İDRİS GÜRSOY, AKSİYON
‘Genlerimize, belki de farkına varmadan darbecilik işlendi. Bütün darbeleri anlayışla karşıladık. Yardımcı olduk.” Bu sözler tecrübeli gazeteci Mehmet Ali Birand’a ait. 12 Haziran genel seçim gündemi içinde kaybolup gitti; ama konu önemli. Gerçekten ülkemizde gazetecilerin demokrasi sicili parlak değil. 27 Mayıs darbesi, 9 Mart darbe teşebbüsü, 12 Mart muhtırası, 12 Eylül darbesi, 28 Şubat müdahalesi ve 27 Nisan e-muhtırasında basın hep askerin haklılığını anlatan, halka benimsetmeye çalışan yayınlar yaptı. Peki genlere darbecilik nasıl işlendi? Gazeteciler darbeleri neden anlayışla karşılıyor, cuntalarla işbirliği yapıyor? Ve asıl önemlisi bu hastalıktan nasıl kurtulabiliriz? Türk basın tarihini çok iyi bilen ve görevi gazeteci yetiştirmek olan Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurettin Güz ile bu konuyu enine boyuna konuştuk:
-Mehmet Ali Birand “Genlerimizde darbecilik var.” dedi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Medyada bir arınma başlayabilir mi?
Medya kuruluşlarının Ankara temsilcileri devletin, istihbaratın onay verdiği kişilerden olur diye bir kanaat var. Bu doğruysa medyanın demokrasi, millet, çokseslilik adına irade ortaya koyabilmesi mümkün mü? Her dönemde medya bindiği dalı keser, bunda bir gariplik var dersiniz. İşte o işin içinden çıkamadığımız sorunun cevabı bu; bir göbekten bağlılık söz söz konusu. Dinç Bilgin, “28 Şubat’ta medya Genelkurmay’a çağırılırdı, bize dikte ettirirlerdi, biz de yapardık.” diyor. 60, 71 ve 80’deki süreçlerde görev alan gazeteciler de bu açıklamaları yaparsa medyada arınma olur. M. Ali Birand gibi insanlara ihtiyaç var.
-Göbekten bağlılık yayın politikalarını nasıl etkiliyor? Siyaset kurumunu yıpratan yayınların sebebi bu mu?
Basının dayandığı temel güç demokrasidir. Göreve çağırdıkları asker darbe yaptıktan sonra ilk sesini kısacağı güç yine medya. 60, 71 ve 80’de bu böyle olmuştur. Demokraside asker siyasal sistem içinde yer almaz, ülke savunma görevindedir. En az ordu kadar medya, yargı, üniversiteler ve Meclis de güvenilir kurumlar olmalı. Medyanın en temel yanlışı siyaset kurumu ile ilgili güvenilirlik yapısını ters yöne çevirmesidir. Araştırmalarda birinci siyaset, sonra medya ikisi birbirini aşağı çekiyor.
-Asker, medyayı büyük bir güç olarak mı görüyor?
Bir genelkurmay başkanı ‘medya birinci kuvvet’ dedi. Büyük bir gaftı. Parlamentonun üzerine medyayı getirirseniz o demokrasi olmaz, medya diktatörlüğü olur. Medya birinci güç falan değil, hiçbir zaman da olmamıştır. Eğer medya birinci güç olsaydı 1989’daki yerel seçimlerde Bedrettin Dalan büyükşehir belediye başkanı olurdu. Sonuçta Sözen kazandı. Medya birinci güç olsaydı 1994’teki yerel seçimlerde ne Tayyip Erdoğan ne Melih Gökçek ne de Burhan Özfatura belediye başkanı olabilirdi.
-Gazetecilerin askere bağımlılığı medyayı ve siyaseti nasıl etkiliyor?
Medya mensubu bir yere bağımlı olursa siyaset sistemi sağlıklı işlemez. Siyasal iktidarlar medyayı bağımlı olmaktan çıkarmalı. Tarihe iz bırakır bunu yapan parti. Bağımsızlığı sağlayamazsak darbeler, çetelerle sıkıntı sürer. Demokrasinin önünde taşlar görürüz.
-Türk basınının cuntalarla ne tür bir ilişkisi var? Siyaset bu ilişkiyi koparamıyor mu?
Basında devletçi derin yapılarla ilişkili ve sol kadroların bulunduğu bir yapı var. İktidarların temel yanlışı şuradan başlıyor. İktidar ‘doğrudan sen beni destekle, ben seni kamu kaynaklarından yararlandırayım’ diyor. 2000’e kadar bu yapı var. İktidar tökezlediği anda anlaşıp kendisine destek veren medya kuruluşları ilk darbeyi vuruyor. 28 Şubat’a bakın böyledir. Medya hangi parti iktidara gelirse iktidarın yanında yer alıyor, kamu kaynaklarından faydalanabilmek için. 28 Şubat’ta ilk darbeyi o hükümetten nemalanlar vurdu. Tanklara önce medyanın karşı çıkması gerekir. Demokrasiye darbe vuruluyor demesi lazım.
-Neden diyemiyor?
Göbeğinden bağlı askere. Gazete patronları ve yöneticiler “Genelkurmay’a çağrılıp emir alıyorduk” itirafında bulundu. Oradaki yapılanma ‘Devletin sahibi benim. Her şeyi ben kontrol ederim’ diyor. Medya mensubu da kendisini yeterince güvende hissetmediği için zorunlu olarak orduya veya ordu içindeki yapılanmalara ‘evet’ demek zorunda kalabiliyor.
-Medyada arınma nasıl olur?
Medyanın arınmasını kanunen yapmak zor. Batı’daki gibi tekelleşmenin önüne geçecek, çoksesliliğe fırsat verecek düzenlemeler yapılmalı. Medya kuruluşlarına devletin etkili kurumları demokratik sistem içinde başlarına bir şey geldiğinde korunacaklarına dair güvence vermeli. Onun ötesinde arınmayı yapacak olan medya mensuplarının kendisidir; varsa yanlış, gazeteciler ve medya dernekleri çıkıp yanlışları ortaya koymalıdır. Hangi görüşten olursa olsun darbe işine bulaşan varsa bu mesleğin dışında kalmalı, arınma böyle olur.
-Siz gazeteci yetiştiriyorsunuz. Medya mensuplarının darbe çığırtkanlığını görünce ne hissediyorsunuz?
Bir gazeteci darbe çığırtkanlığı yapamaz. Gazetecilik kimliğini bırakıp siyaset meydanına çıkıp siyaset yapabilir. Cumhuriyet mitinglerinde bazı gazetecilerin nutuk atması anlatılabilir mi? Başka partilere görüş olarak yakın olabilirsiniz ama kongrede çıkıp alkışlayamazsınız. Siyasi iktidar kurmak, onu bozmak basın mensuplarının görevi midir? Yapabilir misiniz? 1991’de bir gazetecinin evinde hükümet kurulma çalışmaları yapılıyor. Siyaset kurumu farklıdır, medya kurumu farklıdır. Medya kuruluşu demokrasinin olmazsa olmazıdır. İkisini birbirine soktuğunuzda olmaz.
-Cuntacılar nasıl etkin oluyor ve neden hep gazetecileri kullanıyor?
Medyada sağduyulu insan çok ama etkili yetkili olup bağlantılı olanlar sağduyulu olanları bir yerlere pazarlıyorlar. Medya kuruluşlarının destek vermediği hiçbir darbe başarılı olamaz. Medya kuruluşları olmadan darbe yapılamaz. Medya darbe işbirliği yapmasa demokrasi kazaları olmazdı. İktidardan memnun olmayabilirsiniz, ama değiştirme şekli seçimlerdir. Elbette lehte aleyhte yayın yapmak çoksesliliğin gereğidir. Sorun demokrasi dışı yöntemlerden medet ummaktır. Normal yollarla ulaşamayacakları imkânları elde etmek için demokrasi dışı yolları getiriyorlar ki temeldeki argüman budur.
-Etki nasıl kırılır?
60’lı 70’li yılarda sistemin dışına çıkacak yeni medya mensuplarının yetişmesine fırsat verilmedi. Mesleğe başlamasından itibaren kafasında en güvenilir kurum ordu olmayan gazeteciler yetiştirilmeli. Ona fırsat verilmedi. Ordu güvenilir ama yanlış yapanlardan hesap sorulmalı. Bu mantalitede gazetecilerin yetişmesine ihtiyaç var. Bir sorun varsa yargı yakanıza yapışabilmeli. Bu derin yapılar ancak böyle ortadan kalkabilir. Hiç kimsenin suç işleme özgürlüğü yoktur. Başbakan mahkeme önüne çıkabiliyorsa bu işlere bulaşan ordu ve medya mensupları da yargılanabilir.
-Ergenekon davasında yargılanan gazeteciler var. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Derin yapılanmanın içinde medya ‘bir gücüm’ diyor orada. Düne kadar medya kurumuna dokunamazsınız; ne iktidar ne de yargı olarak dokunabilirsiniz. İki gazeteci tutuklanmış. Bir öğretim üyesi olarak üzülüyorum ama bir suç varsa medya mensubu diye ‘suçsuz’ diyemezsiniz. 20-25 sene önce bunlara hiç dokunulamazdı, bir zırh vardı etraflarında, yargı ve askerden gelen bir güçle. Demokrasi var ise sandıktan çıkana rıza göstereceksiniz. Basın, sandıktan çıkan sonuçları kabullenemediği, sandıktan çıkacak sonucu da tahmin ettiği için kale olarak ellerinde tuttukları orduyu göreve davet etmişlerdir. 60’ta darbe olmadan önce veya sonra seçime gidilseydi sandık sonuçları ne olurdu? DP yine gelirdi. Darbeden sonraki sonuçlarına baktığınızda durum ortada.
-Basın özgürlüğüne ilk darbe ne zaman vuruluyor?
1922’den 2011’e basının en özgür olduğu dönem 1922 Eylül’ü ile 1925 Mart’ı arasında geçen süredir. Atatürk dâhil, basın organlarının eleştiremeyeceği hiçbir kurum yok. Özgürlüğe ilk darbe 1923 Aralık ayında İstanbul için gönderilen İstiklal Mahkemesi, tarihimizde basın için kurulan ilk ve tek İstiklal Mahkemesi’dir. Pakistan temsilcilerinin İsmet Paşa’ya gönderdikleri, ‘Yeni bir devlet kurdunuz, ne şekil olacak?’ mealindeki mektup bir gazetede yayımlanınca soruşturma açılıyor. ‘İçişlerine müdahale, başbakana gönderilen mektubun ifşa edilmesi’ olarak değerlendiriliyor. Mektup vesilesi ile basına gözdağı veriliyor.
-Tek partili dönem medyayı nasıl etkiliyor?
1925 Şeyh Sait isyanından sonra Takrir-i Sükûn dönemi başladı ve muhalefet basını tamamen susturuldu. Basın için bir milat oluyor bu tarih. Tek sesli bir dönem başlıyor. Zaten tek parti varsa çokseslilikten bahsedemezsiniz. Gazetelere baktığın zaman Yunus Nadi’den Falih Rıfkı’ya, Us kardeşlere kadar basın mensuplarının çoğu, gazete patronları aynı zamanda milletvekili olan insanlardır. Hem gazete patronu hem CHP milletvekili. Başyazıyı yazamıyorsa bırakıyor ama patronluğu devam ediyor.
Tek parti iktidarının kuruluşundan itibaren böyle bir yapılanması var. Sadece İslamcı gazeteci yazarlar değil, mesela Ahmet Emin Yalman, Hüseyin Cahit Yalçın da yasaklanıyor. İstiklal Mahkemesi’nde yargılanıyorlar. Takrir-i Sükûn’un çıkmasının temel sebebi muhalif basının susturulmasıdır. Takrir-i Sükûn Mart 1925’te gündeme gelince Terakkiperver Serbest Fırka milletvekilleri, “Kanunla amacınız doğudaki isyanı bastırmak değil, sadece muhalif basını susturmak.” diyor. Halk partililer ise buna; “Zehirli yılan yuvaları dezenfekte edilmediği sürece memleketin huzur görmesi mümkün değildir.” cevabını veriyor. Kanunun çıkmasından iki gün sonra, 6 Mart’ta sekiz gazete sonra da bütün muhalefet basını susturulur. Önemli bir kısmı ortadan kaldırılır.
-Atatürk döneminde basın iktidar ilişkileri nasıldı?
Ocak 1924’te Mustafa Kemal, basın mensupları ile bir araya geliyor. “Yeni devlet kurduk, cumhuriyete destek bekliyoruz.” diyor. Hüseyin Cahit Yalçın diyor ki; “Cumhuriyet kanla gözyaşı ile kurulur fakat cumhuriyetin yaşaması karşılıklı görüşlere saygı çerçevesinde olur.” 1930’da dünya ekonomik krizi var, tek partili siyasi hayat önemli problemler yaşıyor. Atatürk, Ali Fethi Okyar’a bir parti kurduruyor. Yakın arkadaşı ve CHP içinde bir insan Okyar. Partiye gelecekleri de Mustafa Kemal kendisi belirliyor. Parti uzun yaşamıyor, kapatılıyor. Toplumdan gelen ilgi CHP’nin gözünü korkutuyor. Muhalefeti denetlesin diye kurdurulan Serbest Fırka’nın iktidara gelmesi söz konusudur. M. Kemal o tartışmalar içinde “Ben köşeme çekileceğim.” diyor. Ancak iktidar yanlısı gazeteler Yunus Nadi, Falih Rıfkı başta “M. Kemal safını belirlesin. Hangi partinin yanında?” diye yayın yapıyor. Sonunda “Ben CHP’nin kurucusuyum ve ordayım.” diyor ve Serbest Fırka’nın akıbeti belli oluyor. Serbest Fırka’nın kurulması ile muhalefet partisinin saflarında yer alacak gazeteler de ortaya çıkıyor. Yarın, Hizmet, Son Posta ve Yeni Asır gibi. Tam bir meydan savaşı yaşanıyor gazeteler arasında da. Serbest Fırka’nın kapatılmasından sonra iktidar yanlısı basın, muhalefet partisi gazetelerine saldırıyor. “Vatan hainleri” diye kendi meslektaşlarını suçluyor, “Meclis yok mu?” diye farklı seslerin susturulması çağrısında bulunuyorlar. Yunus Nadi’nin Cumhuriyet gazetesi manşetten meslektaşlarını ‘komünist’ olmakla hedef gösteriyor. Konu Meclis’e geliyor. CHP milletvekilleri, muhalefet gazetecileri için; “Hain bunlar, yurtdışına sürelim.” diyor. İnönü, ‘madem siz bizi göreve çağırıyorsunuz bir düzenleme yapalım’ diyerek, 1931’de basın kanunu çıkarıyor. Muhalefet basınından pek çok gazete kapatılıyor. Ağır hükümler içeren maddelerle basını hükümete tabi kılan bir kanun kabul ediliyor. Bu tarihten sonra artık iktidar destekli basın organları söz konusudur. İktidardan bağımsız olarak yaşama şansı yoktur. İktidar yanlısı basına devlet yardımları gelir. Mesela Harf İnkılabı olmuş, yazılı basın organları tiraj kaybeder diye maddi destek veriliyor.
-İnönü’nün basın kanunu medyayı nasıl etkiledi?
1925’e kadar muhalif gazeteler Tanin, Vatan, Tasvir-i Efkâr var. Serbest Fırka döneminde aynı şekilde Yarın, Son Posta ve Hizmet gibi gazeteler yayımlanıyor. İzmir’de Yeni Asır var. Ama 1931’de ağır hükümler içeren basın kanunu ile hepsi kapatılıyor. 1932’den itibaren basın yayın genel müdürlüğüne tabi kılınıyor basın. 1935’te düzenlenen birinci kurultaya katılanların çoğu iktidar yanlısı. Gazeteye telefon edip, ‘Yarın çıkmıyorsunuz’ dediklerinde her şey bitiyor. ‘Neden çıkmıyorsunuz?’ falan yok. İzin verecekler de çıkacaksınız. 25 yıllık tek parti döneminde basın organları göbeğinden partiye bağımlı kılındı. Tek partili sistem varsa medya ona tabi olur. Başka şansları yoktur. O yapılanma çok partili siyasi hayatta da öyle veya böyle devam etmiştir. 1950’ye kadar muhalif ses yok. 1946’da çok partili hayata geçiliyor. Ancak basındaki yapı aynen sürüyor. Necip Fazıl’ın Büyük Doğu dergisi var sadece.
-27 Mayıs’a giden yolda basının etkisi nasıldı?
CHP, tek parti döneminde eğitim gören gençlere kendi ideolojisini verdi. Bürokrasi, askeriye ve medya dâhil. DP’nin iktidara gelmesinden sonra değişen bir şey olmamıştır. Menderes, Bayar da CHP’de yetişmiş. DP’nin ne farkı var? Daha milletten yanadır. Devletçi bürokratik zihniyetle hareket etmek yerine millete yakın politikalar izlemişler. Bu bile rahatsız etmiş. “1931’de Meclis yok mu? Bu vatan hainlerine bu ülke nasıl bırakılabilir?” nidası 1960’ta askeri göreve çağırıyor. DP darbe ile yıkılıyor. Temelde gücü kaybetme endişesi yatar. Darbeye zemin hazırlamışlardır. Medya güç olarak asker veya o sisteme hâkim olan zihniyetin elinden hiçbir dönem çıkmamıştır. 60 öncesi ve sonrası medyada değişiklik yok. 80’e kadar CHP ile ordu arasında bir ayrışma görür müsünüz? CHP ile ordunun çatışması ve ayrışması söz konusu değildir. 60’tan sonra ordu biraz daha ön plana çıktı.
-27 Mayıs’ta inşa edilen medya yapısı sağ iktidarlara rağmen neden değişmiyor?
Biz biliyoruz ki, Türk toplumu daha çok sağ muhafazakâr eğilimli. 50’den sonra da bunu görebilirsiniz, buna karşı olarak basın organları azınlığı temsil eden CHP ve solun kontrolünde olmuştur. 50’den sonra çok partili siyasi hayata baktığımızda genelde sağ iktidarlar gelmiştir ama medyada sol ağırlığı devam eder. DP büyük çoğunlukla iktidara gelmiş ama sağda yer alan kadroların medya sektörüne yerleşmesi noktasında bir irade ortaya koymamıştır. Menderes’in temel hatalarından biri bu olmuştur. O yapı hâlâ devam ediyor. Sağ iktidarlar döneminde bile ne bürokrasi ne medya bu noktada iktidarın konumuna uygun olarak daha serbest bir konuma kavuşturulmuş değil.
DARBEYE DESTEK ANLAŞMASI
Basın temsilcileri, 6 Eylül 1961’de Ankara Radyo-evi’nde bir araya gelerek ‘Basında yuvarlak masa toplantısı’ yaptı. MBK üyesi Ekrem Acuner’in başkanlığında açılan toplantıya, MBK üyelerinden Ahmet Yıldız, Osman Köksal, Sami Küçük, Sezai Okan, Selahattin Özgür, Kadri Kaplan ve Rafet Aksoyoğlu katıldı. 27 gazete ve dergi temsilcisine ‘Türk Basın Antlaşması’ adında bir protokol imzalatılarak 27 Mayıs ihtilalini korumaları için taahhüt alındı. Gazeteciler, darbecilere; “Seçimden önceki devrede ve gelecek yasama döneminde, siyasi gerginliğin yüksek olduğu zamanlarda, gazetecilik gelenek ve göreneklerine göre objektif sayılmayacak her türlü haber, yazı, karikatür ve fotoğraflarla Halkoyu’nu bulandıran, kışkırtan, yanıltan, demokratik ilkelerle bağdaşmayan ve ‘Milli Menfaatler’i zedeleyen yayımlardan kaçınacağız. Böylece, yayınların sunuluşunda da aynı anlayışla davranacağız.” sözü verdi. Antlaşmada Hürriyet’ten Erol Simavi, Kim Dergisi’nden Orhan Birgit, Milliyet’ten Ercüment Karacan, Vatan’dan Ahmet Emin Yalman gibi ünlü gazetecilerin imzası vardı. Ayrıca Gazeteciler Cemiyeti adına Burhan Felek, İstanbul Gazeteciler Sendikası adına Abdi İpekçi, Gündelik Siyasi Gazete Sahipleri Sendikası adına Falih Rıfkı Atay, Gazete Sahipleri Sendikası adına Cemal Hünal, Ankara Gazeteciler Cemiyeti adına Altan Öymen, İzmir Gazeteciler Cemiyeti ve Sendikası adına Cihat Gökçer, Cumhuriyet Gazetesi adına Nadir Nadi, Ulus Gazetesi adına İsmail Rüştü Aksal, Yeni Asır adına Behzat Bilgin belgeyi imzalamıştı.
27 MAYIS BÂBIÂLİ’DEN DE GEÇTİ
DP’yi deviren 27 Mayısçılar, “Bâbıâli’den de geçeceğiz!” demiş ve bunu kısmen gerçekleştirmişti. Öncü gazetesi, 27 Mayıs ideolojisini topluma yaymak için örtülü ödenekten alınan para ile kuruldu. Yayın yönetmeni Altan Öymen’di. Yüzde 95’i CHP’li olan Kurucu Meclis üyeleri içinde basını temsilen Oktay Ekşi ve Altan Öymen bulunuyordu. Diğer bazı üyeler ise şunlardı: İktisatçı, gazeteci Doğan Avcıoğlu (CHP); Suphi Baykam (CHP); gazeteci Alev Coşkun (CHP); Coşkun Kırca (CHP); Anayasa Mahkemesi Üyesi Osman Alifeyyaz Paksüt’ün babası Mehmet Emin Paksüt (CHP); Yön Hareketi’nden, gazeteci İlhami Soysal (Basın); Mümtaz Soysal (CHP); Gazeteci Ali İhsan Göğüş. Bu isimlerden bir kısmı Metin Toker’in Akis dergisi ile başlayıp Doğan Avcıoğlu’nun yönetiminde Yön ismiyle gündeme gelen Yön Hareketi’nin de üyeleri idi. Cemal Reşit Eyüpoğlu’nun finanse ettiği Yön Hareketi’nde Avcıoğlu, İlhan Selçuk, İlhami Soysal, Mümtaz Soysal gibi isimler vardı. Hareketin ortaya koyduğu bildiriye Oktay Ekşi, Deniz Baykal, Erdoğan Teziç, Mete Akyol, Mustafa Ekmekçi, Mustafa Özyürek, Muammer Aksoy, Tarhan Erdem, Nail Güreli, Abdi İpekçi, Coşkun Kırca, Mehmet Ali Kışlalı imza atmıştı. Zamanla bu sayı 1042 kişiye çıktı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder