3 Ekim 2012 Çarşamba

Demirağ’ı engellemesem Özal ölmüştü

24 Eylül 2012 / İDRİS GÜRSOY
Özal’ın 1993’te ani ölümü ile ilgili şüpheler üzerine Başsavcılık kabrin açılmasına karar verdi. 1988’deki suikast girişimi dosyası da incelenecek. Özal’ı ölümden kurtaran ANAP’lı delege Ali Ünal’a göre; Özal, örgütü çözdü ancak üzerine gidemedi.
Tarih, 18 Haziran 1988… Yer, Ankara… Kartal Demirağ’ın tabancasından çıkan iki kurşun Başbakan Turgut Özal’a isabet etse, 12 Eylül 1980 darbesi sonrası demokratik sürece geçiş dönemi o gün kapanacaktı. Anavatan Partisi’nin (ANAP) Ankara Atatürk Spor Salonu’ndaki ikinci olağan kongresinde suikastçı ilk mermiyi sıktığında, hemen arkasında duran delegelerden biri hamle yaptı. Tetikçinin ikinci kurşunu nişan alarak ateşlemesini önledi. İlk mermi mikrofondan sekerek eline isabet eden Turgut Özal, hızla kendini kürsünün arkasına bıraktı. Yerde perende atarak kaçmaya çalışan bir saldırgan ve ardı ardına patlayan silahların sesi vardı geride. İşte o kadar polis ve istihbaratçı dururken, Özal’ı ölümden kurtaran bu kişi, bir delege, Ali Ünal’dı.

Özal’ın 1993’te ani ölümü ile ilgili şüpheler üzerine Ankara Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturmada savcılar, kabrin açılmasına karar verdi. 1988’deki suikast girişimi dosyası da incelenecek. Ölümü gibi, suikastın üzerindeki sis perdesi de aralanmaya çalışılacak. Özal’ı ölümden kurtaran ANAP’lı delege Ünal’a göre; suikastın arkasında emniyet ve istihbarattan kişiler vardı. Özal, örgütü çözdü ancak üzerine gidemedi. Ünal, “Kartal Demirağ’la birlikte biri kız iki kişiyi daha gördüm. Kimse bunları bana sormadı. Ne fotoğraf gösterildi ne de suikast anının filmi seyrettirildi. Mehmet Ağar, tatbikat için Atatürk Spor Salonu’na beni evimden aldırıp götürdü. Sonra gece yarısı dışarıda bırakıverdi.” diyor. Ünal’a göre, kendisine mesaj verildi, suikast soruşturmasının üzeri kapatıldı.
Peki, Özal’a suikast girişimi nasıl olmuş ve daha sonra neler yaşanmıştı? Türkiye, 18 Haziran 1988’de yapılacak ikinci ANAP genel kongresine kilitlenmişti. Kongre öncesinde oluşacak yeni MKYK’ya, Özal’ı cumhurbaşkanlığına taşıyacak kurul gözüyle bakılıyordu. Büyük kongrenin yapılacağı salon, dev Özal ve ANAP bayrakları ile süslenmiş, hıncahınç dolmuştu. Salonda günler öncesinden güvenlik tedbirleri alınmıştı. Delegeler kimlik kontrolünden sonra kapılara kurulan 4 adet x-ray cihazından geçiriliyordu. Kongrenin güvenlik organizasyonundan İlker Tuncay ve Mustafa Taşar sorumluydu. Özal ve eşi Semra Hanım için salonun orta bölümünde iki kocaman koltuk hazırlanmıştı. Programa göre Özal salonda bir tur attıktan sonra kendilerine ayrılan koltuğa oturacaktı. Ancak Semra Özal rahatsızdı, salona biraz da bu yüzden geç geldiler. Semra Özal’ın ısrarı üzerine Özal, protokol koltuğuna oturmak yerine konuşma yapacağı kürsüye yöneldi. Eğer Turgut Özal kendisine ayrılan koltuğa gitse, gazetecilerin arasına gizlenen Kartal Demirağ, çok yakın mesafeden ve tam karşıdan ateş edecekti. Özal korumasız ve savunmasız kalacaktı. Başbakan kürsüye yürüyünce plan bozulmuştu.
Başbakan ve ANAP Genel Başkanı Özal, 48 sayfalık kitapçığı kürsünün önüne koydu ve yoğun tezahüratlar arasında konuşmasına başladı. Semra Özal da kürsünün yanında bir sandalyeye oturdu. Saatler 12.18’i gösteriyordu. Kitapçığın 25. sayfasına geldi: “Hayalî ihracatçılarla, yem borusu kesilenlerle, devleti soyan kaçakçılarla mücadelemiz devam edecek… O zaman buyur kardeşim…” Cümlesini bitirememişti ki iki el silah sesi duyuldu. Kürsünün tam karşısına düşen foto muhabirlerine ayrılan bölümde bir süre ayakta bekleyen tetkikçi, 7.65 mm çapındaki tabancasını 12 metreden kürsüdeki Özal’a doğrultmuş ve ateşlemişti. Suikastçı, birinci kurşunda Özal’ın göğüs bölgesini, ikinci kurşunda ise sağ kasığını hedef almıştı. İlk kurşun Özal’ın karın bölgesine denk gelen mikrofon demirine çarpıp sektikten sonra sağ elinin başparmağı ile işaret parmağı arasındaki dokuyu delip geçmiş, ikinci kurşun da başını sıyırarak arkadaki divan kürsüsünün tahtasına isabet etmişti.
Delegelerden Ali Ünal, ikinci mermiyi atarken arkadan sarılarak suikastçının nişan almasını engellemiş ve başbakanın hayatını kurtarmıştı. Panik hâlinde çığlıklar atan Semra Hanım, eşinin üzerine kapandı. Başını yokladı. Özal, “Parmağımdan vuruldum, bir şeyim yok.” dedi. Semra Özal, korumalara bağırdı. İlginç bir şekilde o anda ne koruması Musa Öztürk ne de Ankara Emniyet Müdürü Mehmet Ağar salondaydı.
Özal’ın yanına ilk gelen, doktoru Cengiz Aslan oldu. Parmağı mendille sarıldı. Başbakan, ‘Salona hâkim değiliz, çıkalım’ teklifini geri çevirdi. Özal’ın teknik danışmanı Erkan Zenger, mikrofonu eline aldı ve salonu yatıştırdı. Kürsünün altında Özal, yanındaki Mehmet Keçeciler’e “Bu ne hâl?” diye sordu. Keçeciler aynı soruyu Mehmet Ağar’a yöneltti. Ağar, İçişleri Bakanı Mustafa Kalemli’yi işaret edecekti. Ertesi gün kongrede ‘Kalemli istifa’ protestoları yükseldi. Kalemli’nin iddiasına göre, istifası başbakan tarafından geri çevrildi. Suikast girişiminden sonra Turgut Özal’ın söylediği ilk cümleler, “Allah’ın verdiği canı Allah’tan başka alacak yoktur. Biz de O’na teslim olmuşuzdur.” oldu. Konuşmasına kaldığı yerden devam etti.
Özal’ın çevresindeki korumalar ilk şaşkınlığı üzerlerinden attıktan sonra havaya ateş ederek saldırganın yere yatan kalabalık arasında belirmesini sağladılar. ‘Dağılın’ diye bağıran Demirağ, kaçamayacağını anlayınca gerilla dönüşünü yaparak kurşunların hedefi olmaktan kurtuldu. Ama sağ eli, pazusu ve omzundan vurulmuştu. Etkisiz hâle getirildi. Demirağ’ı sağ kolundan vuran, dönemin Maliye Bakanı Ahmet Kurtcebe Alptemoçin’in koruma polisi Ziya Ayaz’dı. Bu arada hastaneye götürülmek üzere salondan çıkarılan Demirağ’ı silahlı bir kişi öldürmeye kalkıştı. Dönemin Malatya Milletvekili Bülent Çaparoğlu, Mehmet Ağar’ı, “Bu sana teslim. Hayatına bir şey olursa bil ki senin yakandan tutarız!” diye uyardı. Demirağ, yaralı olarak yakalanıp hastaneye götürülürken Turgut Özal’ın durumunu merak ediyordu. Polislere yolda “Başbakana bir şey oldu mu?” sorusunu yöneltti. 5. Dahiliye servisindeki odasına polis kimliği ile girmeye çalışan bir kişi yakalandı. Sanığı koruma tedbirleri artırıldı. Demirağ, ifadesinde, Özal’ı affa karşı olduğu için vurduğunu söyledi.
Özal, Kartal Demirağ’ın nişan alarak ateş etmesini engelleyen Ali Ünal’a konutunda teşekkür etti. “Kim bilebilirdi ki bir muhtar beni ölümden kurtaracak.” dedi. Ünal, Özal’a suikastla ilgili soruşturmanın yeniden açılmasından sonra olayı ilk defa bütün yönleri ile Aksiyon’a anlattı. ANAP’lı eski delegenin sorularımıza verdiği cevaplar, Özal suikastı üzerindeki şüpheleri daha da derinleştirecek gibi görünüyor.
-Siz Kartal Demirağ’ı tetiği çekmeden gördünüz mü?
Olaydan önce gördüm, aynı adamdı. Salona sürekli girip çıkıyordum, herkes kendi adamını yönetime seçtirmek için çalışıyordu, ben de ona uğraşıyordum. Üç kişiydi bunlar, dışarıda. Üzerlerinde tişört vardı. Biri kızdı. Sonra içeride bir daha gördüm. Aynı tişörtler, yabancı yazılar vardı; İngilizce yazıyordu galiba, ben anlamıyorum. Ellerinde sadece çanta vardı.

Suikastın kronolojisi

20 Ocak 1988’de Kartal Demirağ, Dalaman Cezaevi’ne nakledildi.
22 Ocak’ta da elini kolunu sallayarak kaçtı. Adam öldürmeye teşebbüsten hüküm giymişti. Suikast öncesi beş ay ne yaptığı bilinmiyor. Demirağ, 18 Haziran 1988’de Ankara Spor Salonu’ndaki ANAP kongresinde iki el ateş ederek Özal’ı yaraladı. 15 gün sorgulandıktan sonra Ankara DGM’de hâkim huzuruna çıkarıldı. Özal’a suikast girişimi sırasında Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Sabri Yirmibeşoğlu, Ankara Emniyet Müdürü Mehmet Ağar, İçişleri Bakanı Mustafa Kalemli, Ankara DGM Başsavcısı Nusret Demiral idi.
30 Eylül 1988’de Nusret Demiral, Tevfik Hancılar ve Ülkü Coşkun’dan oluşan DGM’nin 3 savcısı, 3,5 ay süren soruşturmalar sonucunda, 44 sayfadan oluşan iddianameyi hazırladılar.
1 Kasım 1988’de, yani 18 Haziran’dan sadece 6 ay sonra Kartal Demirağ Ankara DGM’de yargılanmaya başladı. Tek sanık Demirağ’dı. Örgüt bulunamadı.
24 Haziran 1988’de Korkut Özal, DGM’ye suikastın ardındaki ismin Erol Simavi olduğunu söyledi. Erol Simavi hakkındaki bu iddia araştırılmadı. 1993’te Erol Simavi, Hürriyet’i Aydın Doğan’a satarak yurtdışına yerleşti.
27 Ocak 1989: Yargılama sadece 6 ay sürdü. Demirağ 20 yıl hapse mahkûm edildi.
16 Nisan 1992’de şartlı tahliye yasasından yararlanarak serbest kaldı.
17 Nisan 1993’te Özal, Köşk’te görevi başında aniden vefat etti.
16 Mayıs 1993’te Süleyman Demirel cumhurbaşkanı seçildi. Temmuz 1993’te Mehmet Ağar, Emniyet Genel Müdürlüğü’ne getirildi.
22 Eylül 2010: Ahmet Özal’ın, babası Turgut Özal’a suikast girişimiyle ilgili açıklamaları üzerine yeniden soruşturma başlatıldı.
23 Kasım 2011: Dönemin Emniyet Müdürü Mehmet Ağar, suikast ve Özal’ın ölümü ile ilgili Ankara özel yetkili savcılığına tanık olarak ifade verdi. Soruşturmayı yürüten Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Kemal Çetin, suikastı daha önce soruşturan eski savcı Uğur Tonik’in de ifadesine başvurdu. Tonik, Çetin’e kızının kaçırıldığını ve eski MGK Genel Sekreteri Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu tarafından tehdit edildiğini söyledi.
15 Eylül 2011’de Ankara Özel Yetkili 11. Ağır Ceza Mahkemesi, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, parti liderliği, Valilik ve Emniyet Genel Müdürlüğü yapan Mehmet Ağar’ı Susurluk davasında 5 yıl hapse mahkûm etti.
4 Haziran 2012, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu, Özal’ın ölümü şüpheli, mezarı açılsın raporu verdi. Cumhurbaşkanlığı Köşk’ünde güvenlik ve sağlık hizmetlerinden sorumlu kişileri kusurlu buldu. O dönemde Hasan Iğsız, Kemal Yamak ve Aslan Güner, Özal’ın yakınındaki görevlilerdi.
15 Haziran 2012: Suikastı ve Özal’ın ölümünü soruşturan Savcı Kemal Çetin DDK’dan raporu istedi. 3 Temmuz 2012’de rapor, Ankara özel yetkili başsavcılığına ulaştırıldı.
-Suikast anını anlatır mısınız?
Salonda basına yer ayırmışlardı. Küçük, kapalı bir platform. Ben içeride ön sıralardaydım. Delegeler nasıl olacak diye koşuyordum. Özal, kürsüde konuşuyordu. Beni biri itekledi. Arkaya şöyle yaslandım (Ayağa kalkarak gösteriyor). O arada önündeki adamın dalına (sırtına) silahı koydu, patlattı. Ben ikinciyi atarken eline vurdum. Sağ elindeki silah sol eline gitti. Arkadan kavradım ben bunu. Kavrayınca sol elindeki silahın kabzasıyla benim şuraya (kaşını gösteriyor) vurdu ve deldi. Kan fışkırıyor, bir metre ileri sıçrıyordu. Ama salmadım. Birinciyi attı, mikrofon borusuna vurmuş ve Özal’ın elini delmiş o kurşun. İkinci mermiyi engellemesem kafasına, kalbine gidecekti bilemiyorum. Ben salmayınca boşa gitti. Çelme attım, tökezledi. Yuvarlanmaya başladı. O arada maliye bakanının koruması kolundan vurdu. Bana ‘yat’ dediler, yattım. Onu da götürdüler.
-Ateş ettiğinde neredeydi?
Gazetecilerin arasındaydı. İçerisi sıcaktı. Emniyet teşkilatının çoğu dışarı çıktı. Belki 15 polis ya var ya yoktu içeride.
-Demirağ, ilk ifadesinde, ‘Rastgele ateş ettim’ diyor?
Yalan söylüyor. Rastgele ateş olur mu? Gözetledi de vurdu. Havaya ateş eder de adamı vurur mu? Adamın boyu kısa.
-Nasıl gelmiş oraya?
Aniden çıktı, kulübenin içindeymiş. Silah da elindeymiş.
-Silahla girmesi mümkün mü?
Yok, elinde silahla girmesi mümkün değil.
-Çiçekle, çelenkle getirilmiş olabilir mi?
Bilemiyorum. Kimler tarafından sokulduğunu bilmiyorum. Araştırsalar çıkartırlardı. Şimdi nasıl çıkarıyorlar? O zaman yok muydu? Emniyet istese bulurdu. Ya da emniyeti çalıştırmadılar.
-Silah nasıl sokulmuş olabilir?
Salona gelen her vatandaşı arıyorlardı. Bunları arayan kimdi? Aranmadılar mı? Emniyetten araya birini mi koydular? Kendisi birini bulup araya mı koydu, içeride birisi mi silahı verdi, onu bilmiyorum. Yalnız emniyet zaafı vardı.
-Niçin?
Ben her şeyi göğüslemişim. Beni ertesi gün evimden Ankara Emniyet Müdürü Mehmet Ağar suikast tatbikatı için alıyor, sonra gece yarısı ortada bırakıyor. Adam alındığı yere bırakılır. Silah yok, bir şey olsa müdahale edecek bir şeyim de yok. Adamlar yol kenarında aradılar, belki beni bulamadılar.
-Neden emniyet ve istihbarat bu olayı önleyemedi? Bir zaaf olduğunu düşünüyor musunuz?
Şimdi bu adamı araştırdıklarına göre, bütün partilerde görev yapmış. Bir kaymakamın boynunu kesmiş. Sabıka dosyası kabarık. Her şey var. CHP’ye, MHP’ye girmiş çıkmış. Her yerde de bir pislik yapmış. Beni şuradan şuraya giderken takip ediyorsun. Bu belirli bir adam, başbakanın kongresine nasıl gidiyor? İçeriye nasıl sokuluyor? Şimdi MİT’in, emniyetin elinde bütün fotoğrafları, her şeyleri var. O zaman araştırılsaydı. Böyle bir vurdumduymazlık olmaz.
-Demirağ tek sanık olarak yargılandı. Üç kişiyi gördüm diyorsunuz?
Üç kişiydiler. Aynı tişörtleydiler ve biri kızdı.
-Başka tanıklar da ikinci, üçüncü kişilerden bahsediyor. Siz mahkemeye tanık olarak gittiniz mi?
Tanık olarak gitmedim.
-İfadenizi aldılar mı?
Hiç almadılar.
-Neden?
Bu işin üzerine gitmediler. Bu işi örtmek için ellerinden geleni yaptılar. Ben bu adamla bir iki dakika boğuştum. Adama sarıldım, eline vurdum, adam sol elindeki silahın kabzası ile vurdu. Hâkim bir araştırır değil mi? Bir sorar değil mi? Ben canlı şahidiyim, yanındayım, içerideki adamın nasıl hareket ettiğini gören adamım.
-Vehbi Dinçerler ‘Sözler imzapta geçmedi’ diyor.
Ben aynısını konuşuyorum.
-Demirağ’ın omzuna elini koyarak ateş ettiği kişi kimdi?
Onun yüzünü görmedim. Silahı koydu, silah patlar patlamaz, baktım silah var. Oğlana vurdum, sağ eline vurdum. Silahı yine düşürmedi, sol eline geçti. Adamı zor zapt ettim.
-Siz olmasaydınız…
Özal’ı öldürürlerdi. 7.65 ufak silah. Büyük silah olsa oradan giremezdi. İlk kurşun zaten mikrofonu delmiş, ikinciyi atabilseydi göğsüne saplanacaktı. Belki adam beş de altı da atacaktı.
-Silah tutukluk yapıyormuş.
Ben tutukluk yaptığını görmedim.
-Demirağ’ın daha sonra bazı kamplarda özel eğitim aldığı ortaya çıktı. Siz onunla boğuştunuz. Ne düşündünüz?
Demirağ maşa, kimler yaptırıyorsa onların maşası. Çok iyi eğitilmiş, herkesin gücünün yeteceği bir adam değil aynı zamanda. Sıradan değil.
-İlk ifadesinde hapishanedeki şartlardan şikâyet ediyor ve ‘Af çıkmadı, bunun için yaptım’ diyor.
Bunlar öğretilmiş işte. Yakalanırsan böyle konuşacaksın, bunlardan başka şey konuşma, demişler.
-İddianamede ise ‘Şöhret olmak için yaptı’ deniyor.
Savcılar araştırsaydı bu örgütü ortaya çıkarırlardı zaten. Araştırmadıkları için böyle diyorlar. Sıradan olayları bile çözüyorlar. Türkiye’nin başbakanı bu ya! Adam şöhret olmak için başbakanı öldürmek ister mi?
-Özal kürsüye gitmese, salonda kendisine ayrılan sandalyeye otursa ne olurdu?
Direkt kafasına sıkacak adam. Kendisi anlatıyor. Koltuğa otursa, direkt ölecek. Kürsü ile tetikçi arası 20-25 metre. Sandalyeye otursa 3-4 metreye düşüyor mesafe, yanına kadar da gidebilirdi. Kim bakıyordu? Kimse ilgilenmiyordu ki!
-Soru işaretleri oldukça fazla. Neden aydınlatılamadı?
Bunların ama partide ama emniyette adamları var. Bunu devletin araması lazım. Devlet istese bulurdu. Şimdiki Ergenekoncuları nasıl arayıp çıkardılar. Neden o zaman gitmediler bunların üzerine? Sorsunlar Mehmet Ağar’a. Onun çok şey bilmesi lazım. Bunların içinde biri var ama Ahmet ama Hüseyin bilmiyorum. Kaymakamın boğazını kesiyor adam. Böyle birini devlet takibine almaz mı? Bu sıradan bir olay değil ki, kongre. Silah sıkar, bomba koyar, panik çıkartacak bir şey yapabilir. Tedbirler alınmaz mı? Özal “Ben bunları biliyorum evladım ama bize çok zaman aldırır bu işler. Memleket kaybeder. Lanet olsun.” dedi. Kendi lafları buydu. “Bunu iyi biliyorum ben.” dedi.
-Suikast sonrası salondaki tatbikata siz de katıldınız mı?
Evet. Olay yerine incelemeye götürdüler. Kartal Demirağ’a birkaç kişi gösterdiler. Beni işaret etti, “Bu adam olmasaydı ben Özal’ı vuracaktım. Bu adam engelledi beni.” dedi.
-Ne düşündünüz?
Emniyetin içinde de vardı bazı irtibatlar. Özal’a bu durumu anlattım. Dedi ki “Oğlum ben bu işi biliyorum. Üzerine gidersem yakalarız ama ülke kaybeder, çok uğraşmamız lazım.”
-Özal o gün ölseydi yerine kim gelirdi?
Teşkilatlarda Özal tek adamdı. Kaya Erdem’in falan arkasında adam yoktu. Sonradan cumhurbaşkanı olunca Yıldırım Akbulut’u başbakan yaptı. Kongreye gittiler, Mesut Yılmaz geldi.
-Dışarıda suikast yapılabilir miydi? Kongrede hedef alınmasının bir sebebi olabilir mi?
O zaman koruma da yoktu. Şimdiki başbakan çok iyi korunuyor. Allah vermesin. Başbakanın gittiği yerde büyük koruma var. Buraya da geldi Özal. Sağlık evi yaptırdım. Adamlar dışarıda da vururdu. “Mafyanın belini kırdım.” derken vuruldu bu adam. Bir mesaj var burada. Konuşmanın başında neden patlamadı da mafyadan bahsederken patladı? Bunu araştıracak olan Türkiye Cumhuriyeti’nin emniyeti ve mahkemeleri. Sıradan bir vatandaş olsa üzerine çökerlerdi.
-Özal’la suikasttan sonra görüştünüz mü?
Rahmetli başından beri ilgilenmiş. Mendille kaşımdaki yarayı tuttum. İbn-i Sina’da üç saat diktiler. Özal, ‘Yara izi belli olmasın, güzelce ilgilenin’ diye emir vermiş. Sonra yanına çağırdı. Yine orada ekonomi çalışıyordu.
-Size olay anını sordu mu?
Nasıl olduğunu anlattım. 2 saat kaldık, oturduk. Halil Şıvgın ve birkaç milletvekili vardı, salmadı. “12 yaşımdan beri sabah namazını kılıyorum, inançlı bir insanım. Yurtdışında cami olan yerleri tercih ediyorum.” dedi. Sonra “Oğlum ben bunu biliyorum. Yalnız Cenab-ı Allah’ın verdiği canı Cenab-ı Allah alır. Kim bilebilirdi Ortaköy muhtarının gelip bu işi engelleyeceğini.” dedi. “İnsan ayağına bir diken batsa sebebini aramalıdır. Belki benim de bir hatam vardı ki bu iş başıma geldi.” diye konuştu. Rahmetli, yeni düzlüğe çıktık, bu işi yapmamız çok zaman alır diye düşünüyordu. Yalnız biz bu işin üzerine çok gidersek memleket kaybeder. Adam bunu söyledi. Demek ki o zamandan belli, asker polis içinde bazı kişiler içli-dışlı çalışıyorlarmış. Anladığım bu. Nitekim Susurluk’taki kazada bu ortaya çıktı.