14 Şubat 2012 Salı

28 Şubat cuntacıların ustalık dönemiydi

6 Şubat 2012 / İDRİS GÜRSOY , AKSİYON


Asker, ‘27 Mayıs çıraklık, 12 Eylül kalfalık, 28 Şubat ustalık dönemimizdir’ diyebileceği bir yapı kurdu. Darbeye ihtiyaç olduğunda artık plan yapmaya gerek yok. 28 Şubat’ta TSK’ya Türkiye’yi idare etme görevi de yüklendi.

12 Eylül’den sonra 28 Şubat’ın da yargı önüne çıkarılması darbeler dönemini bitirir mi? Türkiye’deki vesayet rejimine ilişkin makaleleriyle dikkat çeken asker kökenli yazar Namık Çınar, ihtiyatlı konuşuyor. Eski Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun sarf ettiği, “28 Şubat bin yıl sürecek.” sözünün tesadüfen söylenmediğini belirtiyor. Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in dönem arkadaşı Çınar, “Her askerî darbe vesayeti daha da derinleştirdi. 28 Şubat, ustalık dönemi ve zirveydi. Süreç devam ediyor.” diyor. AK Parti hükümetini uyarıyor: “Zaman kaybetmeden askerler ve sivillerin oluşturduğu bir komisyon, askerî reform için çalışmalıdır.” Çınar, demokrasi için Ergenekon davalarının sonuca ulaşmasının önemine dikkat çekiyor. Balyoz’un da bir darbe planı olduğunu belirtiyor
Bir genelkurmay başkanı ‘28 Şubat bin yıl sürecek’ diyorsa askerî dilde bundan ne anlamak gerekir?




“28 Şubat bin yıl sürecek.” Bu simgesel bir laftır. Bu özgüven nereden geliyor? BÇG, bir çalışma grubudur. Nihayetinde görevi bitince gider. ‘Bin sene sürecek’ ne demek? Çok açık; ‘düzeneği, yapıyı kurduk’ diyor. Bu sözün askerî dilde tercümesi vardır. ‘Lüzumu hâlinde ülke idaresine el koymayı içeren planlar da demek olan geri bölge emniyet tedbirleri, asayiş, yardım, sıkıyönetim, olağanüstü hâl, terörle mücadele gibi görüntüdeki misyonları, tüm TSK’yı kapsayacak ve sonra gelenleri de bağlayacak şekilde asıl görevimiz olan genel savunma işlevlerimize katarak sürekli kıldık ve tıpkı onlara benzer resmî planlara döktük; özerk bir Genelkurmay ve askerî yargı, vesayetçi bir MGK ve YAŞ, askerin kontrolünde bir MİT, JİTEM ve özel harp gibi kurumlarla tahkim ettik’ diyor.



-28 Şubat’ta kurulan yapı bugün de devam ediyor mu?



Silahlı kuvvetlerin amacı ülkeyi dış düşmana karşı savunmaktır. Fakat bu, o kadarla bitmez, eklemeler olmuştur. 28 Şubat’ta en son versiyonu, en iyi versiyonu ile eklenmiştir: Türkiye’yi idare etmek. An be an sürekli idare etmek. Eğer bu idarede bir sorun çıkarsa doğrudan doğruya el koymak. O el koymanın planları vardır.



-Nasıl bir yapı kuruldu?



28 Şubat 1997’de silahlı kuvvetlerin saçının telinden tırnağına kadar işlemiş bir şekilde görevi yeniden biçimlendirdiler. İnsana bağlı olmayarak yaptılar. Ahmet de gelse Mehmet de gelse o görevi yapmakla yükümlü olacak şekilde silahlı kuvvetlerin ruhuna işlediler.



-Darbe soruşturmaları 28 Şubat sürecini bitiremedi mi?



Planların büyük bölümünün imha edildiğini düşünüyorum. Ama teamülleri imha edemezsin. Var olanların ne olduğunu da söyleyeyim. Türk ordusunun planları savunma planlarıdır. Bir ordu ne planlar? Bir ülkeyi nasıl savunacak onu planlar. Düşman gelmeden askerî doktrine göre o ülkeyi barış zamanında bir gün savaş olursa ne yapacağım diye planlar. İşte 28 Şubat bu planların içine başka şeyler de kattı.



-Ne tür şeyler?



