İDRİS GÜRSOY
Oda TV baskını ve Soner Yalçın’ın gözaltına alınmasından sonra medya dayanışması göz yaşartıyor. Ancak Yalçın’ı savunanlar bile Oda TV’deki yayınlarla nefret suçları işlendiğini kabul ediyor. Peki dünyada bu suçu işleyen gazeteciler nasıl karşılanıyor? Kurumları gazetecilere sahip çıkıyor mu?
73 yaşındaki CBS televizyonun ana haber sunucusu Dan Rather tecrübeli, saygın bir gazeteciydi. 2008 başkanlık seçimleri öncesi Başkan George W. Bush’la ilgili bir haber, Dan Rather’ın meslek hayatını bitirdi. Usta gazeteci, "60 Dakika" haber programında Başkan Bush'un Vietnam savaşından kaçmak için babasının nüfuzundan yararlandığına dair iddialarını desteklemek için ortaya atılan belgelerin doğruluğunu ispatlayamadı. Rather, akşam ana haber bülteninde kamuoyundan özür dilemek zorunda kaldı ama bu özür onu kurtarmaya yetmedi. “Bir belgeye dayanmadan” böyle bir haberi yayınlayan CBS televizyonu, olayın üzerine gitti ve üst düzey dört gazeteciyi işten çıkartırken, Dan Rather’in de emekli olmasını istedi.
Odav Tv’de ele geçirilen bazı belgeler, Türkiye’de medya kullanılarak nasıl yargısız infazlar yapıldığını, bazı masum kişilerin masa başında hazırlanan düzmece belgelerle nasıl suçlanıp, linç edildiklerini bir kere daha gözler önüne serdi. İlginç olan ise; onca insanın hayatını, onca kurumun geleceğini sahte, yalan haberlerle karartan gazetecilerin, sanki hiç bir şey olmamış gibi mesleklerine devam etmek istemeleri ve meslek örgütleri ile çalıştıkları kurumların da buna tepkisiz kalabilmesidir. Hatta nefret söylemi ve andıç haberlerini yapanları destekleyen yayınlarlar yapılabilmektedir.
Yargısız infaz belgelerine “andıç”, bu belgeleri hazırlayan ve hiç sorgulamadan yayınlayanlara da “andıçcı” deniyor. Psikolojik savaşta tetikçi olarak her zaman bazı gazeteciler ve seçilmiş yayın organları kullanılıyor.
Demokratik bir ülkede gazetecilerin, andıçlarla kendi meslektaşları dahil bazı masum insanların hayatlarını kararttığı ortaya çıksa ne olurdu? Koltuklarını ve itibarlarını koruyabilir miydi? Amerika’da 2008 Başkanlık seçimleri öncesinde yaşanan Dan Rather hadisesi bu sorunun cevabına küçük de olsa bir ışık tutuyor. Basın yolu ile işlenen ‘nefret suçları’na gösterilen tepkilerle ilgili ise iki örnek vermek istiyorum:
Don Imus, ünlü bir radyo programcısı. 2007 yılında siyahi bayan basketbolcularla ilgili aşağılayıcı şaka yapmasından sonra işini kaybetti. Bir ay sonra CBS, 2 radyocusunu daha aynı gerekçeyle kovdu. “The Dog House with JV and Elvis”' adlı programı yapan Jeff Vandergrift ve Dan Lay adlı DJ’ler, yaptıkları programda, Çinli restoran sahipleri ile ilgili yaptıkları şakalarda, tüm Uzakdoğuluları rencide edecek ifadeler kullandılar. Don Imus’u zencilerin tepkileri üzerine kovan CBS, iki radyocuyu da ücretsiz olarak iki hafta uzaklaştırdı. Bu karardan tatmin olamayan Uzakdoğulular, “Neden Imus’ı kovduğunuz halde bunları kovmuyorsunuz?” diye tepki gösterdiler. Başta Çinliler olmak üzere Uzakdoğuluların sürdürdükleri kampanya sonucunu verdi ve CBS Sözcüsü Karen Mateo, CBS’in söz konusu iki radyocuyla yollarını tamamen ayırdığını açıkladı.
Ünlü radyo programcısı Don İmus programında kullandığı ırkçı ifadeler nedeniyle büyük tepkiler çekmişti. Hafta içi hergün sabah saatlerinde ülke genelinde yayınlanan programında, yarı politik mizahi bir sunum yapan Imus, siyahi oyunculardan oluşan Rutgers Üniversitesi bayan basketbol takımı hakkında aşağılayıcı ve ırkçı espriler yapmıştı. Tepkiler üzerine İmus zencilerden ve bütün Amerikan kamuoyunda özür diledi. CBS Radyo ve MSNBC yetkilileri, özrü yeterli görmedi, iki hafta boyunca programı yayından kaldırdıklarını açıkladılar. Imus, Al Sharpton’ın radyo şovunda da özür diledi ancak karar değişmedi. Rahip Jesse Jackson’ın bulunduğu Rainbow/PUSH koalisyonu günlerce NBC'nin Chicago’daki ofisi önünde protesto gösterileri yaptı.
Türk siyasi tarihi, seçimle işbaşına gelmiş iktidarları al aşağı etmek için kullanılan psikolojik harekatların tarihidir aynı zamanda. Demokrasi, hukuk, insan hakları, en başta bu kavramları savunması gereken bazı gazeteciler tarafından hançerlenir. Bütün aktörleri ve yöntemleri deşifre edilmiş bu utanç verici oyunu bozmanın yolu andıçcılara ve nefret söylemcilerine demokrasi ve hukuk kurallarını işleterek bedeller ödetmekten geçiyor. Oda TV’nın yayınları dünyanın hiçbir ülkesinde kabul görmez, tasvip edilemez. Basın özgürlüğü adı altında bu yayınlara verilen destek ise suç ortaklığından başka bir şekilde yorumlanamaz. Kendilerini ‘main media’ olarak niteleyen gazeteler hiç olmazsa hukuk sürecine saygı gösterip davanın sonucunu beklemelidir. Meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşları ise artık bu kural tanımayan ‘ırkçı’ yayınlara karşı ortak tepki verebilmelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder