü bundan çok
rahatsız oldu. Velileri tehdit etmeye başladılar. Bir gün kaymakam çağırdı,
kendilerini istihbarat gelmiş:‘Dersaneyi bombalayacaklar. Biz sizin hayatınızı
koruyamayız. Başınızın çaresini bakın’ Toplandık arkadaşlarla. Ne yapalım?
Ciddi bir durum söz konusu. Biri dedi ki; ‘Biz kendi başımıza burayı terk
edemeyiz. Gidersek bu çocuklar örgütün eline düşer. Mütevelli heyetine
danışalım. Onlar ne derse onu yapalım. Telefonla sorduk. Aldığımız cevap bizim
de beklediğimiz cevaptı. ‘Kalsın arkadaşlarımız, cenazeleri gelsin’ dediler.
Bir gece dersanemizi de taradılar. Allah’a hamd olsun, tek bir arkadaşımız bile
ayrılmadı, ayrılmayı düşünmedi. Gidersek bu çocukların çıkacağı yer dağdır.”
Yine aynı
tarihlerde Van’da da milli eğitim müdürünü ziyaret etmiştim. Başbakanlığın
yaptığı bir anketin sonuçlarından bahsetmişti. Dönemin başbakanı Tansu Çiller,
bölgedeki terörün sebeplerini araştırmış. Bazı illerde terör olayları neden az? Bölgedeki özel okul ve dersaneler ilk sırada
yer almış. ‘Buralara giden çocuklar dağa çıkmıyor, aileleri de teröre destek
vermiyor” diye rapor gitmiş Ankara’ya.
Günümüzde özel
dersanelere saldırılar sebepsiz değil. Terörü bir araç olarak kullanıp bölge
insanın ve gençlerin geleceğini mahvedenler öteden beri bu eğitimden ve öğretim
faaliyetlerinden rahatsızlar. Devletin yapamadığını yapan gönüllülerin açtığı
eğitim yuvalarına bölge insanın destek vermesi, buralardan gençlerin
üniversiteleri kazanması, iş ve meslek sahibi olmaları, devletin çeşitli
kademelerinde görevler alması planları bozuyor. Sadece örgüt değil örgütü
kullanan derin yapıların da hedefinde o yüzden gönüllüler var.
Doğu
ve Güneydoğu’daki okullar, dersaneler selin önündeki bentlerdir. Dünden bugüne sel tehlikesi kalkmamıştır. “Keşke”
dememek için bentleri zayıflatmak değil tahkim etmek gerekir. Okulsuz,
dersanesiz, öğretmensiz belde bırakılmamalıdır. İpekyolu’na giden öğrencinin;
“Keşke daha önce açılsaydı” sözleri kulaklarımda yazdım bu satırları…