Siyasete müdahale, toplumu biçimlendirme planlarına kılıf aradılar. ‘Buna meşruiyet nasıl getiririm? Bu planları askerin göreviymiş gibi nasıl yaparım, nasıl bir kılıf uygulayayım?’ diye. Bu işi topyekûn, bütün boyutları ile ilerleyen bir organizma gibi düşünmek lazım. Batı Çalışma Grubu’nun çalışmalarının sona erdirilmesi yetmez. Bir kere kurumlar var.



-Hangi kurumlar? Ne tür faaliyetler yapıyor?



Mesela Yüksek Askerî Şûra. Organerallerin kuruludur. YAŞ’ı personellerin terfileri ile ilgili sanıyoruz, hâlbuki YAŞ’ın görevi bu değil, o görevlerinden sadece biri, en talisi. YAŞ’ın görevi askerî konsepti belirlemektir. Askerî ana fikri nedir Türkiye’nin? Bu nükleer denizaltının nükleer çekirdeği gibidir, meselenin özünü oluşturur. İşte bunu 15 general belirler. Askerî şûra orgenerallerin birlikteliğine denir. Başbakan ve bakan oraya şahit gibi konmuş.



-Bu kadar önemli bir konuda 15 generalin dediği mi oluyor?



Bir ülkenin askerî ana fikrinin belirleneceği yer parlamentodur. Bizdeki parlamento her konuda devre dışıdır. Oysa mesela Millî Savunma Komisyonu bu konuda öneri getirebilir. Böyle şeyler gizli olmaz. Günümüzde aleniyetin olduğu bir dünyada, gizlilik olmaz. ABD’nin askerî doktrini gizli değildir, dünyaya ilan eder. Bana, ‘bunlar düşmanlık, bunlar da dostluktur’ der. Bu da parlamentoda olur. Bir ülkenin askerî bakımdan neyi ölçü aldığını bütün dünya bilecek. Bu konuda Türkiye hassas, ‘dokunursanız yanarsınız’ diye ilan etmeliyiz.



-Şûra’da askerlerin belirlediği iç ve dış tehditler daha sonra nasıl hayata geçiyor?



MGK mutfağına gönderiliyor, orada pişiriliyor. ‘Kırmızı kitap’ diye bir kitap yazılıyor. ‘Millî güvenlik siyaset belgesi’ adı altında onu siyasete, mahruti bir dişli ile tekerleklere veriyor hareketi. Dolayısıyla MGK tamamen asker, başındaki kişi orgeneral, orada alınan kararlar ‘böyle olacak’ diye dayatılıyor. Hükümet üyeleri de dinliyor. Kırmızı kitabı da vermiyorlar sivillere. Mal sahibinin kiraya verdiği dairenin oturma planını kiracıya ‘bunu sana veremem, uzaktan hatır için bakıver, uy’ demeye getirmesi gibi. ‘Kimseye de söyleme’ demeye getiriyor. Burada ‘irtica, bölücülük tehlikedir’ diyor.



-Sonra?



Sonra orgeneral karargâhlarında kurmaylar bu planları yapıyor. Ama as birliklere inmiyor. Planlar varsayım senaryolarına göre yapılır. A, b, c gibi seçenekler olur. Ordunun görevi savunma; ancak işte ordunun geri bölgesi de var. Gericilikle suçladıklarını zapturapt altına alacakları bir plan yapıyorlar. Böyle varsayımsal bir olay düşünüyorlar. Nasıl müdahale edeceklerini planlıyorlar. Herkes kendi düşmanına bakarken arkasında irtica var, irticaya müdahale planları yapılıyor.



-Neden şimdi sorun oldu bu planlar?



İlk defa siviller güç kazanınca ‘ne bu planlar’ dediler. Ancak orgenerallerin de yargılanması lazım. Bana bu planlardan birini yapan general mektup yazmıştı, ‘biz görevimizi yaptık’ diye. Dursun Çiçek diyor ki, ‘Bir yerde bir komutan olur, hepsi ona çalışır. Komutana sorun.’



-28 Şubat sürecinin bitmesi için ne tür yapısal değişiklikler gerekiyor?



MGK’yı, Yüksek Askerî Şûra’yı kaldırıp bunların işlevlerini parlamentoya verecek düzenlemeler şart. Bu yapısal değişiklikler olmazsa her şey boşadır. Millî savunma bakanını başbakana bağlama meselesi değil, görevin kimde olması gerektiği meselesidir. En baştaki sivil olursa komutan sivil demektir. ‘Başbakan askerlikten ne anlar?’ diyorlar. Başbakan ekonomiden veya başka şeylerden ne anlar? Her şey Meclis çatısı altında olmalı. Bir sürü çalışma grupları olacak. Genelkurmay’daki çalışma gruplarını oraya alacaksın. Genelkurmay Başkanlığı, başkomutanın karargâhı olacak. Komutan başbakandır. Komutanlık sorumluluk mevkiidir. Kimse o ülkede siyasi sorumlu, her şeyden sorumlu olduğu gibi askerlikten de sorumlu olur. Komutan sorumluluğu devredilemez. Başkomutanlık kanunu yok. Başkomutanlık kanunu yapılmalıdır.



-30 sene önce bu kadar değil miydi? Darbeler zaman içinde nasıl karakter değiştirdi?



Değildi. 1960 ihtilali böyle yapılmadı. 38 kişilik bir çete tarafından oturmuşlar bir salonda yapmışlar. Fakat çete. Silahlı kuvvetlerin haberi yok bundan. Yüzbaşısı, korgenerali var; ahbap çavuş gibi bir şekilde tanışanların işi. Silahlı kuvvetler hiyerarşisine de uymuyor. O kadar ki içinde yüzbaşı var, orgenerali komuta ediyor, emir veriyor. Numan Esin mesela yüzbaşı rütbesinde orgeneralleri parmağında oynatıyor. İhtilalden sonra konu kapandı. Ama darbeler süreci devam etti. 1963’te Talat Aydemir, ‘İhtilal yapılırken ben yoktum; benim de canım çekti, ben de yapacağım’ dedi. Denedi. İlkin seni affettik dediler; ama adam durmuyor. İlla yapacak.



-İnönü’ye karşı olunca mı ‘dur’ dediler?



Onun önemi yok. Adamın ruhunda ihtilal yapmak var. İhtilal yapmazsa kendisini eksik, görevini yapmamış hissediyor. Böyle bir kompleksi var. Çok anlamaya çalışmayın, anlayamazsınız.



-Ya 12 Mart?



Yine bir çete. Ama bu çetenin genelkurmay başkanı, kuvvet komutanları var. Fakat birbirlerine düşüyorlar. 9 Mart’ta yapacaklardı; fakat hava kuvvetleri komutanı Muhsin Batur ve Faruk Gürler, Memduh Tağmaç’a yanaşıyor. Üç gün sonra 9 Martçıların hepsi tutuklanıyor. Bu arada orduda da operasyon yapılıyor. 12 Mart da çete olunca Kenan Evren’le birlikte diyorlar ki; ‘Bu böyle olmuyor, birbirimize düşüyoruz. Ne lüzum var buna, bundan sonra darbeleri emir komuta zincirinde yapalım.’ 12 Eylül sıkı bir ihtilal oluyor. Onbaşıya kadar sorumlulukları yayıyorlar. ‘Beraber yaptık, hepinizin taşın altında eli var’ diyorlar. 12 Eylül’de albayların bile etkisi yoktur. 12 Eylül’ün hiyerarşik bir şekilde yapılması daha sonra 28 Şubat sürecindeki generalleri etkiledi.



-28 Şubat, önceki darbelerden dersler çıkarılarak mı planlandı?



BÇG aldı önüne bugüne kadar yaptıkları ihtilalleri. Hangisi etkili, diye değerlendirdiler. ‘27 Mayıs’ta böyle oldu, 12 Mart ona benzedi, tadı tuzu olmadı, sivillere açık kapı veriyorsun, risk alamıyorsun, beş kişinin iki dudağı arasındasın. Ama 12 Eylül öyle değil. Kenan Paşa, bak, iyi yaptı. Beş kişilik bir heyeti millî güvenlik konseyi diye kurdu ve başkanı oldu. Bütün silahlı kuvvetleri içine soktu. Bundan sonra yapacaklarımızı böyle yapmalıyız veya geliştirmeliyiz’ dediler. Balyoz veya Özden Örnek günlüklerinde, bir tanesi ‘12 Eylül Bayrak Planı’nı bulun getirin bana’ diyor. Yani 12 Eylül iyi, master bir plan. Bu sırada başka vesayet kurumları da var, hepsi tahkim ediliyor. Her ihtilal süreci MGK, YAŞ, askerî yargı gibi kurumları güçlendiriyor. MGK’nın yetkileri genişliyor. ‘27 Mayıs bizim çıraklık, 12 Eylül kalfalık, 28 Şubat ustalık dönemimizdir’ diyebilecekleri bir yapı âdeta. Orada planlama var çünkü. Yani bundan sonra biz oturup darbeye ihtiyaç olduğunda mı plan yapacağız? Yoksa olsa da olmasa da silahlı kuvvetleri kapsayan hazır ‘G’ günü ‘S’ saatinde ‘A’ planı devreye girsin dendiğinde o planın yürürlüğe gireceği ve uygulanacağı; hiçbir birliğin şu nasıl olacaktı, bu nasıl olacaktı diye sormayacağı; herkesin her şeyi nasıl yapacağını bileceği; her sene bunların güncelleneceği bir plan mı olsun? Komutan tayin olur gider; ama o plan orda durur.



-Hangi seviyede?



28 Şubat’ta hangi seviyede duracak, bunlar da belirlenmiş. Birinci prensip general karargâhı seviyesinde duracak. Generali olmayan karargâhta durmayacak. General asıl unsurdur, ikiye ayrılır; taktik ve stratejik generaller. Tuğ ve tümgeneraller taktik generallerdir. Tugay ve tümen taktik birliklerdir. Kolordu ve ordular stratejik birliklerdir. Kolordu ve stratejik generalleri taktik generallerdir.



-Türk ordusunda inisiyatif kimde? 27 Mayıs alt rütbeliler tarafından yapıldı?



27 Mayıs harp okulu çerçevesinde yapıldı, kullanılan araç harp okuludur. Radyoevini almak, milletvekillerini tutuklamak gibi görevleri var öğrencilerin. Daha sonra harp okulunu sokmadılar; çünkü ‘bunlar şımardı’ diyorlar. 27 Mayıs şımarıklık olarak görülmüyor; ama 21 Mayıs 1963 olayı olunca ‘harp okulu şımardı’ oluyor. 12 Mart’ta muhtıra verildi, başka bir yöntemle oldu. 12 Eylül’de harp okulu falan yasaklandı, harp akademisini devreye soktular. Generaller silahlı kuvvetler yetkisini giderek artan bir ivme ile kendi ellerine almışlardır. Bazı şeyler de teamüllerle gider zaten. Yol yapılmamışsa biz gide gele patika ile yol yaparız. Bir yapı teamülle yönetilebilir. Her anlamda yönetim generallerin eline geçmiştir. Bugün kışla-karakol savunmalarında sıkıntı çekilmesinin sebebi Türk ordusunun unsurlarının inisiyatifinin elden gitmesidir. Bir bardak su içilecek olsa bile buna generaller karar verir. Aşağıda bir inisiyatif bırakmamışlar. Yetkiler yukarıya alınmış.



-Balyoz, Sarıkız güncellenen darbe planları mıydı?



‘2002’de şu vardı, 2003’te şu çıktı.’ Çıkar; çünkü güncelleniyor. Ahmet gidiyor, yerine Mehmet geliyor. Bilmem nerenin kaymakamı tayin oluyor, onun yerine başka birisi geliyor. Bu sefer onun adını yazıyorlar. Adam diyor ki, bu adam 2006’da seçildi, 2003’teki planda bunun adı var. Ya Kartal’daki, atıyorum belediye başkanı o sıralarda alınanlarda görünmüyordu, adı Ahmet’ti; ama öbür seçimde mütedeyyinlerden biri ve adı Mehmet oldu. Bunlar güncelleniyor. O yüzden isimler değişiyor.



-Askerin reformlara direnci var mı? Nasıl kırılır?



Subaylar yıllarca bu eğitimi aldı. 30 yıldır da bir iç savaş yaşanıyor. Savaş mantalitesi ile yetiştiler. Orada hastalıklı bir yapı var. Ancak bunlarla yapacaksın bu reformu. İkna ederek yapılabilir. Askerlikte ‘Üstten dost, eşekten post olmaz’ derler. Çıkarların, menfaatlerin çatışması vardır. Subaylar, astsubaylar orgenerallerden çok çektiler, onları orgenerallerin kucağına attınız. OYAK’tan orgeneraller 600-700 bin liralık tazminatları alacağına, subay-astsubayların eline hisse senedi diye bu paraları verseniz, hepsi sana müteşekkir olurdu. Çünkü OYAK subayların malı zaten. Şirin görüneceksen orgenerallere değil, binbaşılara, üsteğmenlere şirin görün. O zaman generaller, ‘ordu elden gitti’ der. A’dan Z’ye çok değişiklik lazım. Tayyip Erdoğan’ın çok işi var; ama az işi varmış gibi dolaşıyor. Mutlaka askerî yargı mahkemeleri kaldırılmalıdır. Askerî mahkeme olmalı; ama adliyede. Çocuk mahkemesi gibi. Üniformalı hâkim olmaz. Selam veren, amiri olan hâkim olmaz. Anayasa çalışması için yapıldığı gibi askerî reform paketi için de ön çalışmalar yapılmalı. Asker ve siviller bir araya gelip çalışabilir. Mesela harp okulunda siviller okutulmalıdır. Harp okulundan mezun olacak; ama subay olmayacak. Parlamentoda görev yapacak. Hukuk fakülteleri mutlaka hâkim mi yetiştiriyor, şirketlerin hukuk müşavirleri de yetişiyor.



-Jandarma terörle mücadelede neden başarısız?



Jandarma sınıfının komple kalkması gerekiyor. Jandarma İçişleri Bakanlığı’na dâhil bir organ olmalı. Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde bir kır polisi olarak devam eder. Askerî vasfından çıkarılmalıdır. Atatürk’ün döneminde kurulmuş. O zaman Batı Çalışma Grubu’nun planlarına gerek duymamışlar, ‘Jandarma ile Türkiye’yi hallederiz, yönetiriz’ demişler. Kara kuvvetleri dış düşmana bakar, jandarma iç düşmana. Şimdi o misyonuna devam ediyor, işi o. İnsan kendi halkı ile savaşmaz.





--------------------------------------------------------------------------------



Komünizm propagandası yapmaktan ordudan atıldı

Namık Çınar, üniformayı sırtına 11 yaşlarındayken (1960) giydi. Selimiye Kışlası’ndaki askerî ortaokulda ilk adım atılır. Erzincan Askerî Lisesi, sonra Kuleli Askerî Lisesi, ardından Kara Harp Okulu, Piyade Okulu ve nihayet kışlada göreve başlar. Artık genç bir teğmendir. Ama hayalleri kısa sürer. 12 Mart 1971’de ordudan ‘komünizm propagandası’ suçlamasıyla atılır. Genelkurmay Başkanlığı Askerî Mahkemesi’nde yargılanır ve aklanır. Askerî Yüksek İdare Mahkemesi’ndeki tüm davaları da kazanarak tekrar silahlı kuvvetlere döner. Ancak o artık bir sakıncalıdır. 12 Eylül 1980’de yüzbaşıyken istifa ederek ayrılır. Çınar, Taraf gazetesinde özellikle asker-sivil ilişkilerini konu alan makaleleri ile dikkat çekiyor.



Balyoz, bir darbe planıdır

Namık Çınar, 5-7 Mart 2003 tarihindeki “1. Ordu Plan Semineri”nin davayı sulandırmak isteyenlerin aksine bir darbe hazırlığı çalışması olduğunu söylüyor: “Birinci hat birliklerinin ‘Geri Bölge Emniyeti’nde ne işi vardır? Onların ve komutanlarının ‘Genel Savunma Planı’ çerçevesindeki savunma mevzilerinde olmaları gerekmez mi? Asıl ‘muharebe hattı’nın tugay, tümen ve kolordu komutanları yerine, geri bölge emniyet tedbirlerini asıl alacak olan bölgenin valileri, kaymakamları, jandarma ve polis teşkilatı unsurları ile sivil savunma birimlerinin oyuncuları nerededir? Diyorlar ki ‘Bu planlarda neden ast birlikler yok?’ Darbe planları, genel savunma planları gibi, bölük- tabur- alay seviyelerine kadar yayımlanmaz. General seviyesindeki karargâhlarda tutularak diğerleri tarafından prova edilmeleri de beklenmez. Tıpkı 12 Eylül’deki gibi, G günü S saatine çok az kala devreye sokulmaları yeterli olur.”




 

Hiç yorum yok: