İzmir’in Menemen ilçesindeki trafik kazasında hayatını kaybeden emekli Yarbay Şenol Özbek’le kısa süre önce Türkiye’nin derin meselelerini konuşmuştum.
9 Nisan 2012 / İDRİS GÜRSOY
Geçen hafta İzmir’in Menemen ilçesindeki trafik kazasında hayatını kaybeden emekli Yarbay Şenol Özbek’le kısa süre önce Türkiye’nin derin meselelerini konuşmuştuk.
Şenol Özbek, emekli yarbay. Genelkurmay Karargâhı’nda, Özel Harp Dairesi’nde görev yaptı. 2008 tarihli “İrtica ile Mücadele Eylem Planı”nda ıslak imzası bulunan Albay Dursun Çiçek’le Genelkurmay Bilgi Destek Daire Başkanlığı’nda iki yıl çalıştı. 17 yıl askerlik görevinden sonra yarbay rütbesinde iken kendi isteği ile emekli oldu. Darbeler konusunda içeriden farklı bir bakışa sahipti. Geçen günlerde Ankara Keçiören’deki evinde kitap ve gazete arşivleri içinde 27 Mayıs 1960’tan başlayarak 28 Şubat ve Çetin Doğan’ın bir numaralı sanık olarak yargılandığı Balyoz darbe planına kadar bütün süreçleri ve aktörlerini konuşmuştuk. Analitik bir bakış açısı ile yaklaşıyordu olaylara. Darbeci geleneğin kökünün kazınmasının sorunu büyük ölçüde çözeceğini ama yetmeyeceğini söylüyordu. Komitacı zihniyetin sivil uzantılarına dikkat çekiyordu. 28 Ağustos 2002’de atandığı Genelkurmay Başkanlığı görevinden 2006’da emekliye ayrılan Hilmi Özkök Paşa ile ilgili çarpıcı değerlendirmelerde bulunuyordu. Özkök’le Çetin Doğan arasındaki mücadelenin perde arkasına ışık tutacak açıklamalar yapıyordu. Geçen hafta trafik kazasında hayatını kaybeden emekli Yarbay Özbek, orduyu ve içindeki cuntaları en iyi bilen subaylardan biriydi. Sorularımıza verdiği cevaplar şöyleydi:
-Siyaset-ordu ilişkileri neden hep sorunlu Türkiye’de?
Üç başlıkla ele almak lazım. Birincisi, ordu-devlet olmanın getirdiği tezahürler var. İkincisi, ordunun siyaset zemininde olmasının getirdiği tezahürler var. Üçüncüsü, cuntacı-komitacı geleneğin doğurduğu tezahürler var. Bunlar bazen örtüşüyor, birbirine geçiyor. Siyasi irade rayına sokmak istiyorsa bunları üç başlık altında ele alıp ayrı ayrı çözüm üretmeli.
-Balyoz bir cunta mıydı?
Balyoz, Genelkurmay Başkanlığı bilgisi dışında farklı bir yapılanma.
-Ordu-millet olmanın ve ordunun siyasetin içinde olmasının tezahürleri neler?
Genelkurmay başkanı ‘İrticaya tarafız’ diyor. Ne demek bu? Kendi imzası ile açıklıyor, bunun anlamı ne? Genelkurmay Başkanlığı bir kitapta karşılığını buluyor bu açıklamanın. Bu devlet millet-ordu devletidir, 27 Mayıs’ta bu mantıkla teşkilatlandırılmıştır devlet.
-Nasıl?
27 Mayıs 1960’ta askerî cumhuriyete çevriliyor devlet. MİT müsteşarı asker, MGK da asker ağırlıklı. Seçimle gelenlerle atanmışların işbirliğinde bir yönetim şekli kuruluyor. Şu anki hukuk düzeni bu, başka bir şey yok.
-Cuntacılık bitse sorun çözülür mü?
Cuntacılık kalktı, bir tane cuntacı subay kalmadı orduda diyelim; yine de iki problem duruyor. Ordu siyasetin içinde ve ordu-devletiz. Askere müdahale imkânları hukuken yerinde duruyor.
-Cuntacı-komitacı mantığın yakın geçmişte ortaya çıkmasının sebebi ne?
Genelkurmay Başkanlığı elindeki imkânlarla siyasete müdahaleyi sağlayamayınca bunlar farklı bir örgütlenmeye gitmişler. Genelkurmay Başkanı’nın yapacağı bir şey yok, biz yapalım, demişler. Özkök değil de bir başkası olsaydı ya da Aytaç Yalman’ın yerinde başka biri olsaydı 28 Şubat’ı yeniden yaşayacaktık ve bunun adı da suç olmayacaktı. O yüzden 28 Şubat ve BÇG’yi hukuken mercek altına aldığında çok suç unsuru bulamayabilirsin.
-O yüzden mi ‘Bin yıl sürer’ dendi?
O söz, ‘Bu meşru bir iş’ anlamında söylendi. Bu görev verilmiş adama. Ordu siyasetin içinde, ordu iktidara ortak… Devlet diyalektiği bu şekilde kurulmuştur. Millî Güvenlik dersi yönetmeliğini okuyun, ‘Orduya bağlılık fikri geliştirilmelidir’ diyor. Ne demek? Bir devlete, sisteme bağlılık olabilir; ama orduya bağlılıktan söz edilebilir mi?
-Neden ediliyor?
Çünkü ordu devlete ortak. İki su akıyor iktidara Türkiye’de. Biri seçilerek geliyor, diğeri ordu bürokrasisi. İkisinin mutabakatı ile Türkiye idare ediliyor ve hâlâ öyle.
-Bu yapı hakkında asker ne düşünüyor?
Askerî sistem kendi içinde de böyle dizayn ediliyor. Harp Okulu’na girince ‘Siz cumhuriyetin garantörüsünüz’ deniyor. Ona göre bir eğitim veriliyor. Ordu siyasetin içinde. Bir kere ordunun ideolojik algılarını kaybetmediği müddetçe kendisini siyasetin dışına çekmesi çok zor. Asker böyle biçimlendiriliyor. Ordu açıklama yapıyor, ‘Dil konusunda tarafız’ diyor. Genelkurmay dil uzmanı mı, sosyoloji şubesi mi var? Peki, buna karşı tepki var mı? Hayır; çünkü devlet bunun üzerine inşa edilmiş. Cuntacılar tasfiye edilince problemin çözüleceğini sanmak yanlış. Ordunun siyasetin dışına itilmesi lazım.
-Nasıl?
Genelkurmay başkanı dâhil, hiçbir askerin siyasi açıklama yetkisi olmayacak. Orduda ideolojik algı doğrultusunda bir eğitim verilmeyecek.
-Dış tehdide göre bir eğitim mi?
Hayır, dış tehdit değerlendirme yetkisi de yoktur ordunun. Tehdit değerlendirmesini millî irade yapar, orduya da der ki ‘Ben şu olayı tehdit görüyorum, ona göre kendini teşkilatlandır.’ Yıllarca sanal şeyler öğrettiler insanlara ve bunlar üzerinde içe dönük konseptler geliştirdiler. Yıllarca güvenlik endişesi içe dönüktü. Bir kere güvenlik tanımını siviller yapacak. Ordu, tanıma göre kendini teçhiz edecek, istekte bulunacak, ‘Görevi yerine getirebilmem için 100 uçağa, 50 gemiye ihtiyacım var’ diyecek.
-Hilmi Özkök böyle mi düşünüyordu?
Tabii ki böyle düşünüyordu ama o da ordu-devlet mantığı ile dizayn edilmiş. Siyasetin içindeki bir ordunun başında olduğunu biliyordu. ‘Devleti dönüştürmemiz lazım, böyle olmaz’ endişesini o da taşıyordu. Akıllı, devleti bilen insanlar zaten böyle düşünür. Ordunun siyasetin içinde olması askerlik tekniği açısından uygun değil zaten.
-Ordudaki ağırlıklı görüş ne?
İdeolojik eğitimden dolayı memleketin iç veya dış dinamiklerinden kendini sorumlu tutmak endişesi beyinlere nakşedilmiştir. Ama eminim ki kamuoyundaki bu sorgulama sürecinden etkileniyor bu insanlar ve kendi vicdani muhasebelerini yapıp ‘Ordunun ne işi var bu işlerde?’ diyorlardır.
-Orduda bu konuda görüş ayrılığı mı var?
İki gurup var, biri dediğimiz minvalde devletin algı değiştirmesi gerektiğinin farkında, diğer bir gurup ise hâlâ bıraktığımız yerde.
-Askerin ağırlığının sürmesini isteyen sivillere ne diyorsunuz?
Askeri, sivili yok o mantığın. Orduyu ayrı bir şey görüyor, ordu düşmanlığı diye bir şey çıkarılmış, Meclis düşmanlığından, hükümet düşmanlığından bahsedilmiyor, ordu düşmanlığı deniyor.
-Niye?
Ordu-devlet algısının doğurduğu bir tezahür.
-Bir görev gibi yapıyor bazıları?
Avrupa’da eskiden feodal bir yapı vardı. Feodal yapı yanında orduyu bulunduruyordu. İktidar gücünün orduya dayanması geleneği oradan geliyor. Türkiye’de iktidar gücünü millî iradeye rağmen elinde bulunduran bir grup var. Sen buna bürokrat aydın, ne dersen de. Bir grup var. Bu grup zora geldiğinde feodal beyler örneğinde olduğu gibi gücünü buraya isnat ettiriyor. Güç kaybını rejim kaygısı olarak sunuyor ve orduyu göreve davet ediyor. Vesayetin çeşitli ayakları var, bunu anlaması gereken en başta sivil siyaset, çözümünü de bu ayaklar üzerine oturtacaklar. Teorisine kafa yormayanlar siyaset de tespit edemez. Sanıyorlar ki Çetin Doğan biterse sistem adam olacak?
-Olmaz mı?
Üç ayak önemli. Biz ordu-devlet miyiz? Buna cevap verin. Ordu-devletiz. Devlet, millî hedeflerini gerçekleştirmek için bir analiz yapar, ana eksen ne? Askerî militarist mantıksa devlet ona göre teşkilatlanır. Öncelikle TSK’nın ihtiyaçlarını karşılamak için dizayn edilir. Osmanlı, ordu-devletti. Ordu sefere gidiyor, memlekete gelir getiriyordu. Çağımızdaki devlet modeli bunu kaldırmıyor. Şimdi sivil dinamikler ön planda. Medya ve sivil organizasyonlarla dünyayı ayağa kaldırıp on ordunun yapamayacağını yapabilirsin. Bu çağda ordu-devleti savunmak cehaletten başka bir şey değil. Türkiye Cumhuriyeti’nin algı değişimine gidip devleti ordunun üzerinden alıp sivil dinamikler üzerine oturtması gerekiyor, bu devlet var olacaksa bu çağda sivil dinamiklerle var olur.
-Generaller cuntacı olarak mı yetiştiriliyor?
Bu algıyla yetiştiriliyor. Genelkurmay başkanı olan insan bu memleketin sorunlarına hâkim olmak zorunda. Dilini, dinini, kültürünü bilmek zorunda. Bunlar bu işlerden anlamazlar. Atatürkçülük kitabını açarlar, söylediği sözleri kendilerine dönüştürüp yüksek sesle felsefi sözler söylüyor algısı ile kamuoyuna sunarlar.
-Hilmi Özkök neden hedef oldu?
Özkök’ün normalde hükümete muhtıra vermesi lazım. Devlet düzenine, diyalektiğine baktığımızda her gün hükümete emir vermesi lazım. Hangi hükümet olursa olsun. Ama müspet bir sapma bu. Hilmi Özkök sisteme aykırı davranıyor. Özkök sistemi çalışmaz hâle getiriyor. Özkök vazifesini yapmadı, ama yapacağı vazife mukaddes bir vazife değildi. Bu ülkede kurulmuş köhne bir düzenin doğurduğu köhne bir vazifeydi.
-O yüzden mi itibarsızlaştırmak istediler?
Özkök’e yap dediler, yapmıyorum dedi; sisteme isyan etti. Özal da sisteme isyan edenlerden. Özal anayasayı delmekle bir şey olmaz derken dalga geçti, bu düzen bozuk, bunu değiştirmemiz lazım diyordu. Aşağıdakiler dediler ki sen neden görevini yapmıyorsun?
-O kavga devam ediyor mu?
Şu anda devleti yaşatmak için mücadele veriliyor, bir iktidar mücadelesinin ötesinde, AK Parti’yi de aşıyor.
-Balyozcular başarsaydı…
Bu sefer de bir hükümet kurban verilseydi biz belimizi doğrultamazdık. Devlet kendi kurtuluş savaşını veriyor, devlet yaşama mücadelesi veriyor. Devlet 300 milyar dolarını dağa taşa gömer mi? Özkök sinyal çanı çaldı, ‘devlet çöküyor’ dedi.
-Devlet çöküyor muydu?
Gidiyordu. Kayarken tutuldu. Tutulmayla birlikte yeniden yapmışken tam yapalım misali safha safha yerine oturtuldu.
-Hüseyin Kıvrıkoğlu nasıl düşünüyordu?
Özkök’le birlikte kuvvet komutanı Edip Başer olacaktı. En kıdemli orgeneral Başer’di. 28 Şubat algısına karşı olan bir grup vardı, 28 Şubat’ı da tasfiye eden. Kıvrıkoğlu, Edip Paşa ve Özkök’ü sayabilirsiniz. Onlar o misyona, ‘o kadar da değil’ deyip ‘dur’ diyenler ama bir sonraki aşamada bunlarda da bir algı farklılığı doğdu.
-Nasıl?
Ordunun devlet diyalektiği içindeki yeri, ordu-devlet olarak devam edecek mi? Kıvrıkoğlu dedi ki ‘devam edecek’. 28 Şubat’a karşı olabilir ama ordu-devlet yanlısı olabilir. Ordunun siyasete bulaşmasını normal karşılar. 28 Şubat felsefesinin doğurduğu din konusunun ne olacağı konusunda da ayrışmalar yaşandı. 28 Şubat’a karşı olmak başka ama ben karşı olanlarla yine bir ayrılık yaşıyorum. Bir ordu-devlet olmaktan kurtulup sivil dinamiklerle cuntacı mantık ebediyen başını kaldıramayacak şekilde yok edilmeli. Ama cuntaya karşı olup ordunun siyasetin içinde olmasını isteyenler var. Özkök benim gibi düşünenlerden.
-Bu düşünce güçlü mü?
Bu, algı ve biraz da akıl sorunudur. Akil insanlar bu mantıkla ayakta kalamayacağımızın kararını verdiler bence. Yoksa değişim ve dönüşüm süreçlerini idare etmeye hiçbir iktidarın gücü yetmez, bu devlet içindeki bir refleks. Ordu -devletse, irtica ile ordu mücadele eder, PKK ile ordu mücadele eder; ama biz de diyoruz ki bunlarla mücadele etmek ne ordunun vazifesidir ne de bunları tehdit olarak değerlendirmek orduya düşer.
-Kıvrıkoğlu, 28 Şubat’a karşı mıydı?
Kıvrıkoğlu, 28 Şubat’a karşıydı, başörtüsü ile uğraşmanın anlamsız olduğuna kısmen inanıyordu ama sorun tanımlarını bizim gibi yapmıyordu. Çetin Doğan konsepti ile uyuşmuyordu ama ‘ordu-devlet de olsun’ diyordu. Özkök ise ‘ordu bu işlerden elini çeksin’ diyordu. 28 Şubat’ta bu ayrışma yaşandı.
-Erbakan’ı ordu sever mi?
25 yıl kaldım, bir tek ‘Erbakancıyım’ diyen adama rastlamadım. Ana damar bellidir: Sağ ve sol...
-Ordu basını nasıl bu kadar rahat kullanabiliyor?
Bir ordu devletse ordunun iktidar gücü içinde payı varsa onun altındaki kademelerde ordunun etkisi varsa insanlar o yapı içinde kendilerine alan açmak için gider orduya yamanırlar. Hiçbir şey bilmiyorsa bile ordunun ihalelerinden istifade etmek için yamanırlar. Çok basit. Basın bir parça.
-Nasıl?
Parayı orduya veriyorsun, ordu bunu kendisi harcıyor, kendi denetliyor, bağımsız, kendi içinde bir devlet. İktidar gücüne de ortak. Bir kere bu fotoğraf insanları oraya yamanmaya iter. Bugün basit bir şey söyleyeceğim, ordunun yiyecek giyecek ihalesinin ne kadar olduğunu tahayyül edebiliyor musunuz? Sen bu ilişkiler yumağını kullanarak patronları da tesir altına alabilirsin, bu her dönemde vardır. Akredite olsanız her hafta oraya gideceksiniz, bu sistem.
-Psikolojik harekat planları nasıl yapılıyor?
Bilinmeyen bir şey değil. Bu ülkenin gazetecileri Genelkurmay Karargâhı’nda cirit atar. Bir manşet attırmak için özel bir gayrete gerek yok. Ordu-devletsen bunun hukuk zemini içinde de karşılığı varsa hukuk profesörleri karargâha gelip irtica brifingine girip ayakta alkışlıyorsa bunlar normal. Hocalar, yargıçlar, koşa koşa karargâha gidip görev verdiniz diye teşekkür etmediler mi? Adam yerine koydunuz diye de teşekkür ediyorlar.
-27 Mayıs’ta da var bu ilişki? Öğrencilerin kıyma makinelerine gönderildiği haberleri hiç sorgulanmadan yayımlanıyor?
Kim dergisinde cunta iddiaları için ‘balon’ manşetlerinin atılması cuntacılarla işbirliksiz olabilir mi? Cuntacı-komitacı-aydın işbirliği hep vardı. Gazeteciden hukukçusuna varana kadar. Bunlar da komitacı.
-Dışarıda da mı var komitacı?
Bizde komitacılığın esas ayağı dışarıda. Cunta ordu içindeki yapıyı ifade eder, komitacılığın sivil asker ayrımı olmaz, her ayağı olabilir. Cunta ordu içindedir, komita sivil asker aynı ayak olabilir.
-Sivilleri nasıl anlayacağız?
Demokrasi ile idare edilen bir ülkede halkın oyları ile işbaşına gelmiş bir hükümete ben seni tanımıyorum demek mümkün olabilir mi? Sen benim başbakanım değilsin diyor. Bu komitacı mantık bu demokraside suçtur. Başbakan bu millet tarafından seçiliyor, eleştirebilirsin ama benim başbakanım değil diyemezsin, o zaman git kendi başbakanını eleştir. Komitacılık bizde sivilde daha güçlü.
-Son zamanlarda zayıfladı diyebilir miyiz?
Ordu-devletin olduğu sonuçlarla birlikte olunca etki katsayısı yükseliyor. Yoksa bir şey ifade etmez. Bunlar örgütlenme nihayetinde, veya yukardan aşağıya tetikleniyor. Bir numara, beş numara, bir numarayı bulursak Türkiye kurtulacak sanki, ortada sistem problemi var. Ordu siyasetin içinde, bunu düzeltin. Sadece Çetin Doğan’ı tıkarsak bu ülke kurtulmaz.
-Ne öneriyorsunuz?
Hukuk zemininde çözeceğiz bir kısmını, komitacılık her yerde suçtur, bizde de suç; bunun hesabını verecekler. Ordu-devlet siyasetin konusu, ona siyaset çözüm bulacak; anayasa değişikliğinden tut, devletin yeniden dizayn edilmesi, devlet kurumlarına yeniden sorumluluklar verilmesi. Kırmızı kitabın değiştirilmesi MGK’daki değişim bunun devamının gelmesi lazım.
-Camileri bombalama planları yapan bir cuntacı-komitacı nasıl çıkıyor bu ordudan?
Bu ülkede cami bombalanmamış ama başka yerler bombalanmış, geçmişte var, bu işler zaten bunların mesleğiymiş. Ordu-devlet mantığını ayakta tutmak için, ordu olmazsa ne hâle geliriz diye sordurmak için zemini sürekli şekilde beslemişler. Cami bombalama diyorsun, Allah korusun ikisi kıyaslanamaz, bir milletin seçimle gelmiş başbakanını asmak mı daha korkunç bir şey, cami bombalamak mı? Cami bana hafif kalıyor, adam camiyi niye bombalar, başbakanı asmak için, nihai hedef odur. Adamlar bunu yapmışlar zamanında zaten. Başbakanı at hırsızı gibi asmış bu adamlar, başbakan üzerinde sigara söndürmüşler.
-Yine yaparlar mı?
Cami bombalamak falan ufak kalır. Dinî inançlar ve algılarımızla düşündüğümüzde irkiliyoruz ama başbakan asmış bu adamlar, daha ötesi yok. Ve getirmiş Fatin Rüştü Zorlu’yu bir ayyaşa astırmışlar, bulup getirmiş astırmışlar. Hâlâ cami bombalamaktan bahsediyorsunuz!
-27 Mayıs’taki isimlerin bugün cuntacılıkla yargılanması tesadüf mü?
Çetin Doğan olmazsa başka biri olacaktı, aktif olmayan yok ki, hepsi cuntacıymış o dönemde. Silahlı Kuvvetler içinde bir sürü komite var. Oluşturulan komite (Millî Birlik Komitesi) ordu içindeki cuntaların gönderdiği adamlarla oluşturulmuş bir koalisyon. Talat Aydemir’in cuntası ayrı, 9 Subay’da tutuklanan Faruk Güventürk’ün ayrı. Türkeş daha sonra Talat Aydemir’inkine dâhil ediliyor. Türkeş geç girenlerden.
--------------------------------------------------------------------------------
Şenol Özbek kimdir?
1962 Sivas doğumlu Şenol Özbek, 1979’da Ankara Atatürk Lisesi’ni bitirdi. Aynı yıl ODTÜ Gıda Mühendisliği ve Kara Harp Okulu’nu kazandı. Tercihini Kara Harp Okulu’ndan yana kullandı. Kara Harp Okulu’ndan 1983’te mezun oldu. Yurtiçinde ve yurtdışında çeşitli yerlerde komutanlık ve karargâh subaylığı görevlerinde bulundu. Genelkurmay Karargâhı’nda çalıştı. En son görev yeri olan Kıbrıs’ta yarbay rütbesinde iken 2004’te kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. Evli ve 3 çocuk babasıydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder